Geçenlerde İgor’un mali danışmanlık yapan arkadaşı Mihail Sergeyeviç aylık rutin ziyaretini yaptı. Küçük bir şirketi olan Mihail bizim de danışmanımız.
İgor, iş hayatında geçirdiği onca senenin ardından hatırı sayılır bir tecrübeye sahip olmuştu. Ben bunun şahidiyim ve her zaman takdir ederim.
Övünmek gibi olmasın, ben de öyleyim.
İgor, buna rağmen hep temkinlidir. İyi bilmediği konularda uzmanına danışır.
Tecrübesine, bilgisine, görgüsüne güvenir ama en çok da mali, idari konulardaki mevzuatın çok sık değişmesinden dertli.
İgor, “Bu işler çok iyi takip edilmeli, mutlaka uzman danışmanların desteği alınmalı, mali müşavirine, avukatına verilecek cüzi paralardan tasarruf etmeye kalkmamalı, yoksa sonra acısı fena çıkar” diyor. “Bazen şirketlerde yöneticiler, bu işlere zamanında pek önem vermezler, ancak bir gün gelir küçücük bir ihmal ve bilgisizlik nedeniyle altından kalkılamayacak cezalarla karşı karşıya kalırlar.”
“Sadece bu da yetmez. Şirketin faaliyetleriyle ilgili doğru bilgiler de paylaşılmalı danışmanlık alınan uzmanla” diyorum.
“Evet, haklısın.”
Meğer farkında olmadan anlattığım konuyla ilgili doğru bir şey söylemişim.
Mihail Sergeyeviç, mutfaktan çayını alıp, geldi.
Biraz dertli gibi görünüyordu.
“Hayrola Mişa, biraz sıkıntılı gördüm seni, kötü bir şey mi var?” diye sordu İgor.
Mihail, başını salladı, anlatmaya başladı.
Meğer danışmanlık için sözleşme imzaladığı şirketin sahibi ihtiyacı olan bilgileri paylaşmaya yanaşmıyormuş.
Ücret ödemelerinin, diğer ödemelerin, satışların, tahsilatların önemli kısmı resmi değilmiş. Her şey ayan beyanmış, ama bunları kendisine destek vermesi için sözleşme yaptığı danışmanından da saklıyormuş.
Banka hesapları, muhasebe kayıtları, sözleşmeler, her şey muamma.
Mihail deliye dönmüş.
“Adeta bilmece çözüyorum” diyor, “Karanlık bir kuyu gibi şirket, Kazimir Maleviç’in ‘Siyah Kare’ isimli tablosu gibi aynen, adam batacak farkında değil” diye isyan ediyor.
Bana dönüp, “Tretyakov Galerisi’nde sergilenen Kazimir Maleviç’in “Siyah Kare” isimli tablosunun hikayesini biliyor musun?” diye sordu.
Bilmiyordum. Merak ettim.
Kısaca anlattı:
“Siyah Kare, Süprematist Meydan”, ünlü Rus ressam Kazimir Maleviç’in 1915’te yaptığı bir tabloymuş. Kazimir Maleviç’in sanat tarihindeki en şok edici ve etkili resimlerden biri imiş.
Ne anlama geliyordu ve dünya çapında nasıl bir etki yaratmıştı?
“Sanat tarihçileri, eleştirmenler çokça yazmışlar. Ancak o ayrıntıları konuşmak çok zaman alacak. Hiç girmeyelim” dedi.
Sonra konuya bağlayacağı anektodu anlatmaya başladı:
“Meğer bir Arap Şeyhi, Maleviç’ten karısının tablosunu yapmasını istemiş.
Parasıyla değil mi, o da kabul etmiş.
Resmin yapılacağı gün Arap şeyhi karısıyla gelmiş.
Kadının giydiği kara çarşafın, siyah burkanın altında gözleri dahil hiçbir yeri görülmüyormuş.
Kadın üzerindeki giysiyi çıkarmayı reddediyormuş.
Maleviç, şaşırmış kalmış.
Israr etmiş, kocasından destek istemiş, olmamış.
Sonunda içini simsiyah boyadığı bir kare yapmış. Şeyhe vermiş.
Şeyh şaşırmış, “Bu ne?” demiş.
“Karınızın tablosu,” diye cevap vermiş.
“İlginç bir anektod” diyor İgor.
“Bu doğru mu?” diye soruyorum.
Mihayil, “Yok, doğru değil. Ben, biraz önce anlattığım durumu anlatmak için uydurdum” diyor.
***
Zavallı Mişacığın durumunu anlıyorum.
Ben, hep bizimkiler böyle yapar sanıyordum ama çok örneği varmış meğer.
Burada da öyle…
Şaşılacak bir şey yok, zaten geçmişi öyle asırlara dayanmış kaç şirket sayabiliriz ki?
Kurumlaşamayan, inatla eski alışkanlıklarını sürdüren, küçüklerin biraz irisi ya da orta boy şirketlerin genel hastalığı bu.
Biraz başarı elde eden patronlar, yanlarında çalıştırdıkları yöneticileri, danışmanları dinliyormuş gibi yapıp kendi bildiklerini okuyorlar.
Dışarıdan alınabilecek hizmetleri gereksiz masraf kabul edip reddediyorlar.
Ticari, teknik danışmanlar, mali müşavirler, avukatlar işler sarpa sarıncaya gerekli değil onlar için.
Son model arabalarına harcadıkları paraya acımazlar, ama bu türden profesyonel destekleri lüzumsuz sayarlar.
Bu daha çok patron şirketlerinde, aile şirketlerinde görülen bir durum.
Şirketler, ezkaza büyür, artık yönetilmesi için profesyonel ellere ihtiyaç duyulduğu zaman kurumsallaşma zorunlu olarak gündeme geliyor. Tabii o zamana kadar batmazlarsa.
Bu değişimi yaşayanlarsa genellikle daha büyük başarılara ulaşıyor haliyle.
***
Mihail, başka bir olayı anlatmaya başlıyor:
Yine tanıdığı bir iş insanı, eşin dostun da ısrarı ve tavsiyeleriyle Moskova trafiğinde bunalmaktan kurtulmak, biraz daha az yorulmak için sonunda şoför kullanmaya karar vermiş.
İlan verip bir şoför bulmuşlar.
Şoför, senelerdir bu işi yapmış, orta yaşlı, efendiden bir adammış.
Bir önceki işvereni yaşlı birisiymiş. Adamcağız ölünce işsiz kalmış.
Trafik kurallarına tamı tamına uymanın işinin gereği olduğunu bilen, arabasına bakan, her daim tertemiz tutan bir şoförmüş.
Yeni patronu yeni şoföründen memnunmuş ama kendisinin de şoförlüğü var ya, hem de iddialı olanlarından ya, hiç rahat durmuyormuş.
“Sağdan git, sola yanaş, vitesi değiştir, sinyal ver, daha yavaş, daha hızlı..” diye durmadan müdahalede bulunuyormuş.
Şoför, sakin ve tahammüllüymüş. Hiç sesini çıkarmadan yeni işvereninin dediklerini bir patron talimatı olarak kabul edip, uyuyormuş.
Neyse, zaman içinde aralarında dostluk oluşmuş. Birbirlerine alışmışlar ama bizimkinin huyu değişmemiş. Karışmaya devam ediyormuş.
Bir gün şoför dayanamamış, “Efendim, madem daha iyi biliyorsunuz arabayı siz niye kullanmıyorsunuz? Bana ne ihtiyacınız var?” diye isyan etmiş.
Bizimki, önce şaşırmış, sonra, “Tamam, sağa çek,” demiş, direksiyona geçmiş.
Şoför de arkaya oturmuş.
Garip bir durum ortaya çıkmış.
Patron arabayı kullanıyor, şoförü arkada yayılmış, gazete okuyor.
Bu birkaç gün böyle devam etmiş. Sonunda patron olayın saçmalığını kabul edip, çok zorunlu olmadıkça karışmamaya karar vermiş.