Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana geçen 479 günde hem yeni bir dünya savaşı çıkması riski hem de nükleer silahların kullanılması tehlikesi sık konuşulur oldu.
Ukrayna elindeki nükleer silahlarını bağımsızlığını kazandığı 1990’ların başında teslim ettiği için nükleer bir güce sahip değil. Buna karşılık 5889 savaş başlığı bulunan Rusya bu alanda dünyada birinci sırada. İkinci ABD’nin savaş başlığı sayısı ise 5428. Ancak ABD’nin elinde atılmaya hazır durumda 1770 füzesi buluyor, Rusya’nın ise 1674.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Ukrayna’da nükleer silah kullanabileceklerini hiçbir zaman açıkça söylememekle birlikte birkaç kez imada bulundu. Rusya’nın nükleer doktrini ülke saldırıya uğramadıkça nükleer silah kullanılmasına izin vermiyor. Bu duruma rağmen Moskova’nın Ukrayna’da taktik nükleer füzeler, yani etkisi daha sınırlı silahlar kullanabileceği zaman zaman konuşuluyor.
Küresel Politikada Rusya’nın internet sitesinde 13 Haziran’da yayınlanan bir makale oldukça geniş yankı yarattı çünkü Moskova’nın insanlığın bir felakete sürüklenmesinin önleyebilmesi için nükleer silah kullanması gerektiğini savunuyordu. Üstelik makaleyi kaleme alan Sergey Karaganov (aşağıdaki fotoğraf) gibi sadece Rusya’da değil, Batı’da da çok iyi tanınan bir siyaset bilimciydi. Eski lider Boris Yeltsin’in yanı sıra bir dönem Putin’e danışmanlık yapan Karaganov düşünce kuruluşu Dış ve Savunma Konseyi’nin onursal başkanlığı görevini de sürdürüyor. Putin’e ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’a yakın olduğu bilinen Karaganov aynı zamanda dış politika analizleri takip edilen bir uzman.
Karaganov’un, “Zor ama gerekli bir karar” başlıklı makalesinin Medya Günlüğü tarafından yapılan özet çevirisi şöyle:
“Bana öyle geliyor ki ülkemiz ve yönetimi zor kararla karşı karşıya. Ukrayna’da bırakın ezici bir zaferi, kısmi bir zafer bile Batı ile çatışmamızın bitmesini sağlayamayacak.
Donetsk, Lugansk Zaporijya ve Herson’un tamamını kurtarsak bile bu sınırlı, minimum bir zafer olacak. Ukrayna’nın doğusunu ve güneyini 1-2 yıl içinde tamamen kurtarmak daha büyük bir başarı olur. Ama bu sefer de Ukrayna’nın bir kısmında eli silahlı ve öfkeli aşırı milliyetçi kesim kalır, bu da yeni bir savaşın çıkmasına yol açabilecek sürekli kanayan bir yara demektir.
Devasa fedakarlıklarla Ukrayna’nın tamamını kurtarsak bile yıkılmış bir ülke ve çoğu bizden nefret eden insanlar karşı karşıya kalırız ki bu daha da kötü bir seçenek. Onları “yeniden eğitmek” 10 yıldan fazla sürer.
Saydığım bu seçeneklerden herhangi biri, özellikle de sonuncusu, Rusya’yı çok ihtiyaç duyduğu manevi, ekonomik, askeri ve siyasi merkezini Avrasya’nın doğusuna kaydırma misyonundan uzaklaştıracaktır. Tabii bu sırada Batı düşmanlığını sürdürecek ve Ukrayna’da Rusya’ya karşı bir gerilla savaşını destekleyecektir.
Daha çekici bir seçenek Ukrayna’nın doğusuyla güneyinin kurtarılıp birleşmesi, Kiev’in tümüyle teslim olması, ülkenin silahlardan arındırılması ve bir çeşit tampon bölge yaratılması olurdu. Ancak bu sonuca ulaşabilmek sadece Batı’nın Kiev cuntasına desteğini kesmesini sağlamamız ve ABD önderliğindeki NATO’yu stratejik bir geri çekilmeye zorlamamız sayesinde olabilir.
Böylece çok önemli ama ender tartışılan bir noktaya geliyorum…
Ukrayna krizinin ve aslında genel olarak dünyadaki çatışmalarla askeri tehditlerin artmasının kökeninde çağdaş Batı’daki yönetici seçkinlerin giderek artan başarısızlıkları yatıyor.
Bu krize küresel güç dengesinde eşi görülmedik bir hızda yaşanan değişim eşlik ediyor. Değişimin öncülüğünü ekonomik olarak büyük ölçüde Çin, kısmen Hindistan ve askeri-stratejik alanlarda Rusya yapıyor.
Güç kaybetmek emperyalist-kozmopolit seçkinleri öfkelendirmekle kalmıyor, aynı zamanda korkutuyor da. Beş yüz yıldır çoğunlukla güç kullanarak kendi siyasi ve ekonomik düzenini empoze eden, kültürel hakimiyetini kuran ve dünyanın servetini yağmalayan Batı artık üstünlüğünü kaybediyor.
Batı’nın 1960’lardan beri mayalanan ahlaki, siyasi ve ekonomik çöküşü Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla duraksamıştı. Ancak ABD ve müttefiklerinin Irak ve Afganistan’da yenilmesi ve 2008’deki ekonomik krizle çöküş süreci 2000’lerde tekrar başladı.
Küresel güç dengesindeki sismik değişimi yavaşlatmak isteyen Batı geçici olarak toparlandı. ABD Rusya’nın ellerini bağlamak için Ukrayna’yı bir kum torbasına çevirdi.
Elbette Amerikalılar için en ideali ülkemizi havaya uçurmak ve böylece ortaya çıkacak alternatif süper güç Çin’i zayıflatmak olurdu. Bizler ise, ya çatışmanın kaçınılmazlığının farkına varamadığımız için ya da gücümüzü tam ortaya koyamadığımız için önceden tedbir almakta yavaş kaldık. Üstelik, esas olarak Batılı siyasi ve askeri düşünceye uygun olarak, nükleer silahların kullanım eşiğini yükseltmekte aceleci davrandık. Ukrayna’daki durumu hatalı değerlendirirdik, askeri operasyonu başlatırken tümüyle başarılı olamadık.
Batılı seçkinler, 70 yıl boyunca refah, tokluk ve barış yaşanan topraklarda kök salmış yabani otları insan karşıtı ideolojilerle besledi. Böylece aileyi, vatanı, tarihi, kadın-erkek sevgisini, inancı, yüce ideallere hizmeti, kısacası insani olan her şeyi reddettiler. Amaçları insanların küresel kapitalizme direnme yeteneklerini azaltarak onları kısırlaştırmaktı.
Zayıflayan ABD, Ukrayna’dan sonra çıkacak yeni bir krize sürüklemek için Batı Avrupa’yı ve ona bağımlı ülkeleri yok ediyor. Konumlarını kaybetme korkusuyla paniğe kapılan yönetici sınıflar ülkelerini bir katliama sürüklüyor. Bu nedenle, çoğu Batı ülkesi “liberal totalitarizm” olarak adlandırılabilecek yeni bir faşizme yöneliyor.
Asıl önemlisi, gelecekte her şey daha da kötüye gidecek. Ateşkes sağlanabilir ama uzlaşma mümkün değildir. Öfke ve umutsuzluk dalga dalga büyüyecek. Bu yol Batı’yı açıkça Üçüncü Dünya Savaşı’nın patlak vermesine sürüklüyor. Aslında şimdiden başlayan savaş tesadüfen ya da Batılı yöneticilerin beceriksizliği ve sorumsuzluğu nedeniyle tam bir yangına dönüşebilir.
Uzun yıllar boyunca nükleer stratejinin tarihini inceledim ve bilimsel olmasa da bir sonuca vardım. Nükleer silahlar, on milyonlarca hayata mal olan iki dünya savaşıyla cehennem korkusunu unutan insanlığa cehennemi hatırlatmak için Tanrı tarafından verildi. Son yüzyılın dörtte üçünü göreli barış içinde geçirmemizi bu korku sağlamıştı ama o korku artık yok. Nükleer caydırıcılık kavramı açısından eskiden düşünülemeyecek bir şey oldu ve öfke nöbetine kapılan bir grup yönetici seçkin, bir nükleer süper gücün burnunun dibinde savaş başlattı.
Nükleer korku geri getirilmeli, aksi halde insanlık mahvolacak.
Böylece makalemin en zor kısmına geliyorum…
Elbette birkaç yıl daha savaşabilir ve binlerce evladımızı Ukrayna denilen tuzakta feda edebiliriz. Ama askeri operasyon, Batı’yı stratejik bir çekilmeye hatta tam teslimiyete zorlamadan kalıcı bir zafer elde edemez. Batı’yı tarihin tekerleğini tersine çevirme girişimlerinden ve küresel hakimiyet peşinde koşmaktan vazgeçmeye zorlamalıyız. Batı’nın, Rusya’nın ve dünyanın kalanının işlerine karışmasını engellemeliyiz.
Ancak bunun olabilmesi için Batılı yöneticilerin Ukrayna üzerinden Rusya’yı hırpalamaya çalışmasının kendi çıkarlarına aykırı olduğunu kavraması gerekiyor.
Nükleer caydırıcılığın yeniden sağlanabilmesi için kabul edilemez derecede yüksek olan nükleer silah kullanma koşulları yeniden belirlenmeli. Rusya’nın bu yöndeki ilk adımları Belarus’a nükleer silahlar yerleştirmesiyle atıldı. Bir sonraki aşamada, Kiev rejimini doğrudan destekleyen ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızı ve oralardaki tüm iyi niyetli insanları, nükleer saldırımızın hedefi olabilecek tesislerin yakınındaki evlerini terk etmeleri gerektiği konusunda uyarabiliriz. Düşman, geçmişteki ve günümüzdeki saldırganlıklarına karşı küresel termonükleer bir savaş çıkmasını engellemek amacıyla önleyici bir misilleme saldırısı başlatmaya hazır olduğumuzu bilmeli.
Defalarca yazdım ve söyledim, doğru bir caydırıcılık stratejisiyle, hatta bizzat kullanarak topraklarımıza misilleme amaçlı nükleer veya başka bir saldırı riskini en aza indirilebiliriz. Bu durumda ancak Beyaz Saray’da kendi ülkesinden nefret eden bir deli varsa, Avrupalıları savunmak için saldırmaya karar verir. ABD’liler ve Batı Avrupalılar bu durumun gayet iyi farkında, sadece düşünmemeyi tercih ediyorlar. Biz de geçmişteki barışçıl açıklamalarımızla bu pervasızlığa katkıda bulunduk. ABD’nin geçmişte alenen blöf yaptığını ve Sovyet topraklarında nükleer silah kullanmayı asla ciddi olarak düşünmediğini biliyorum.
Ukrayna senaryosunun tekrarlanmasına izin veremeyiz. Yıllarca NATO’nun yayılmasının savaşa yol açacağını söyledik ama dinletemedik. Biz de kendimizce bu süreci geciktirmeye ve pazarlık yapmaya çalıştık. Kararsızlığımızın bedeli olarak kendimizi silahlı çatışmaların ortasında bulduk.
Peki ama ya Batılı liderler geri adım atmaya yanaşmazsa? Kendilerini koruma güdülerini tamamen kaybetmiş olabilirler mi?
O zaman da bizim kaybettikleri akıllarını başlarına getirmek için bazı ülkelerdeki hedefleri vurmamız gerekecek.
Bu tabii ahlaki açıdan korkutucu bir seçim. Tanrı’nın silahını kullanarak kendimizi büyük bir ruhsal kayba mahkum etmiş oluruz. Ancak bunu yapmazsak, sadece Rusya yok olmakla kalmaz, büyük olasılıkla tüm uygarlık da son bulur.
Bu kararı bizim vermemiz gerekecek. Dostlarımız ve bize sempati duyanlar önceleri kararımızı desteklemeyecektir.
Ama kazananlar yargılanmaz.