Ben hayatımda böyle bir şey görmedim!.. Baktığım her yerde bir fotoğraf karesi var. Sadece yemek yemek için geldiğim Ürgüp’te kalbimi bırakıp dönüyorum. Yok böyle bir doğal güzellik.
Günlerden mantı günüydü çünkü Kayseri’deydim. Ziyaret ettiğim iş arkadaşlarım bir değişiklik yapıp testi kebabı yiyelim dediler. Önce mırın kırın ettim. Kayseri’ye gelmişim ne testi kebabı? Kayseri mantısına hasta olurum. Gece rüyamda bile görürüm. Sonra dediler ki buraya çok yakın, Ürgüp’te. Ürgüp mü? Kapadokya Ürgüp mü? Hiç gitmemiştim Kapadokya’ya. Bir heyecan bastı birden. Hepsinden önce koşarak arabaya bindim.
Yol boyunca üzüm bağları gördük. Şıra mı yapıyorlar dedim. Hem şıra hem de şarap yapılıyormuş çok şaşırdım. Kayseri’de otel dışında içki içecek yer yok. Ama 45 dakika araba ile gidince her yer şarap. Buraya bağ bozumuna bile gelinir diye geçirdim içimden.
Turasan’ın önünden geçtik. Turasan 1943 yılından beri 3 kuşaktır şarap üretiyor. Yüzlerce dönüm arazilerde Öküzgözü, Boğazkere, Kayacık Karası, Chardonet Cabarnet Sauvignon, Merlot gibi çeşitli üzümler yetiştiriyorlar. Maalesef ki bavulum yok. El bagajında uçağa almayacakları için şarap alamadım, içimde kaldı.
Ve derken ilk peri bacasını gördüm. Muazzam bir doğa harikası. O koca kaya nasıl da tepesinde duruyor? Nasıl olmuş bunlar? Kapadokya meğer milyonlarca yıl önce bir denizmiş. Çevresindeki Erciyes, Hasandağı gibi yanardağlar patlayarak denizi kurutmuş. Deniz çukuru lavla dolmuş. Ve yıllar boyu buradan akarsular geçmiş, sel olmuş, sert rüzgarlar fırtınalar buradaki lavları aşındırmışlar, önce vadiler, sonra peri bacaları oluşmuş. Milyonlarca yıl sonra bu muazzam görüntü ortaya çıkmış. İçinde halen yaşayanlar var inanmıyorum. Daracık sokaklara giriyoruz. Tüm yapılar Nevşehir taşından yapılmış. Müthiş bir doku.
Derken testi kebabı yiyeceğimiz Millstone Cave suites’e geliyoruz. Şaka yapıyor olmalılar diye düşünüyorum. Sanki arkada bir kamera var, masa, peri bacaları hepsini kadraja göre ayarlanıp yerleştirilmiş, bana da geç merkeze otur, şimdi çekime başlıyoruz diyorlar. Burada alkolik olur insan diye düşünüyorum. Bu ne güzel manzara bu ne keyif?
Derken 2 saat önce sipariş ettiğimiz testi kebabı geliyor. Üzeri hamurla kapatılmış Avanos testileri kendi başlarına zaten harika. İçinden ne çıkacak acaba? Garson koca bir satırla testiyi kırıyor. Kırarken elini de yakıyor. İçinden muazzam bir et çıkıyor. Mis gibi baharat kokulu lokum bir et.
Soruyorum, bu nasıl yapılıyor diye. Ellerinde dana, koyun ne varsa kuşbaşı olarak testiye koyup kömürde eti pişiriyorlarmış. Üzerine domates, sarımsak, çeşitli baharatlar koyduktan sonra testinin ağzını hamurla kapatıp köz ateşe gömüyorlarmış. Yaklaşık 2 saat sonra testinin ağzındaki hamur pişince yemek de pişmiş oluyormuş. Testilerin de ayrı bir güzelliği var. Avanos’ta Hititlerden beri yapılırmış çanak, çömlek. Babadan oğula geçen bir meslekmiş bu. Kızılırmak’ın eski yatağından toplanan killi toprağın çamur edilip pişirilmesiyle yapılırmış.
Yemekten sonra kahvelerimizi içmek üzere 1500 yıl önce keşişlerin ve rahiplerin barındığı şimdilerde otel olarak kullanılan Argos in Cappodocia’ya geçiyoruz. Artık bir kuzuyum ben! Nereye derlerse oraya gidiyorum. Burası da mı masal diyarından çıkmış gibi olur be kardeşim! Otelin önündeki Seki Restoran’ın içinde dolaşıyorum, aldıkları ödülleri boy boy duvarlarda. En iyi şarap listesi ödülü, mükemmellik ödülü, gümüş madalya, altın madalya vb. Nereye geldim ben? Dekorasyonu ayrı, kurutulmuş elması, üzümü ayrı, bezir hanesi ayrı güzel. İçimden çığlık atmak geçiyor ama ayıp olur diye susuyorum.
Masaya oturuyoruz. Cappodox’u konuşuyoruz. Her yıl Mayıs ayında Kapadokya’da yapılan müzik, çağdaş sanat, gastronomi ve açık hava programlarını içeren bir festival. Daha da etkileniyorum. Arkadaşlar aralarında sohbet ediyorlar, onları dinleyemiyorum. En sevdiklerime gün boyu çektiğim fotoğrafları göndermekle uğraşıyorum. Daha Kapadokya’nın gün doğumunu, batımını balonlarını, açık hava müzesini görmedim bile. Buraya yeniden gelmeliyim, en sevdiklerimle gelmeliyim diye kendime söz veriyorum.
Sevgiyle kalın,