Gecenin ilerlemiş saatlerinde karanlık bir ormanda yürürken birkaç kadına rastladım.
Kimi yürüyüş yapıyor, kimi ise koşuyordu.
Bazen akşamları ormanda yürüyüş yaparken benim bile aklıma korku düşüyor. İster genetik, isterse sonradan öğrenilmiş olsun ortaya çıkan o ruh hali insanın kendisini etkisiz ve yetersiz hissetmesine yol açıyor.
Benim tersime, karşılaştığım yürüyüş yapan Danimarkalı kadınların kendilerini güvende hissetmesinin perde arkasında aldıkları eğitim ve ülkenin onlara verdiği özgürlük belirleyici oluyor. Danimarka toplumunun kız çocuklarına gösterdiği eşitlikçi anlayış, çocukların ve kadınların kendilerini güvende hissetmelerini sağlıyor.
O kadınlar ormanda, caddede, sokakta geceleri özgürce dolaşabiliyorsa bu, başta ailenin, toplumun ve devletin onlara verdiği değer duygusundan kaynaklanıyor.
Gece yarısı yürüyüş yapan kadınları görünce şaşkın halde bakakaldım, hayranlık duydum.
Bu kadınlar bulundukları şartları kendi lehine çeviren, içindeki özgürlüğü yaşayan, baskılara karşı koyan muhteşem kadınlar. Özgürlüğüne düşkün olan kadınların öz güvenleri de ister istemez tam oluyor. Bu da, özgür ruhlu insanlar olduklarının en iyi göstergesi. Bir toplum kadın ve erkek eşitliği konusunda böyle olmalı…
Bazı geri kalmış toplumların insana ama özellikle kadına uyguladığı baskı, cinsler arasına tabu koyması kabul edilemez. Erkeğin kadının her türlü dünyayı keşfetme eylemini benliğine tehdit olarak algıladığı sürece toplum ilerleyemez. Koşturan, çalışan, zamanı gelince çocuk büyüten, ev geçindiren kadına toplum içinde hak ettiği yer verilmeli. Örneğin, özgürce günün istediği saatinde, istediği kıyafetle, istediği yere çıkabilmeli.
Özgürlük insanların en çok istediği ama aynı zamanda kafasını karıştıran olgulardan biri. Özgürlük insanın her istediğini yapması mı? Ya da istediğini yapmaması olabilir mi? Özgürlük kadın veya erkeğe, cinse, cinsiyete, cinselliğe indirgenmemeli. Kişinin özgürlüğü mü yoksa toplumsal özgürlük mü önemli?
Jean-Jacques Rousseau’nun dediği gibi “İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır.”
Demek oluyor ki özgürlük, kişinin herhangi baskıya, kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme, düşündüklerini ifade edebilme, dilediğince hareket edebilme ve bunun sonucunda mutlu olma durumudur. Ayrıca özgürlük kavramı, insanın yeteneklerini, eğilimlerini, beğenilerini rahatça geliştirebilmesi, kendisini istediği gibi ifade edebilmesi olanaklarına sahip olması demektir. Bu ise, herkesin özgür iradesi ile kendisini doğanın ve toplumun nesnel yasalarını insanların kendi yararlarına kullanabildikleri ve özgür koşullarından yararlanabildikleri özgür bir toplumda gerçekleşebilir. Nesnel dünyada özgürlüğe zihinsel, duygusal, bilişsel, düşünsel müdahalede bulunulmuyorsa, kişi özgürce davranış biçimini kendi seçebilme imkanına sahipse özgürdür. Fark ettiniz mi, siyasi, dinsel, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin düzeyi arttıkça, dinsel dogmalarla, siyasi kuramlarla özgürlük olgusunun içi boşaltılıyor, değeri azalıyor. İletişim araçları, bilişim teknolojileri yaşamımızı, zihnimizi, duygularımızı, davranışlarımızı, özgürlüğümüzü, kısacası her şeyimizi elimizden alıyor.
İnsanın düşünce ve ifade özgürlüğünün hiçbir güç tarafından sınırlandırılmasının etik ve ahlaki kabul edilebilir bir tarafını görmüyorum.
Ama öte taraftan, insanın davranış özgürlüğünün, toplum içindeki tutum ve eylemlerinin bir sınırı vardır. Demek istediğim, insan teoride sınırsız bir özgürlüğe sahip olabilir. Fakat pratikte tutum ve davranışlarında asla ve asla sınırsız bir özgürlüğe sahip olamaz.
İnsan dahil bütün canlılar doğal şartlarında özgür bir şekilde hayatlarını sürdürmelidir. Diğer insanların aynı derecedeki özgürlüklerine saygılı olmak kaydıyla, hayatımızın her alanında özgürlük olgusu içimize sindirmeliyiz.
İnsan bilgi birikimini, duygu ve düşünce olarak kendisini zenginleştirerek, kişiliğini geliştirerek ve aklını kullanarak özgürleşebilir.