Son 30 yılda Türk-Rus ilişkilerine damgasını vuran en önemli olayın hangisi olduğu sorulsa, verilmesi gereken tek bir yanıt var.
O yanıt ne Türk-Amerikan ilişkilerinde fırtına yaratan S-400 füzeleri ne Türk Akımı Projesi ne Akkuyu Nükleer Santrali hatta ne de Rus Büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesi.
Elbette bunların hepsi çok önemli ama birinci sıraya yazılması gereken olay, 24 Kasım 2015 tarihinde Rus uçağının düşürülmesi.
Artık arşivin tozlu raflarındaki yerini almış ve çoktan unutulmuş eski bir olay gibi düşünülse de, uçak krizi Türk-Rus ilişkilerinde bir milat oldu, özellikle Moskova açısından, özellikle bugün anlamamız açısından.
Rus uçağını düşürme emrini kimin verdiği, SU-24’ün Türk hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle bir Fetö tezgâhı olarak mı düşürüldüğü soruları bir yana…
Uçak olayıyla ilgili olarak hem Türk hem Rus hem de uluslararası kamuoyunda yanlış bilinen bir gerçek var: Ankara’nın özür dilemesi.
SU-24’ün düşürülmesinin ardından iki ülke arasında aylar süren bir kriz yaşandı, ta ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yazdığı mektuba kadar.
27 Haziran’da 2016’da Rus tarafı mektubun içeriğini, “Erdoğan düşürülen uçak için özür diledi” diye açıkladı. Ankara mektupta “özür” ifadesinin yer almadığını açıklasa da Türk ve yabancı kamuoyunda Rus medyasına benzer yorumlar öne çıktı ve “özür dilendi” kanısı genel kabul gördü.
Elbette, ülkenizin çıkarları özür dilenmesini gerektiriyorsa dilersiniz, bunda bir beis yok. Zaten bu yazının amacı da konuya milliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşmak değil.
Peki mektupta “özür” ifadesi var mıydı?
Aslında kısmen vardı ama Rus tarafının göstermeye çalıştığı gibi bu özür Rus uçağının düşürülmesi için değildi; uçağın pilotunun ölmesi nedeniyle ailesine yönelik bir özürdü bu. Uçağın vurulması için ise, “derin üzüntü duyulduğu” belirtiliyordu. Kaldı ki, Türkiye’nin defalarca uyarılmasına rağmen hava sahasını ihlal eden bir yabancı uçağı düşürdüğü için özür dilemesi absürt olmaz mıydı?
Rusya’dan özür dilendi, dilenmedi meselesi çok mu önemli?
Evet, çok önemli.
Peki neden?
Çünkü Putin “uçak krizi” başlar başlamaz ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye’ye üç koşul ileri sürmüştü:
1-Uçağın düşürülmesi için özür dilenmesi.
2-Uçağı düşürenlerin yargılanması.
3-Tazminat ödenmesi.
Üçüncü madde belki perde arkasında uygulanmış olabilir ama asıl önemli olan ilk iki koşula uyulmadığı çok açık.
O zaman akıllara bir soru gelmesi gerekiyor: 24 Kasım günü “Türkiye bizi sırtımızdan hançerledi” diyen ve “düşman” ilan eden Rusya nasıl oldu da talepleri yerine getirilmediği halde barışmayı kabul etti?
İşin daha da ilginci, Ankara’nın krizi aşmak için araya koyduğu arabuluculara rağmen yumuşamayan Putin’in 2016 mayıs ayında Atina’yı ziyareti sırasında “durup dururken”, “Aslında biz de Türkiye ile iyi ilişkiler istiyoruz…” demesiydi.
İşte, Türk-Rus krizinin en can alıcı noktası burası.
Türkiye’yi “cezalandırma” siyasetine büyük olasılıkla uzun süre daha devam etmeyi planlayan Rusya neden aniden “U dönüşü” yaptı?
Yanıt basit: Bütün bu gelişmeler 15 Temmuz darbe girişiminden hemen önce yaşandı.
Türkiye’nin Batı ile zaten gergin seyreden ilişkilerinin daha da bozulacağını gören Rus diplomasisi, bu durumu fırsata çevirmek için aniden çark etti.
Zaten sonrası çorap söküğü gibi geldi: Türk Akımı imzalandı, Akkuyu’da Rusya’nın istekleri kabul edildi, 24 Kasım’a kadar Suriye’de birbirlerine çelme takan iki ülke iş birliği yapmaya başladı, S-400 füzelerinin satışı gerçekleşti ve Ankara’nın Batı ile ilişkileri açıldıkça açıldı.
Herhalde Rus diplomasisinin hakkını teslim etmek gerekiyor…