Bir gün bir ortamda insanlığın artık tümüyle şehirleşiyor olmasının yarattığı sorunlardan konuşuluyordu. En büyük sorunun ormanları yok etmemiz olduğunu söylendi.
Devasa Amazon Ormanlarının bile giderek yok oluşu da örnek gösterildi. İnsanın doğaya ve de kendine verdiği en büyük zarar, ağaçları kesmesi değil plastiği keşfetmesidir, dedim. Elbette kimseyi inandıramadım. Sizi inandırabilmek için bir spekülasyon yapmayı deneyeyim:
Olmaz ama diyelim ki tam şu anda dünyanın her yerindeki bütün insanlar hep beraber hidayete erdik ve orman kaybının aslen kendi canımıza kastettiğini nihayetinde idrak ediverdik. O durumda ne yaparız? Elbette derhal ağaç dikeriz. Her birimiz tek bir ağaç bile dikse, yer küreyi işgal etmiş 8 milyarlık bir soy olduğumuza göre, birkaç sene içinde bu sorun yok olur gider. Elbette şimdiye kadar kaybettiğimiz asırlık ağaçları yeniden kazanmamız çok zaman alır ama gene de dünyamız hızla yeşerir ve sonunda bu sorun kökünden hallolur.
Olmaz ama diyelim ki şu anda dünyanın her yerindeki bütün insanlar hep beraber hidayete erdik ve plastik kirliliğinin aslen canımıza kastettiğini kavrayıverdik. O durumda ne yaparız? Elbette plastik olan herhangi bir şey kullanmayız, yeni plastik üretmeyiz ve de sağa sola saçılan plastik çöplerini elbirliğiyle toplarız. 8 milyar kişi hep beraber işe girişince toplanmadık çöp mü kalır? Bu durumda plastik kirliliği sorunumuz çözülür mü?
Hayır çözülmez.
Plastik çöpler sadece piknik alanlarını dolduran ya da denizlerde yüzen plastik şişelerden ibaret değil ki çözülsün. Şimdiye kadar ürettiğimiz bütün o plastik çöplerin göze görünmeyecek kadar küçülmüş olan parçacıkları hem okyanus sularında yüzüyor hem de havamızda uçuşuyor. Çünkü zamanla parçalanan plastikler ufalana ufalana toza dönüşüyor. Dünyamızın üçte ikisini kaplayan devasa okyanusların içindeki her bir su damlası plastik tozlarıyla tıka basa dolmuş durumda.
Dünyanın herhangi bir yerinden havalanan diğer tozlar gibi plastik tozları da rüzgarlara binerek kıtaları aşıp tam tepemize kadar ulaşıyor. Gökyüzündeki toz nehirlerinin içinde bin bir zehirle birlikte plastik tozları da akıp duruyor. Yağan kar ve yağmurla da o mis (!) tozlar toprağa geri dönüyor. İnsan ayağı değmemiş bembeyaz buzullar bile plastik tozlarıyla dolu. Buzullar eridikçe o mini minnacık plastiklerin tonlarcası suya dolayısıyla da toprağa peyder pey karışmayı sürdürüyor. Çünkü cinsine bağlı olarak süresi değişse de plastiğin doğada tümüyle yok olması yüzyılları buluyor. Birkaç yılı değil, onlarca yılı değil, yüzlerce yıl. Özetle, topyekûn harekete geçsek ve bugün plastik kullanımını tümden durdursak bile plastiğe boğulmuş olan havamız, suyumuz, toprağımız yüzyıllar sonrasında dahi pislik dolu olacak. Yeşilliğin azalması gibi istenirse kolayca geri döndürülebilir bir dert değil bu.
Keşfinden bu yana geçen kısacık sürede yarattığımız plastik çöpünün hesaba gelir yanı yok. Üstelik de çoğunu tek başına ABD üretiyor. Veee, en büyük çöp üreticisinin hiç de umurunda değil bu sorun. Her şey “kullan at” havasında ve bu konuda en küçük eğitime bile yanaşmıyor. Denize, toprağa, havaya kattıklarından arta kalanını da paketleyip Çin’e yolluyor. Üstelik çöp satın alıyor diye de Çin’i küçümsüyor. Oysa Çin çöp satın almıyor. ABD, çöplerini alsın diye Çin’e para ödüyor. Tıpkı para veriyorlar diye Avrupa’nın çöpünü Türkiye’nin alması gibi…
Parayı bastıran kendi çöpünü ötekine kakalıyor. Satan kurtuldum diye, alan para kazandım diye mutlu. Tam da kazan-kazan durumu. Oysa aslı kaybet-kaybet durumu çünkü dünya bir tane. Halısını balkondan silkeleyenin “Alt kattakinin evi kirleniyorsa bana ne, benim evim temizleniyor ya” sanması gibi. Ortalığa saldığı tozun geri geldiğini bilmeyişin salaklığı bu. Bu durum, ben havuzun öteki tarafına işemiştim demeye benziyor. Hepimiz içine ettiğimiz o havuzda yüzüyoruz. Çöpümüzü plastiğimizi kime kakaladığımızın hiçbir önemi yok. Dönüp dolaşıp bizim de bedenimize giriyor.
O yüzden söyleyin lütfen, hangisi daha büyük sorun, ağaç azlığı mı plastik çokluğu mu? Ormansızlaşmanın su ve besin kaybı başta olmak üzere yaşamsal önemini yadsıdığım, bu büyük sorunu indirgediğim falan sanılmasın. Benimki sadece belaları yarıştırmak.
Hızımı alamadım konuya geri dönüyorum. Karşılığında para ödüyorlar diye gavur dediğine “Sen çöpünü paketle bana ver, ben dönüştürüm” diye alıyor ya Küçük Amerika’mız. Kendi çöpünü izbe köşelere dağ gibi yığmaktan pek de öteye gidememişken, el âleminkini dönüştürmeye yetecek kadar tesisi nerede peki? Var olan üç beş tesiste ya plastikleri ufalayıp akan sulara katarak denizlerin canına okuyor ya da yakarak havayı bir güzel hallediyor. En baba dönüşüm tesisinde yapılansa iyice ufalayıp toprağa gömmek. Böylece ülkenin (yani dünyanın) suyuna, havasına, toprağına katılan zehirlerin miktarını kimse bilmiyor.
Küçük Amerika’nın her şeyi bilen kahvehane müdavimleri memleket geyiği döndürürken orman yakıp otel yapanlara küfretmeyi marifet biliyor ama popoyu kaldırıp sağa sola iki fidan sokuşturmuyor. Çevre için eylem var denilince yola düzülenlerin çoğunun kadın oluşu da ne acayip bir şey değil mi? Eee, ne de olsa kahve masasında çok meşgul adamlar, kadınların popoları üstüne ahkam kesme işinden başlarını kaldıramıyorlar.
Nezleymiş gibi sıklığına alıştığımız kanser gibi çevre belasından kaynaklı hastalıklar günden güne artıyor ama hastalıklar arttıkça şifacılar da artıyor. Şimdilerde “Orman terapisti” diye de bir meslek peydahlandı. Şimdilik yoksa bile yakında Küçük Amerika’da da bu meslek türeyecektir, niye eksik kalınsın. Orman terapistiyle tanışmayanlara ben tanıştırayım. Kendileri orman banyosu yaptırıyorlar efendim. Aaa, yoksa siz orman banyosunu da mı bilmiyorsunuz? Cık cık cık….
Dalgası bir yana, banyo lafının çıkıntılığı öte yana, ormanda geçirilen zamanın insana katkısı çok büyük. Şehir parklarındaki ağaçlık bölgede zaman geçirmek de çok işe yarıyor ama bizzat ormanda olmak çok daha fazlasını veriyor insana. Ağacıyla böceğiyle, kuşuyla solucanıyla, görüntüsüyle kokusuyla, havasıyla, sesiyle sessizliğiyle her şeyiyle iyi geliyor insana orman.
Orman içinde birkaç saat geçirince duygu durumu düzeliyor, depresyonu azalıyor, keyfi artıyor. Bunları bizzat biz de yaşayarak deneyimliyoruz. Ancak deneyimle fark edemeyeceğimiz şeyler de gelişiyor hem beynimizde hem de bedenimizde. Mesela immünitemiz yani belalarla savaşan savunma sistemimiz güçleniyor. İltihaplarımız kuruyor, gribimiz iyileşiyor, kanser hücreleri bile azalıyor. Bunlar lafügüzaf değil, bilimsel çalışmalarla gösterilmiş gerçekler. Mesela bir çalışmada bir grup insan zeka ölçümü (IQ testi) yapıldıktan sonra ormanda bir gece geçiriyor ve ertesi gün zeka ölçümleri yenileniyor. 20 puanlık artış saptanıyor ki bu çok önemli bir oran. Bu ne kadar güvenilir bir çalışmadır, orman gibi insanın artık yabancısı olduğu bir ortamda gece vakti kalmasının korkutucu olduğu kadar uyarıcı etkisiyle geliştiği anlaşılan bu zeka parlaması kalıcı mıdır hiç bilmiyorum ama bu ve benzeri pek çok olumlu gözlem var. Özetle, şöyle ya da böyle orman insanı iyileştiriyor ve de güçlendiriyor.
Bazı insanlar da “Hadi gel ben seni ormana götürüp nasıl yararlanabileceğini göstereyim” diyor. Ormanı solumasını koklamasını, ormana bakmasını görmesini, ormanı hissetmesini yaşamasını sağlamak için ona akıl hocalığı yapıyor. İşte o kişilere “orman terapisti” deniyor. Ormanın içinden geçip gitmenin değil de içinde durup ona nüfus etmenin adına da “orman banyosu” deniyor. Banyo lafının çağrıştırdığı temizlenme ve arınma yüzünden.
Yıllar önce ağaçlara sarılmak insanı iyileştirir ile başlayan moda günümüzde ağacı aşıp ormana ulaşarak orman banyosu kavramına evrildi. Doğadan çoktan kopmuş olan kapitalist düzenin kendine çeki düzen verme çabasının yarattığı bir moda bu. Bence çok da iyi bir moda. Ancak biz insanlar nereye gitsek oranın içine edenlerden olduğumuz için bu moda yaygınlaşır da daha çoğumuz ormanlara girer olursak durum ne olur diye düşünmemek de elde değil.
Geçenlerde dünyayı gezip video çekerek güzel yerleri gösteren bir sosyal medya fenomeni “Bu da kendi ülkemizden” diyerek Ege’nin nefis bir koyunu tepeden gösterirken kamerasını yamaca çevirip piknikçilerce atılan çöpleri gösterip “Bunları yapanların Allah belasını versin” diye uzun uzun ilendi. Ben de yanındaymışım gibi cevap verdim “Çoktan verdi zaten, sadece haberimiz yok.”
Konu ister orman olsun ister çöp hepsi aynı belanın öteki yüzü. Yaptıklarımızın ceremesini ödüyoruz. Atalarımız ne demiş: “Akılsız başa fayda yok.” Ben de o laftan araklamayla kendi lafımı ürettim: “Salaklığın tedavisi yok.”
Böyle zırlamanın da bilirim hiçbir faydası yok. Sahillerde plastik toplamak iyi de o topladıklarımıza neler olduğunu bilmemek de pek fena. Gene de kendi mutfağımızı plastikten arındırmaya ne dersiniz?
Orman tedavisi için yazılmış derli toplu bir yazı okumak isterseniz:
https://health.clevelandclinic.org/why-forest-therapy-can-be-good-for-your-body-and-mind
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
