Ünlü iktisatçı Jean Say’a atfedilen “Paradan daha önemsiz hiçbir şey yoktur” sözü, modern bireyin para karşısındaki duruşu ve ona verdiği büyük ve türlü anlamlar birlikte düşünüldüğünde, kişinin bilincini ters yüz eden, şaşırtan ve onu sarsan bir düşüncedir.
Bu çok sıra dışı sözüyle paranın değerinin itibari olduğunu, aslında metalar arasında yürütülen değiş tokuş ilişkilerinin üzerine örtülmüş bir şal olduğunu yani gerçek manada bir değerinin olmadığını ve sadece bir araç olduğunu anlatmak istemişti Say.
Say’ın ekonomi bilimi açısından çok çarpıcı bir biçimde ifade ettiği, tarihte yaşanmış büyük savaşlar, ekonomik krizler ve devrimler sırasında ve sonrasında oluşan hiper enflasyon dönemlerinde paranın değerinin ve alım gücünün çok düşmesi; önceden bir ev satın alınabilecek kadar parayla, tek bir salam alınabilmesi şeklindeki trajik olayların da doğruladığı paranın işte bu hiçliği oldukça düşündürücüdür.
Say’ın kendi ekonomi teorisini ortaya koyarken, paranın aslında değersiz bir nesne olduğu düşüncesini son derece güzel ifade eden; “Paradan daha önemsiz hiçbir şey yoktur” sözünü analoji yöntemiyle alarak, paranın anlamını sorguladığımız bu yazımızın merkezine oturtmak uygun olacaktır sanırım.
Mevcut ekonomik yapının, Bauman’ın ifadeleriyle “Onu istiyorsun, hak ediyorsun; o sana ait, onu elde edebilirsin, öyleyse git yakala onu” tavsiyesinin yarattığı ihtiyaç aldatmacasıyla zihni bulanıklaşan ve böylelikle baskı olmadan gönüllü uyum sağlayan birey, gerçekten ihtiyacı olmayan şeyleri ihtiyacıymış gibi düşünmeye başlamış; ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yalnızca bir araç olması gereken paranın konumunu daha da yükseltmiş, onu amaçlaştırmış; araçlarla amaçları birbirine karıştırmıştır maalesef!
Parayı yaşamının odağına yerleştirerek bizzat kendisini para üzerinden ifade eden, parası aracılığıyla kendini gerçekleştirmeyi uman, çevresini ve tüm dünyayı para açısından tanımlayan, insan ilişkileri büyük ölçüde parasal ilişkiler ağından ibaret olan günümüz insanı, modern fetişi olan paraya tapınmasını sürdürmektedir.
Paranın efendisi değil de kölesi olmayı seçen, onu elde edebilmek için durmadan çalışan; parayı güçle, saygınlıkla ve mutlulukla özdeşleştiren birey, elde ettikçe daha fazlasını istediği, gittikçe daha fazla harcadığı halde bir türlü doyuma ulaşamayan, Bauman’ın tespitiyle “tükettikçe endişesi artan modern insan” parayı kovalamayı sürdürmektedir.
Yaşam felsefesini para üzerine kuran, “kazanan her şeyi alır” mantığıyla onu elde ederse her şeye sahip olabileceğini düşünen birey, büyük bir yanılsama içinde bulunduğunun farkında değildir ne yazık ki!
Paranın yarattığı bir illüzyonla zihni sakatlanmış bulunan bireyin, paranın anlamının tam olarak ne olduğunu, ancak ciddi bir hastalık, bir ölüm tehlikesi ya da savaş gibi parayı hiçleştiren ve işe yaramaz kılan felaketler karşısında kalınca anlamaya başlayacağı aşikardır.
Halbuki yaşam normal akışında sürerken de, onu anlamlı ve yaşanmaya değer kılan gerçek sevgi, saygı, dostluk, merhamet gibi değerlerin; yani insanı insan yapan erdemlerin, para ile satın alınamayacağını, gerçekten değerli olanın para ile ölçülemeyeceğini kavrayabilmek, modern insanın en büyük sorunsalıdır kanımca…