Nedir insan, insan olmak ne demektir? Kime ya da neye insan denir? İnsan mı doğulur, insan mı olunur?
Sakın, hocam bu çook eski bir soru ve yüzlerce bilge, filozof, öğretmen, peygamber, önder ve benzerleri tarafından çoktaan cevaplanmıştır demeyin. Çünkü o insan artık o insan değil. Ne soruya nesne olan ne de soran aynı insan varlığı değil. Bizler bugün Sokrates’in bildiği insanlar değiliz. Biz Buda’nın bildiği insanlar da değiliz. İsa’nın, Musa’nın ve Muhammed’in bildiği, tanıdığı, içlerinde yaşadığı insan da değiliz. Kaldı ki bugün hâlâ hayatta olan bilge Dalay Lama da bizi yani insanı tanımlayamaz, ona ait tüm bilgiye sahip olduğunu iddia edemez. Etmez de zaten.
O zaman ne yapmalı? Bu soruyu sormaktan vaz mı geçelim? İnsanı bilinemez mi ilan edelim? İnsan hakkında bilebilip, söyleyebildiklerimizi inkâr mı edelim. Elbette hayır. Sadece bilgimizin sınırlı olduğunu kabul ederek dibini kazmaya devam edelim diyorum.
Öncelikle insan varlığının da yeryüzündeki tüm varlıklar gibi sürekli bir değişim, dönüşüm halinde olduğu bilgisini içimize sindirmeliyiz. Çünkü bu kesin bilgi. Değişmeyen hiçbir şey yoktur ve insan da bundan azade değildir. Tam tersine hem çevresini hem kendini hem de olan biteni anlama çabasına mahkûm olan, deyim yerindeyse bu yazgıyla var olan insan için önemlidir, sorundur değişim. Hem de hayati bir sorundur. Ve insanın doğayı kendine düşman görmesinin altında yatan da budur.
Sürekli değişen bir çevrede var kalmak zordur. Sürekli değişimin olduğu bir dünyada tutunacak dalı bulmak ve bir şeyleri sabit kılmak ihtiyacı vardır ve bu yakıcı bir ihtiyaçtır. Yarının varlığını bilen insan hep yarına bakar ve onu az çok görebilmek ister. Dünün varlığını da bilir insan. Ve zihni daima oradadır da. Acizliğini, acılarını, korkularını, dehşetini hatırlar ve onları da bir daha yaşamak istemez. Güvende olduğunu bilmek ihtiyacındadır ve onu sağlamak için her şeyi yapar. Güvende olmak hayatta olmaktır çünkü.
Bu ihtiyacı duyan, var olmak için görünenden fazlasını bilmeye muhtaç olan ve daha da beteri kendi varlığının ve ölümlülüğünün farkından olan tek canlı insandır. Ölümden, var olmamaktan, var olmayacağı bir geleceğin varlığından korkan, kendisinin olmadığı bir dünyayı hayal edip bu hayalinden dehşete kapılan tek canlı insandır.
İnsan hazin bir varoluşa sahiptir. Bütün bunlardan dolayı kırılgandır. Kırılganlığından dolayı yıkıcıdır. Yıkıcı olmak zorundadır ve tüm dünyayı kendi cinsi dışındakilerin başına yıkmayı da başarmıştır. Yani diyeceğim insan korkularının esiri olmuştur. Sadece korkularının da değil bu korkulardan kaynaklanan her şekilde hayatta kalma, hep iyi yaşama, acıdan ve yokluktan daima uzak kalma, sonsuz gençlik, zenginlik vb. tutkularının esiri olmuştur. Çünkü insan tüm varlığın, hayatın, dünyanın ve neredeyse evrenin kendisine hizmet etmek için var olduğuna ikna edilmiştir kitaplı dinler tarafından ve sonrasında da bu algı bilimle desteklenmiştir.
Geldiğimiz nokta şudur ve bu gerçekliğimizdir: 95 yaşındaki bir kadın, 10 yıldır yatalak, beden yara içinde, midesi delinerek besleniyor, makinelere bağlı ve güya yaşatılıyor.
Buradayız.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: