7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırarak yaklaşık bin 200 kişiyi öldüren ve 250 kişiyi rehin alarak Gazze Şeridi’ne kaçıran Hamas’a, İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılarla karşılık verdi.
Son bir yılda bölgesel ve küresel düzeyde pek çok dengeyi sarsan Gazze’deki savaş, Arap dünyasının farklı bölgelerinde de değişime yol açtı.
Suudi Arabistan
Riyad, İsrail ile normalleşme görüşmelerini 7 Ekim’in ardından durdurduğunda, iki ülke arasında varılacak olası bir anlaşma, önceliğini İsrail-Hamas barış görüşmelerine bıraktı.
Araştırmalarını Almanya merkezli düşünce kuruluşu CARPO’da sürdüren Sebastian Sons, 7 Ekim’in aynı zamanda toplumsal düzeyde de Filistin ile dayanışmayı canlandırdığına dikkati çekiyor. İsrail-Hamas savaşının, siyasi ve ekonomik açıdan bakıldığında, Suudi Arabistan’ın sosyo-ekonomik dönüşüm projesine doğrudan bir tehdit olarak algılandığını ifade eden Sons, “Suudi siyaseti, son yılda, diplomatik düzeyde denge kurma çabalarına odaklanmış bulunuyor” değerlendirmesini yapıyor.
Lübnan
Hamas’ın İsrail’e saldırmasından kısa süre sonra, Lübnan’ın güneyinde faaliyet gösteren ve Avrupa Birliği (AB) tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan Hizbullah’ın silahlı kolu, İsrail’in kuzeyine saldırılar düzenlemeye başladı. Uzmanların kısa süre öncesine kadar kullandıkları “sınırlı çatışma” ifadesi ise Eylül ayından itibaren geçerliliğini yitirmiş, çatışmanın sınırları ortadan kalkmış gözüküyor. İsrail’in Eylül ayında, aralarında Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın da olduğu çeşitli üst düzey Hizbullah yöneticilerini öldürmesi ve Ekim ayının başında Lübnan’a yönelik kara harekâtına başlamasıyla birlikte, gerilim yeniden tırmanmış durumda.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nden (ECFR) Kelly Petillo, “Başlangıçta, Hizbullah İsrail ile savaşa katılmaya karar verdiği ve böylece Lübnan’ı savaşa sürüklediği için eleştirilere maruz kalmıştı” diyor. Petillo, “Buna rağmen Hizbullah’a Lübnan toplumunda verilen destek 7 Ekim’den bu yana artmış durumda” değerlendirmesini de sözlerine ekliyor.
Lübnanlıların çoğunun İsrail’in Gazze’deki faaliyetleri ve uluslararası diplomasinin ateşkes ilanı konusundaki başarısızlığı karşısında öfkeli olduğunun altını çizen Petillo, “Lübnanlılar, Hizbullah’ı, Filistinlilerle dayanışmanın tek garantörü olarak görmeye başladı” görüşünü aktarıyor.
Ürdün
Komşusu İsrail ile 1994 yılında bir barış anlaşması imzalayan ve Batı’nın geleneksel müttefiklerinden olan Ürdün, son yılı deyim yerindeyse “ip cambazlığı” yaparak geçirdi. Petillo, “7 Ekim’in ardından Ürdün, Filistin davasına verilen yüksek toplumsal destek ile İsrail ile ikili ilişkiler arasında denge kurmaya çalıştı” değerlendirmesini yapıyor.
Ürdün Kralı II. Abdullah ve Filistin kökenli eşi Kraliçe Rania, daha fazla Filistinli mülteci kabul etmek istemediklerini tekrar tekrar ifade ediyor. Petillo, “Ancak şimdi yalnızca Lübnan’da değil, aynı zamanda Batı Şeria’da da yeni potansiyel cephelerin açılmasıyla birlikte, Ürdün kendisini bir kabus senaryosuyla karşı karşıya bulmuş durumda” diye konuşuyor ve şu gözlemi aktarıyor:
“Yaşanmakta olan durum, 7 Ekim’in hemen ardından oluşan, savaşın diğer yerlere sıçrayarak bölgede yayılması ve bunu takiben Filistinlilerin Ürdün’e göç etmesi korkularını yeniden alevlendirdi.”
Batı Şeria
Berlin’deki Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP) Afrika ve Ortadoğu Bölümü’nde çalışmalarını sürdüren Peter Lintl, işgal altında bulunan Batı Şeria’daki durumun, 7 Ekim’in öncesinde de “çok gergin” olduğuna dikkati çekiyor.
Savaştan önceki dönemde de Filistin yönetiminin yıllar boyunca zayıf bir durumda olduğunu ve Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere saldırılar düzenlediğini kaydeden Lintl, mevcut sağcı İsrail hükümetinin koalisyon programında, Yahudiye ve Samarya adını verdikleri Batı Şeria’nın “yalnızca Yahudilere ait olduğunu” ifade etmelerinin de o dönemde gerilimi tırmandırdığını hatırlatıyor.
Lintl, savaşın patlak vermesinin ardından, Yahudi yerleşimcilerin Filistinli sivillere saldırılarının yanı sıra İsrail ordusu ile Filistinli militanlar arasında Batı Şeria’da yaşanan gerilimin de Eylül’de zirve yaptığını söylüyor.
“Batı Şeria, her an patlayabilecek bir barut fıçısı” benzetmesini yapan Lintl, “Normal zamanlarda, inanılmaz derecede yüksek ölüm sayıları nedeniyle müsamaha gösterilemeyecek bir durumun hâlihazırda var olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak bu, Gazze’deki savaş ve 7 Ekim tarafından gölgeleniyor” değerlendirmesini yapıyor.
Suriye
Beyrut’ta yaşayan ve Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşlarına da danışmanlık yapan Ortadoğu analisti Lorenzo Trombetta, “7 Ekim’de patlak veren savaş, 13 yıldır iç savaşın sürmekte olduğu Suriye’ye yönelik medya ilgisini, İsrail ve Gazze’ye yönlendirmiş oldu” diyor.
Suriye’deki savaşta Rusya, İran, Türkiye, İsrail ve ABD gibi dış güçlerin hakimiyetinin giderek arttığını kaydeden Trombetta, “Tüm aktörler terörizmle mücadele ettiklerini ve istikrar ve güvenliğin tesisini hedeflediklerini iddia ediyor” ifadelerini kullanıyor.
Öte yandan ilk yıllarda giderek daha fazla yalnızlaştırılan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Arap dünyası ve Avrupa sahnesine dönmeye başladı. Trombetta, “Esad’ın iktidarda kalacak olması, Suriye’de artık sorgulanır olmaktan çıktı” değerlendirmesini yapıyor.
Son bir yılda Esad’ın 7 Ekim ve savaş hakkında sessiz kalması da dikkat çekici. Trombetta, Esad’ın “sessiz bir diplomasi yaklaşımı” benimsediğini ve “medya ilgisinden uzak kalarak uzun vadeli iç politika hedeflerine kilitlendiğini” söylüyor.
Mısır
Kuzey Afrika ülkesi Mısır, bölgedeki tüm diğer ülkelerden farklı olarak, 7 Ekim krizini jeopolitik bir avantaja dönüştürmeyi başardı.
Washington merkezli Tahrir Orta Doğu Politikaları Enstitüsü’nün Başkan Yardımcısı Timothy E. Kaldas, Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah es Sisi’nin, Gazze’ye gönderilen ürünlerin izni ve kuşatmanın sürdürülmesi konusunda İsrail ile iş birliği yürüttüğünü vurguluyor.
Mısır’ın ateşkes görüşmelerinde oynadığı merkezi rolün, ülkenin uluslararası arenadaki önemini yeniden tesis ettiğini söyleyen Kaldas, “Kahire aynı zamanda Washington’dan da büyük miktarda ek destek elde etti” diye konuşuyor.
Eylül ayında Beyaz Saray, Mısır’a 1,3 milyar dolar değerinde askeri yardım yapılacağını açıklamıştı. ABD’nin son bir yılda, geçmişte yaptığı gibi, ülkenin insan hakları karnesinden ötürü yardımlarda kesintiye gitme politikasının artık mevcut olmadığının altını çizen Kaldas, “Mısır aslında insan hakları konusunda geçmişe göre çok daha kötü bir tablo çiziyor” diyor.
Ayrıca 7 Ekim’i takip eden süreçte Mısır halkının Gazze’deki savaştan ziyade ülkenin giderek kötüleşen ekonomisine odaklandığını kaydeden Kaldas, “Ancak İsrail’in Gazze’deki Filistinli sivillere yönelik işlediği korkunç savaş suçları, Mısırlıların dikkatini çekmeyi başardı” gözlemini aktarıyor.
Mısır’da kamuoyunun hükümete karşı eleştirel yaklaşımının kuvvetlendiğine dikkat çeken Kaldas, “Gelecekte, Batı’nın da desteğini almayı sürdürmeyi hedefleyecek olan Mısır yönetimi, bir denge bulmaya çalışacak” değerlendirmesini yapıyor.