Refet Kayakıran
İlk Mc Donald’s restoranı, Kremlin’e beş dakika yürüyüş mesafesinde 2 kilometrelik Moskovalı kuyruğuyla 1990’da açıldığında SSCB artık iflas etmek üzereydi. Oradan ilk geçtiğimde kuyruk hâlâ yerinde duruyordu ama Sovyetler tarihe karışmış, ve Rusya da tüm diğer SSCB cumhuriyetleri de artık kapitalizme teslim olmuştu.
Hiç fazla eveleme geveleme siyasi jargon kullanmaya gerek yok… SSCB halkları, 1980’lerden itibaren Batı’daki özgürlüğü ve tüketim malları bolluğunu anlamış, kendi ülkelerinde yokluklarla kuyruklarla sürünmekten bıkmış usanmış ve sonunda hiç de gerçek olamayan bir Sovyet sosyalizminden, Batı kapitalizmine, kansız, savaşsız yumuşacık geçivermişti. Ağababa Rusya da 1991’de bunu onaylamak zorunda kalmıştı.
Bugün hemen bir oylama yapılsa, Rusya nüfusunun %60’ı “hemen Avrupa Birliği’ne (AB) üye olalım” der. Bunu Sovyetlerin dağıldığı 1991’den itibaren nasıl Estonya’dan Polonya’ya tüm eski Sovyet paydaşları hemen istediyse (ve hemen kabul gördüyse ) Rusya’ya sormak, davet etmek, masaya oturmak Avrupa’nın göreviydi! Sormadılar, davet etmediler, masaya oturtmadılar… Batı, Rusya’nın çeperini kuşatmayı ve en son Gürcistan’a bile ulaşmayı hedefledi ama Rusya’ya yaklaşmayı beceremedi veya istenmedi! Evet NATO ile kısa bir flört yaşandı ama AB, NATO’suz bir yaklaşımda bulunamadı.
Aslında Rusya, tüm diğer Sovyet paydaşlarından önce hemen AB ile masaya oturtulmalı ve derhal NATO üyesi yapılmalıydı! Oysa Batı, adım adım tersini yaptı ve sanki ayıyı gittikçe ininin derinlerinde kıstırdı! Sonunda ayı da can havliyle dışarı fırladı ve pençesini en yakınına, kardeşine attı.
SSCB’yi kansızca yok etmiş, kapitalizme geçmiş, tüm diğer Sovyet paydaşları gibi kendince bir demokrasi yolunda ilerleyen Rusya, bir Macaristan, bir Polonya, bir Yugoslavya kadar Batı ittifaklarını hak etmiyor muydu? 1917’den itibaren ve sonrasında 20 milyon vatandaşının kanıyla oturtulmaya çalışılan Sovyet rejiminden bir çırpıda kansızca özgürlüğe kapı açan Rusya, ABD ve AB’nin yakın ilgi ve şefkatini hak etmiyor muydu?
Yani Rusya’ya da, Putin’e de hâlâ SSCB gözüyle bakmak ve kendi rejimini yaymak isteyen bir emperyal gözüyle onları değerlendirmek tam bir cehalettir. Biz, 90’lardan bu yana iş yapanların ve tüm dünyanın gözü önünde, Rusya, adım adım tüm kurumlarıyla, yasalarıyla hızla kapitalist bir sisteme evrilmiştir. Putin’in ağzından da tek bir SSCB veya sosyalizm övgüsü duyulmadığı gibi tersine eleştirileri boldur! Demokratik gelişimi de haliyle bir süreç alacaktır. 1950 den beri demokrasi yolunda çırpınan Türkiye bunu en iyi anlayacak bir ülke iken, şu anda herhalde ne Macaristan ne Polonya henüz demokratik kurumlarını da, gelişimlerini de, AB’nin tüm desteğine karşın tamamlamamıştır. Kaldı ki 140 milyonluk Rusya’da, Putin gibi 40’lı yaşlarına kadar Sovyet kafasıyla yetişmiş bir başkan ve onun yaşıtı bir idare ve nüfusun hakimiyetinden, 1990 sonrası yetişmiş Batılı normlara sahip bir nüfus ve yönetime evrilmek bir süreç de alacaktır. Bunu hızlandırmak ve kucak açmak Batı’nın elindeydi!
1960’lardan beri Avrupa kapılarında süründürülen Türkiye, Batı’nın, Rusya dışındaki tüm Varşova paktı üyelerini NATO’suyla, AB’siyle hemen sarıp sarmalayıp kucaklamasını, içine almasını nasıl yadırgayıp belli bir kırgınlık yaşıyorsa, Rusya da sessizce ve derinden bu ötelemeyi yaşamaktadır!
Savaşsız, mutlu, özgür bir dünya için Rusya’nın yok ettiği SSCB sonrasında, bu ikili ve artık Çin’le de üçlü gerilime dayanan “Soğuk Savaş”tan ve de yaratacağı sıcak savaşlardan medet umanlar, bundan kâr edenler, Rusya’ya SSCB muamelesi yapmaktan çıkar sağlayan ve şu anda Ukrayna savaşını durduracaklarına, oraya silah yollamaya başlayanlardır.
Aman dikkat, yine Goeben ve Breslau Boğazlardan geçmeye kalkmasın!