Öyle görünüyor ki Ukrayna için başından beri belli olan kaçınılmaz son beklenen de büyük bir hızla yaklaşıyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’yi “diktatörlük”le suçlaması ironik. Çünkü asıl mesele Zelenski’nin gerçekten diktatör olup olmamasında değil, bu konunun aslında Trump’ın umurunda bile olmaması. Belli ki kafasında yüzeysel ya da kapsamlı bir plan var ve bunun için Zelenski’yi en kısa sürede saf dışı etmesi ya da en azından etkisizleştirmesi gerekiyor.
Ne Ukrayna’nın ABD desteği olmadan savaşı sürdürebilecek gücü var ne de Zelenski’nin Trump’a sonuna kadar direnebilecek hali. Üç yıldır “taşıma suyla” savaşan Ukrayna acı ilacı yutmak zorunda.
Trump Ukrayna liderini iyice hırpalamak için argoya kaçan bir üslupla, “Parayı biz verdik, savaşın ne zaman biteceğine de biz karar veririz. Oturun oturduğunuz yerde” demeye getiriyor, aynı zamanda Ukrayna’nın değerli madenlerinin peşinde olduğunu açıkça söylüyor.
24 Şubat 2022’de Rus birlikleri Ukrayna topraklarına girdiğinde Zelenski’nin iki seçeneği vardı: Savaşmak ya da teslim olmak. O ülkesi için doğru kararı verdi ve saldırıya uğrayan ülkesinin anahtarını teslim etmedi.
Ama bu Zelenski’nin hataları olmadığı anlamına gelmiyor.
Hangi hatalar mı?
Bu sorunun doğru yanıtını bulabilmek için savaşın öncesindeki gelişmeleri hızlıca hatırlayalım:
Ukrayna’da 2014 yılı başında yaşanan Batı destekli ve kışkırtmalı iktidar değişikliğine Moskova’nın tepkisi önce Kırım’ı ilhak etmek oldu. Birkaç hafta sonra da Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçılar Rusya’nın desteğiyle ayaklandı ve çatışmalar başladı. 2014 ve 2015 yıllarında imzalanan Minsk anlaşmalarıyla çatışmalar donduruldu. Batı’nın arabuluculuğunda imzalanan anlaşmalara göre Kiev’in isyancı bölgelere bir çeşit özerklik tanıması gerekiyordu. Ancak ne Rusya ne de Ukrayna anlaşmanın kendi payına düşen maddelerini uygulamaya yanaştı.
Ukrayna’da 2019 yılındaki başkanlık seçimlerini kazanan Zelenski, sorunu halının altına süpürmeye devam etti.
Oysa Ukrayna Minsk anlaşması hükümlerini uygulayarak ayrılıkçıların bulunduğu bölgelere özerklik verebilir, en azından böylece Rusya’nın bu konuyu bahane olarak kullanmasının önünü kesebilirdi.
Bu yetmezmiş gibi Zelenski NATO’ya üye olma düşüncesini giderek yüksek sesle dile getirmeye başladı.
İşin gerçeği, burnunun dibinde NATO askerlerini görmek Moskova için kâbusun da ötesinde bir senaryoydu.
Zelenski’ye akıl verenler Gürcistan’ın başına gelenleri de hatırlatmalıydı.
Ne gelmişti Gürcistan’ın başına?
ABD tarafından “doldurulan” Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili, karşısında tokat atana yumrukla karşılık veren öfkeli bir dev olduğunu unutarak NATO üyesi olmak istediklerini bağıra çağıra söylemekle kalmadı, bunu Rusya’nın nasıra basarak, gözlerinin içine bakarak yapmaya kalkıştı.
Ukrayna’nın doğusundaki iki ayrılıkçı cumhuriyet gibi Gürcistan’ın da sorunlu iki bölgesi vardı: Abhazya ve Güney Osetya.
Gürcistan fiilen bağımsız olan bu iki bölge üzerindeki hakimiyetini yıllar önce kaybetmişti.
Rusya tuzak hazırladı, Gürcistan koşarak bu tuzağa düştü.
Güney Osetya’da Gürcü hakimiyetini yeniden sağlamak için 2008 Ağustos ayında operasyon başlattı.
Ama Rus tankları zaten hazır bekliyordu.
Savaş çok kısa sürdü.
Sonuçta Gürcistan utanç verici bir yenilgi yaşamakla kalmadı, Güney Osetya ile Abhazya’yı tümüyle kaybetti.
Saakaşvili’yi cesaretlendiren ABD ise birkaç kınama açıklamasıyla Gürcistan’ı kaderiyle baş başa bıraktı.
Birilerinin tüm bunları Zelenski’ye hatırlatması gerekirdi.
Oysa o göz göre göre Saakaşvili’nin hatalarını tekrarladı, kendi kendini köşeye sıkıştırdı, Batı’nın ipiyle kuyuya inebileceğini sandı.
24 Şubat 2022 geldiğinde artık savaşmak ya da teslim olmak dışında bir seçeneği kalmamıştı.
Filler tepişirken Ukrayna’nın ezileceği başından belliydi.
Sonuçta değişmez kural işledi, parayı veren yine düdüğü çaldı.