İsmini gizli tutan bir Rusya vatandaşının Moscow Times gazetesinde çıkan ve hem ABD’yi hem de ülkesini eleştiren “Rusya’dan Amerika’ya aşk mektubu” başlıklı yazısının özet çevirisi.
10 yıldan biraz daha uzun süren harika bir balayı yaşadık. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından hem tatlı hem de korkutucu 1990’lar iki tarafı da eğlendirdi. Açılan baraj kapaklarından içeri Batı’dan gelen sesler, görüntüler ve uzmanlar doldu. Danışmanlar, yardımseverler ve çantalarla kültürünüz, kurumlarınız ve finansal uygulamalarınız da geldi. Her zaman başarılı olamasak da hepsini taklit etmeye çalıştık.
Sovyet dönemindeki Pepsi’nin tekeli kırıldı, McDonald’s geldi, Disney ve CNN’in yanı sıra Amerikan televizyon şovlarının kopyaları ortalığı kapladı. Rus mizahı yeniden yer üstüne çıktı. Kutsal liderlerimizin kuklalarını yapıp eğlenmeye başladık. Amerikan malı blucine ulaşabildik. Bugün bile sokaktaki her 10 Rus gencinden 8’i kot giyiyor.
Amerikan şirketleri ve yayıncılarıyla çalışırken dostlar edindim. Bir nesil genç insan kendi imparatorluklarını kurarken kapitalizmi ve kurumsal kültürü öğrendi. Silahların indirimi, uzayın keşfi ve Çinlilere güvenmeme gibi konularda ortak çıkarlar geliştirdik.
Ama bir şeyi fark edemediniz. Size 70 yıl boyunca şanssızlık yaşamış saygın bir kültür olarak göründük. Oysa, arabayı hızla duvara süren hormonları tarafından kontrol edilen gençler gibiydik. Aslında bazı açılardan hâlâ öyleyiz.
Siz ise, memnun olmadığı evlatlarını anlamaya ve yönetmeye çalışan ebeveynler gibiydiniz.
Seçkinlerimizin çaldıkları paralarla ve kârlı iş anlaşmalarıyla servet kazanan Avrupa ise, bize basmakalıp sözler söyleyen dedemiz gibi davranıyordu.
Yeni dünya düzeni böyleydi işte…
İlk demokratik seçimle işbaşına gelen şapşal yaşlı liderimiz (Boris Yeltsin kastediliyor-MG) 1999 yılında iktidarı genç bir güvenlik görevlisine devretti. Biz güçlü liderleri severiz.
Başlangıçta Putin size aşıktı. 2000’lerin başında ABD’den “en iyi ortağımız” diye söz ederken ciddiydi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının trajedi olduğunu söylerken insanların yaşadığı acıları kastediyordu. Ama onun hemen ardından söylediği, “Sovyetler Birliği’ni yeniden kurmak beyinsizliktir” cümlesi nedense fazla dikkat çekmedi.
Yanlış anlama olmasın.
İktidara olan düşkünlüğünü ve Rusya ile Ukrayna’nın yıkımını haklı göstermeye çalışmıyorum. Sadece kaçırdığımız fırsattan söz ediyorum ve bugünkü kabusun kökenleri hakkındaki bakış açımızı paylaşıyorum.
Bu sırada biz orta sınıf kazandığımız petrol dolarlarını sizin bize öğrettiğiniz gibi zevklerimiz için harcıyorduk. Haklarımızı koruyacak kurumlar yaratmayı ihmal ettik. İnsana yakışır bir yaşam standardı ile onu sürdürmek ve büyütmek için gerekli değerler arasındaki ilişkiyi bir türlü kavrayamadık.
Demokrasi, uğruna topluca savaşmaya hazır olduğumuz ya da bu konuda istekli olduğumuz bir şey değil bizler için. Seçimler tümüyle hileli bir sisteme evrildi. Devlet şirketlerinde ya da devletle iş yapan şirketlerde çalışanlar-ki toplam seçmenlerin yarısını oluşturuyorlar- sandık başına gidiyor, pusulanın fotoğrafını çekiyor, sonra da iş yerindeki insan kaynakları müdürüne gönderiyor. Ya da sonuçlarına katlanıyor.
Neden böyle oldu?
Sorumlu kısmen biziz.
Bizim için haklar mutluluğa benziyor, elde edeceğimize inanmadığımız için vazgeçmemiz kolay oluyor. Bu durum özellikle yaşlı nesiller için geçerli. Aile büyükleri ya da bizzat kendileri 2. Dünya Savaşı’nı yaşamış bu yaşlı insanlar en önemli şeyin yeniden savaş çıkmaması olduğunu söyleyecektir.
Bu düşünce tarzı tam tersine savaşın neden çıkması gerektiğini haklı göstermek için manipüle ediliyor.
Farklı düşünen gençler de var. Özgürlük ve barışa susamış bu gençler Batı’nın ana vatanımızı yok edeceği masallarına inanmıyor. Ne yazık ki bu değerleri savunmak için seferberlik ilanı öncesinde ve sonrasında ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar. Nüfusumuz bir milyon azaldı. Hayır bu insanlar korkak değil; nedensiz yere öldürmek ya da ölmek istemiyorlar.
Somut bir şeyler yaptıkları için bizden daha cesurlar. Buradaki durumun umutsuz olduğunu gördükleri için İran, Mısır ve hatta Çin’deki zayıf kalkışma denemelerine kalkışmadılar; Kremlin’e yürümek yerine sınıra gittiler.
Şimdi ülkemiz savaş sürdürürken her şey normalmiş gibi hayatlarımızı sürdürüyor, kuaföre, spor salonlarına gidiyoruz.
Bazılarımız, Rus istisnacılığının kalan dostlarımız ve eski aile üyelerimizin gözünde lekelendiğinin farkında. Bu size neden olmuyor? Paranıza küresel bağımlılıktan mı? Gerçi, Tolstoy ve Rasputin’in Yıldız Savaşları karakteri Luke Skywalker gibi pazarlanamadığını kabul ediyorum.
Rusya uzmanı efsane diplomat Jack Matlock bir zamanlar Rusya ile ABD arasındaki ilişkileri sarkaca benzetmişti. Sarkaç mutlaka döner ama bizi yeniden kucaklamaya hazır olduğunuzda nasıl görüneceğiz acaba?
Yıllarca uzay yolculuklarının tartışmasız lider ülkeleri olduk. Uzay, iş birliği yaptığımız son konulardan biri olsa da biz bu alanda da geri kalmaya başladık. Siz Ay’a füze gönderiyorsunuz, biz Kiev’e.
Bugün iki ülke de silah sanayilerinin kölesi durumunda olsa da köleleştirme geleneklerimiz çok daha gerilere gidiyor. Sizin beyazlarınız diğer ırklara baskı yaparken bizim soylularımız Kafkasyalıları köleleştirmiş. Bu durum Sovyet döneminde devam etmiş, şimdi ise kleptokratların boyunduruğu altında yaşıyoruz.
Direnmememizin nedeni travma sonrası stres bozukluğunun getirdiği güçsüzlük.
Dostoyevski’nin yazdıklarının tersine, artık iç gözleme takılıp kalmıyoruz. Birkaç çılgın ve onların eşit derecede dengesiz destekçileri tarafından yönetilen bir devekuşu ulus haline geldik.
Fotoğraf: Boris Yeltsin (solda) ve Bill Clinton