Apaçık Radyo’da hafta başında yayınlanan “Babil’den Sonra” programını hazırlayan Ercüment Gürçay, meslek yaşamının önemli bir bölümünü Sovyet döneminin sonlarından başlayarak Moskova’da geçiren gazeteci Cenk Başlamış‘la Rus müzikleri eşliğinde gündelik hayatı konuştu. Dilerseniz programı dinleyebilirsiniz.
–Herkese merhaba, Apaçık Radyo’da “Babil’den Sonra” programını ünlü Rus şarkıcı Zemfira’nın bir parçasıyla açtık. Neden bir Rus şarkısıyla çaldık söyleyeceğim ama biliyorsunuz bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. 2. Dünya Savaşı’nın başladığı günün yıl dönümünde , insanlığın bir daha aynı acıları yaşamaması için ilan edilmiş bir gün. Bize düşenin, her şarkıda, her sözde, her adımda barışın sesini çoğaltmak olduğunu düşünüyorum. Hemen programı birlikte hazırladığımız internet gazetesi Medya Günlüğü’nün yöneticisi gazeteci Cenk Başlamış’a hoş geldin demek istiyorum. Cenk Bey hoş geldiniz.
-Hoş bulduk Ercüment Bey. Ben de Dünya Barış Günü ile ilgili söylediklerinize katılıyorum. Sizinle ve “Babil’den Sonra” dinleyicileriyle yine bir canlı yayında, hem de böyle özel bir günde buluşmak çok güzel.
-Cenk Bey sanıyorum bu birlikte yaptığımız 14. program.
-Evet. Bugün 14 oluyor. Son programımızı 1 Haziran’da yapmıştık.
–Birlikte yaptığımız programları dinlemeyenler için özet yapmam gerekirse, Cenk Bey internet gazetesi Medya Günlüğü’nün yöneticisi. 42 yıllık meslek yaşamının önemli bir bölümünü Moskova’da Milliyet gazetesinin muhabiri olarak geçirmiş bir gazeteci. Bir dış haberci. Birlikte yaptığımız programlarda onunla hem dış dünyadaki gelişmeleri konuşuyoruz hem de yanında getirdiği parçaları çalıyoruz. Cenk Bey’in Rusya geçmişi nedeniyle daha önceki programlarımızda Rusya’yı, Ukrayna savaşını çok konuştuk. Ama ben bugün dış politikadan çok Rusya’daki gündelik hayatını ve Rusları konuşalım istedim. Programımızın başlığını da “Rusya’da Türk olmak” koyduk. Cenk Bey, Moskova’da kaç yıl kaldınız?
-21 yıl kaldım.
–Çok uzun bir süre gerçekten. Sohbetimiz boyunca Cenk Bey’in seçtiği Rus müziklerini de çalacağız. Sanıyorum açılışta çaldığımız parçayla ilgili söyleyecekleriniz olacaktır.
-Evet. Zemfira’nın bir şarkısıyla açtık. Rusça adı “Bezkonneçnost”. Türkçesiyle sonsuzluk. Tatar Türkü bir şarkıcı. Rock ve pop rock karışımı bir tarzı var. Suzan Vega’dan esintiler de var şarkılarında. Sözleri çok dikkat çekiyor ve o kabul etmese de bazı müzik eleştirmenleri ondan ozan diye söz ediyor. Bugün esas olarak Rusya’daki gündelik yaşamı ve bir Türk olarak ya da genel olarak bir yabancının hayatını anlatmaya çalışacağım ama ister istemez siyasete de girmek zorunda kalacağız. Çünkü mesala Zemfira, Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından kısa süre sonra “yabancı ajan” ilan edildi.
-Bu yabancı ajan meselesini ben de Rusya ile ilgili haberlerde zaman zaman görüyorum. Bilmeyenler için anlatır mısınız ne demek yabancı ajan?
-Aslında yanıltıcı bir terim ama sanıyorum zaten bu kasıtlı yapılmış. Ajan denilince hepimizin aklına casusluk geliyor. Fakat burada kastedilen yabancı bir ülkeyle, kuruluşla maddi ya da manevi ilişki içinde olmak. Ama işin doğrusu bu aslında muhalif olan isimleri suçlamak için yaratılmış bir terim. Mesela Zemfira’nın yabancı ajan ilan edilmesinin tek nedeni internet sayfasında “Savaşa hayır” yazması. Yabancı ajan ilan edilince 2023 yılında Rusya’dan ayrıldı. Bildiğim kadarıyla şu anda Fransa’da yaşıyor. Bu arada söylemem lazım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Rusya’daki “yabancı ajan” yasasını insan haklarına aykırı buldu.
-Konuşacak çok konu var ama bir soluklanalım mı? Sırada hangi şarkı var?
-Ben Moskova’dan 2010 yılında ayrıldım. Dolayısıyla kendi yaşadığım dönemin şarkılarını daha iyi biliyorum. Bu program için hazırlanırken baktım bugün dinlenen popüler şarkılar hangileri diye. 2025 yılında şu ana kadar en çok dinlenen şarkı Hço’ya aitmiş. Hço kısaltma bir isim. Şarkıcının tam adı Haçik Dunamalyan. Ermeni asıllı bir şarkıcı. Şarkının adı “Uydu”, gideceğim…
-Siz Moskova’ya ilk ne zaman gittiniz Cenk Bey?
-Tam tarihini söyleyeyim, 26 Ocak 1989’ta.
-Yani Sovyet dönemiydi?
-Evet. İktidarda Gorbaçov vardı.
-Gerçi 36 yıl geçmiş aradan ama o günü, ilk izlenimlerinizi hatırlıyor musunuz?
-Evet çok iyi hatırlıyorum. Zaten Moskova’ya gitmek başlı başına tarihiydi benim için ama beni çok şaşırtan iki olay nedeniyle de hiç unutmuyorum.
-Neydi o olaylar?
-Birincisi, malum Moskova kafamızda hep soğukla özdeşleşmiştir. Moskova’da havaalanından ilk çıktığımda ocak ayı olmasına rağmen meltem gibi bir esintiyle karşılaşmak beni çok şaşırtmıştı. İkincisi, havaalanından kalacağım yere gidince merakla Sovyet Televizyonu’nu açtım ne var diye. İnanılmaz bir şekilde karşıma Peter Gabriel’in “Sledgehammer” şarkısının klipi çıktı. Oysa ben Komünist Parti ile ilgili bir haber çıkacağından çok emindim. Olağanüstü şaşırmıştım.
-Başka nelere şaşırdınız?
-Doğrusunu isterseniz her şeye. Hatta şok geçirdim bile diyebilirim.
-Neden şok geçirdiniz?
-Çünkü o zaman Sovyetler Birliği bildiğim hiçbir sisteme benzemiyordu. Aslında sanıyorum bu bana özgü bir şok değildi. Mesela eminim aynı şoku oraya ilk giden bir Alman da, Fransız da, Amerikalı da yaşamıştır. Çünkü bu saydığım ülkelerle Türkiye’nin sistemi genel olarak aynı ya da benzer. Ama Sovyet sistemi bambaşkaydı.
-Hayat kolay mıydı?
-O günleri görmek çok ilginçti, çok tarihi günlerdi ama hayat inanılmaz zordu. Birincisi, tüketim malı bulmak inanılmaz zordu. Şimdi bizi dinleyenler, “Canım ne kadar zor olabilir ki, temel tüketim malları vardı herhalde” diye düşünebilir ama yoktu, gerçekten yoktu. Dev bir mağazaya girip bomboş raflara baka baka yürüyüp tek bir şey göremeden çıktığım çok oldu.
-Hiç mi bir şey olmuyordu?
-Çok enderdi ama bazen oluyordu. Olduğunu da kapıdaki kuyruktan anlıyordum. İçeride ne satıldığını bilmeden nasıl olsa ihtiyacım vardır diyerek kuyruğa çok girmişimdir. Bir seferinde kuyruk gördüm. Meğer Doğu Almanya’dan çamaşır deterjanı ithal edilmiş. Bir daha bulamam diye birkaç yıl yetecek kadar deterjan almıştım. Gerçekten Sovyet halkının gündelik hayatı çok zordu. Çok uzun sürmedi ama bir dönem ekmek de bulamadım. Bir de inanılmaz bir bürokrasi vardı. Mesela, oturduğum evin kira sözleşmesini uzatmak için Milliyet’in tüzüğünün noter tasdikli Rusça tercümesini istediler. Anadolu Ajansı’ndaki arkadaştan da galiba tüzüğün orijinalini istemişler. “Getiremem” demiş. “Neden” diye sormuşlar. “Çünkü orijinali Anıtkabir’de” demiş! Trajikomik tabii. Şu anda gülerek anlatıyorum ama çok yıpratıcı şeyler. Bir de bu anlattığım olay Sovyet döneminden değil, 2005-2006’dan…
-Çok ilginç. Yine bir araya verelim mi?
-Tabii. Rusya ve Rus müzikleri ile ilgili programda çalınmaması düşünülemez, düşünülmesi teklif bile edilemez iki şarkıcı var. Sıra onlardan birine geldi. Halkın çok sevdiği bir sanatçı. Alla Pugaçova. Rusya’nın Ajda Pekkan’ı desem ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Aslında ikisi yaşıt da sayılır. Ajda Pekkan 79 yaşındaymış. Pugaçova 76 yaşında. 1965’ten beri şarkı söylüyor. Sovyet halkı için ikonik bir sanatçı hatta gençliğinde seks sembolüymüş. Milyonlarca satan 100’den fazla plağı var. Demin anlattığım Zemfira gibi o da Rusya-Ukrayna savaşına karşı çıktı. Kendisi değil ama eşi “yabancı ajan” ilan edilince Rusya Adalet Bakanlığına “Beni yabancı ajan ilan edin” diye çağrıda bulundu. Hakkında soruşturma açıldı ama sanıyorum halk tarafından çok sevildiği için böyle bir karar almaya çekindiler. Yine de 2022 sonlarında Rusya’dan ayrıldı ve İsrail vatandaşlığına geçti. Sanıyorum şu anda Güney Kıbrıs’ta yaşıyor. Çok şarkısı var sevilen ama ben en sevdiğim şarkısını çalmak istiyorum. Adı “Pozovi Menya S Soboy”. Türkçeye “gittiğin yere beni de çağır ya da götür diye çevirebiliriz. Terk eden sevgiliye yazılmış bir aşk şarkısı. Sen yeter ki çağır ben sana gelirim diyor Alla Pugaçova.
-Aradan önce gündelik hayatın zorluklarını anlatıyordunuz. Başka nelere alışmakta zorluk çektiniz?
-Tek tek örnekler belki basit gelebilir kulağa, asıl anlatmak istediğim sistemin hayatı nasıl zorlaştırdığı. Mesela taksi bulmak da çok zordu. Yani damalı taksiden söz ediyorum.
-Ne yapıyordunuz?
-İlk zamanlar Rusça bilmediğim için metroyu kullanamıyordum yazılar Kiril alfabesinde olduğu için. Ben de bütün Moskovalıların yaptığını yapıyor, sokağa çıkıp elimi kaldırıyordum. Artık kim durursa. Bana değil ama bir arkadaşıma ambulans durmuş. Bir seferinde ertesi sabah havaalanına gitmem lazım. Akşamdan taksinin numarasını aradım. Zorlukla düşürdüm. Yarım yamalak Rusçamla “yarın sabah 7’ye falanca adrese bir taksi istiyorum” dedim. Ne cevap verseler beğenirsiniz? “Bir ay sonrasına gün alıyoruz.” Hayatı diğer zorlaştıran konu zakaz sistemiydi. Zakaz sipariş demek. Mesela, mesela diyorum ama gerçekten başıma geldi. Masaya ihtiyacım vardı. Bir mağazanın vitrininde görünce çok sevindim. Hemen gittim, parasını ödedim. Ben saf saf zannediyorum ki hemen alıp eve götüreceğim. Meğer sadece zakaz vermişim. Yani o masayı sipariş etmişim. “Bir ay sonra gel al” dediler.
-Sovyet sistemini nasıl özetlersiniz?
-Şöyle: Aslında bence Rus Çarlığı döneminde de aynı sistem vardı. Bana göre bugünkü Rusya’da da aynı düzen var. Sistem vatandaşın devlet karşısında kendisini güçsüz, çaresiz ve ezik hissetmesini sağlamak üzerine kurulu. Birey olarak o kadar güçsüzsünüz ki durumu kabullenmek ve teslim olmak zorundasınız. Muhalefet etmeniz mümkün değil ki siyasi bir muhalefeti kastetmiyorum, herhangi bir konuda itiraz etmekten bahsediyorum. Çünkü devlet o kadar güçlü ki sizi ezer geçer. İnsanlara bu duygu veriliyor ve başarılı da oluyor.
-Ama Sovyetler Birliği sosyalist bir ülke değil miydi?
-Kesinlikle hayır. Benden öncesini bilemem ama 1989 yılında ortada sosyalizm falan yoktu.
-Ne vardı?
-İktidardaki bir grup ayrıcalıklı insanın gününü gün ettiği, ülkeyi sömürdüğü, halkın ise acı çektiği ve korku içinde yaşadığı bir ülke gördüm ben.
-Ne gibi ayrıcalıklar mesela?
-Basit bir örnek. Demin bomboş mağazalardan söz etmiştim. O ayrıcalıklı kesimin, hem de dolarla alışveriş yapabildiği mağazalar vardı mesela. Orada devlet mağazalarında olmayan çoğu şey vardı. Moskova’da o dönemde kommünalka denilen evler çok yaygındı. Yani birden fazla ailenin odalarda kaldığı, tuvalet, banyo ve mutfağın paylaşıldığı yerler. Bizdeki yurtlar gibi düşünün ama koşullar gerçekten çok kötüydü. Hatta, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in çocukluğu da St. Petersburg’da böyle bir kommünalkada geçmiş. Buraları gördükten sonra Sovyet Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin bir üyesinin evine gittiğimde şoke olmuştum. Çünkü 3+1 gayet lüks bir daireydi. Ve söylemem gerekir ki o ayrıcalıklı kesim Sovyetler dağılınca bir şey kaybetmedi. Yeni Rusya’da ayrıcalıklarını sürdü.
-Anlattıklarınız gerçekten çok ilginç. Bir ara daha verelim mi? Sırada hangi şarkı var.
-Demin böyle bir programda şarkısını çalmazsak olmaz dediğim iki sanatçıdan söz etmiştim. Biri Alla Pugaçova’ydı. Sıra diğerine geldi yani Vladimir Vısotski’ye. Onu anlatmak, daha doğrusu bir kalıba sokmak çok zor. Belki ozan ya da filozof bile denilebilir ama kesin olan Sovyetler Birliği’nin en çok sevilen şarkıcılarının başında geliyordu. Yedi telli bir gitar çalıyordu ve boğuk sesiyle hemen hemen her konuda şarkılar besteliyordu. Bilinen anlamda muhalif denilemez fakat iktidarla arası çok iyi değildi. Sovyet kültürünü etkileyen sanatçıların başında geliyor. Sovyet lideri Brejnev de Vısotski hayranıymış. Bir gün rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırılıyor. Visostki dinlemek istediğini söylüyor. Vısotski de Brejnev’e telefonla konser veriyor. 1980 yılında sadece 42 yaşındayken hayatını kaybetti. Şöyle söyleyeyim, Vısotski’yi bilmeyen Rus yoktur herhalde. 2010’da 20. yüzyılın idolleri anketi yapılmış. Vısotki uzaya giden ilk insan olan kozmonot Yuriy Gagarin’den sonra ikinci seçilmiş. Bir de ilginç bilgi: O zamanlar Sovyetlerde üç kişinin Mercedes’i varmış. Brejnev, satranç şampiyonu Anatoliy Karpov ve Vısotski. Şimdi onun “Eh Raz Eşço Raz” şarkısını dinliyoruz. Vısotski, “bir kere daha, birçok defa daha” diyor.
-O toplum içinde uzun süre yaşadınız. Ruslar nasıl insanlar?
-Anlatmaya çalışayım ama tabii ben Moskova’da yaşadığım için Moskova’daki Rusları anlatabilirim. Taşra biraz daha farklı çünkü. Öncelikle kapalı bir toplum. Bu nedenle yabancılara karşı mesafeliler. “Yabancı” derken aslında tanımadığı insan anlamında söylüyorum. O tanımadığı insandan kendisine bir kötülük gelmeyeceğine ikna oluncaya kadar bir duvar çekiyorlar ve yaklaşmasına izin vermiyorlar. Bu söylediğim diğer Ruslar için de geçerli. Ama o tanımadığı insan gerçek bir yabancıysa yani başka bir kültürden geliyorsa kendilerini daha çok kapatıyorlar. Dürüst olduğunuza, bir kötülük yapmayı düşünmediğinize ikna edinceye kadar bu soğukluk sürüyor. Duvarı yıkmayı başarırsanız, ki bunun için sizin çaba göstermeniz gerekiyor o zaman dost yüzünü göstermeye başlıyor. Keyifli dostluklar kurulabiliyor.
-Rusların Türklere bakışı nasıl?
-Diplomatik dili bir kenara bırakıp doğrudan söyleyeyim Türkiye ve Türklere ikinci sınıf hatta üçüncü sınıf gözüyle bakarlar. Bu hem devlet düzeyinde böyle hem de vatandaş düzeyinde. Farklı düşünen yok mu? Elbette var. Ama ben çoğunluğun böyle hissettiğini düşünüyorum. Belki hatırlayacaksınız, Türkiye 2015 yılında hava sahasını ihlal eden bir Rus uçağı düşürmüştü. Rusya da çok sert tepki göstermiş, hatta Türkiye’ye ambargo uygulamıştı. Tepkinin o kadar sert olmasının bir nedeni de buydu. Yani kendileriyle eşit görmedikleri, aşağıda gördükleri bir ülkenin uçaklarını düşürmesine dehşetli bozulmuşlardı.
-Rusya’da ırkçılık var mı diye soracağım ama yine bir soluklanalım mı Cenk Bey?
-Tabii. Sovyetlerin son dönemiyle 1990’ların ortasına kadar popüler olan bir grup var sırada: Nautilus Pompilius. Böyle hard rock, senfonik rock tarzında müzik yapan bir grup. Şarkının adı “Ya Hoçu Bıt S Toboy”. Yani seninle olmak istiyorum…
-Aradan önce sormuştum. Rusya’da ırkçılık var mı Cenk Bey?
-Cevabım sizi ve bizi dinleyenleri çok şaşırtabilir. Evet ırkçılık var, hem de çok yaygın. Ben bunu ilk fark ettiğimde çok şaşırmıştım. Rusya gibi sosyalist bir gelenekten gelen ülkede ırkçılığın bu kadar yaygın olabilmesi beni hayrete ve dehşete düşürmüştü.
-O zaman Türklere yönelik bir ırkçılıktan da söz edebilir miyiz?
-Özellikle Türklere yönelik bir ırkçılık var diyemem. Şöyle anlatayım: Rusya’da ırkçılık esas olarak Kafkas asıllılara yöneliktir. Yani, Azerbaycanlılar, Çeçenler, İnguşlar, Ermeniler, Osetler kısaca dış görünüşünden ya da aksanından Rus olmadığı anlaşılan bütün insanlar. Ruslara göre Kafkasyalılar, kültürsüz, cahil hatta biraz vahşi insanlar. İşte bizi de, yani Türkleri de o sınıfa sokuyorlar. Bu konunun şöyle ironik bir yönü var: Normalde burada yaşarken Türkiye’yi çok eleştiriyoruz, eleştirilecek çok şey var zaten. Fakat yurt dışında yaşarken ülkeniz üzerinden sizi aşağılamaya kalktıkları zaman bir savunma mekanizması devreye giriyor ve Türkiye’ye laf söyletmemeye başlıyorsunuz.
-Avrupa ülkelerinde ırkçılık genellikle ekonomik nedenlerden kaynaklı. Rusya’da nasıl?
-Nedeni ekonomik değil çünkü Ruslar Kafkasyalıların yaptığı işlerde çalışmıyor çoğunlukla. Nedir o işler? Çöpçülük, inşaat işçiliği ya da temizlik işçiliği. Dolayısıyla ekonomik değil.
-Peki mesela Rusya Ukrayna savaşını başlatma gerekçeleri arasında Ukrayna’daki Nazileri gösteriyor. Haksız mı?
-Ben Ukrayna’yı bilmem. “Bilmem” derken Ukrayna’ya çok gittim, bu arada Çernobil’e de üç kere gittim ve gördüğünüz gibi yaşıyorum:)) fakat bunlar hep 2-3 günlük gezilerdi. Yani o toplumun içinde yaşamadığım için bu konuda bilgi ve gözlem biriktiremediğim için bilmediğim bir konuda konuşmak istemem. Ama Moskova’da uzun süre kaldığım ve çok gözlem yapabildiğim için Rusya ile ilgili konuşma hakkını kendimde görüyorum. Ama mesela siz kalıp bana Ukrayna’da Naziler var deseniz ben sizinle tartışmaya girmem. Sadece şunu söylüyorum: Rusya’da ırkçılık bu kadar yaygınken başka bir ülkedeki Nazilerden yakınmak bana çok samimi gelmiyor. Bence o işin propaganda kısmı, yani savaşı haklı göstermek için kullanılan bir söylem. .
-Ara vermeden önce sorayım, Rusça zor bir dil mi?
-Evet gerçekten zor bir dil. Latin dilleriyle hiçbir ilgisi yok. Aslında Türkçe gibi sondan eklemeli bir dil ama benzerlik burada başlıyor ve bitiyor. Şöyle bir örnek vereyim. Bizde kelimenin kökü hep aynı kalır. Mesela Moskova kelimesini ele alalım. Moskova hep kalır, ekler gelir. Moskova’dan, Moskova’ya ve Moskova’da gibi. Şimdi aynı örneği Rusça vereyim. Rusçada Moskova’ya Moskva deniliyor. Moskova’da demek istediniz zaman v Moskve diyorsunuz. Moskova’ya v Moskvu oluyor. Moskova’dan da iz Moskvı. Görüyorsunuz bizdeki gibi kök kelime aynı kalmıyor.
-Öğrenirken zorlandınız mı?
-Çok zorlandım ama asıl neden şuydu: O kadar tarihi bir dönemde gitmiştim ki haber kaynıyordu. Yani işte 5-6 ay kursa gidecek bir vakit kesinlikle yoktu. Ben de Rusça ile didişmeye başladım. Defalarca pes etmenin eşiğine geldim. Ama Rusya’da yaşayıp Rusça öğrenmemeyi de gururuma yediremedim. Sonuçta kendi çabamla öğrendim. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, hayatta yaptığım en zor şey Rusça öğrenmek oldu. Rusça çok güzel ve zengin bir dil. Kelime oyunlarına da çok uygun. Ben çok seviyorum.
-Bir ara verelim. Şimdi hangi şarkıyı dinliyoruz?
-Sırada ilginç bir şarkı var. Bu yıl en çok dinlenen şarkılara bakarken keşfettim ben de. Grubun adı Ay Yola. Başkurdistan’dan bir grup. Başkurtlar Türk asıllı bir halk. Grup üç kişiden oluşuyor. Adil Şahitdinov, Ruslan Şahitdinov ve Rinat Ramazanov. Bu tarz müziğe etno pop deniliyormuş. Şarkının adı Homay. Aslında Türkçe söylüyorlar ama anlaması zor. Bakalım Babil’den Sonra dinleyicileri beğenecek mi? Ay Yola söylüyor. Homay
-Gazetecilik yapmak zor muydu Moskova’da?
-Cevabı ikiye ayırayım: Önce Sovyet dönemi. Çok zordu çünkü sistem bilgi vermemek üzerine kuruluydu. Malum gazetecilikte zamana karşı yarışırsınız. Şöyle bir örnek vereyim: Diyelim, Sovyetler Birliği’nin mesela Gazze’de yaşananlarla ilgili resmi tutumunu merak ediyorsunuz. Öyle doğrudan birisini arayıp soramazsınız. Önce Dışişleri Bakanlığı’nda Türk gazetecilerden sorumlu yetkiliyi bulmanız gerekir ama direkt karşısınıza dikilemezsiniz. Telefonla ulaşmanız lazım ki bazen günlerce sürebilir. Diyelim ulaştınız, derdinizi anlattınız. Sizden yazılı başvuru yapmanızı ister. Sonra Bakanlığın Orta Doğu dairesinden bir yetkiliyi bulur, başvurunuzu iletir. O yetkili düşünür düşünür bir cevap verir. Sonuç olarak o cevabın size ulaşması aylar alabilir. Bu Sovyet dönemindeydi. Tabii bir de şu vardı: Sovyetlerde yurt dışına ajanları gazeteci kimliliğiyle göndermek uygulaması yaygın olduğu için size de yani yabancı gazetecilere de önce potansiyel casus gözüyle bakıyorlardı. Fakat ben bu konuda bir rahatsızlık duymadım çünkü öğrendiğim her bilgi zaten ertesi gün Milliyet’te çıkıyordu. Sanırım bir süre sonra onlar da gerçekten gazeteci olduğumu kabul etti.
Rusya döneminde daha kolaylaştı önce, yetkililere doğrudan ulaşabiliyordunuz en azından. Fakat 2000’den sonra, yani Putin geldikten sonra bir anda bütün haberler kesildi, önemli diyebileceğim hiçbir habere ulaşmanız mümkün olmadı. Sonra bir gevşeme oldu. Fakat genel olarak yazdıklarınıza çok dikkat etmek zorundasınız. Toleranslı olduklarını söylemem gerekir, yani yazdığım bir haber nedeniyle açıkça hiçbir zaman hoşnutsuzluk göstermediler ama dost sohbetlerinde “bak yıllardır buradasın, sen de bizden sayılırsın haberlerinde Rusya’yı kollaman lazım” anlamına gelebilecek laflar duydum.
–Bir de benim dikkatimi çeken bir şey var. Çarlık döneminden Sovyetlere kadar Rusya çok ünlü edebiyatçılar, sanatçılar yetiştirdi. İşte Tolstoy’dan tutun Dostoyevski’ye, Puşkin’den Soljenitsın’a kadar. Ama uzun süredir Rusya’dan bu kadar ünlü bir edebiyatçı çıkmıyor. Sizce neden?
-Evet bu benim de aklıma takılan bir konu. Yani tabii, bunu aklına takan tek ben değilim. Mesela Rus gazeteci ve edebiyat eleştirmeni Dmitriy Bıkov da bu konuya kafayı takmış. Bir zamanlar bilimde, edebiyatta, sanatta, uzayda, hatta ideolojide dünyayı yönlendiren Rusya neden şimdi daha az yaratıcı bir ülke oldu diye soruyor. Açıklaması şöyle: Rusya son 100 yıl içinde iki siyasi deprem yaşadı. Birinde Rus İmparatorluğu, ikincisinde Sovyetler Birliği dağıldı. Bıkov’a göre, Rusya’nın artık dünyanın başkentlerinden biri değil de taşrası olmasının diğer nedeni ise toplumla devlet arasındaki uçurumun sürekli açılması. Devlet kendisini koruma adına içine kapanıyor, vatandaşların yaklaşmasını engellemek için çevresine duvarlar örüyor. Peki bu durumda vatandaşlar ne yapıyor? Onlar devletle çatışmaya girmek istemiyor. Böylece ortaya uyku haline girmiş bir ülke çıkıyor. Vatandaşlar çatışma ortamına girmemek için devlete itiraz etmemeyi, kendilerini sınırlandırmayı, yani yeteneklerini bilerek kısıtlı kullanmayı seçiyor. Kısacası Rusya ve Ruslar şu anda uyku döneminde olduğu için yaratıcılıkları dondurulmuş demeye getiriyor.
-Programımızın sonuna geliyoruz. Sovyetler Birliği’ni gördünüz. Yeni Rusya’yı gördünüz? Hangisinde yaşamak isterdiniz?
-Gündelik hayatın bütün zorluklarına rağmen Sovyetler Birliği’nde yaşamak isterdim.
-Neden?
-Çünkü Sovyetler Birliği kendine özgü bir ülkeydi, farklıydı, başka bir şeyler vardı, hissedebiliyordunuz. Rusya ise demokrasiye geçti ama aynı zamanda piyasa ekonomisiyle tanıştı, hızla tüketim toplumu oldu, ahlaki erozyon yaşadı ve giderek sıradanlaşmaya başladı. Yani bugün Moskova’nın sıradan bir Avrupa başkentinden fazla farkı kalmadı maalesef.
-Programımızın sonuna geldik… Hangi şarkıyla kapatıyoruz Cenk Bey?
-Benim en çok sevdiğim Rusça şarkıyla veda edelim. Bu şarkıyı özellikle sona sakladım DDT grubuna ait bir şarkı. Solist Yuriy Şevçuk. Sovyet döneminde müzik yapmaya başladılar, günümüzde de devam ediyorlar. “Poslednyaya Osen”. Yani Son Sonbahar.
Manşet fotoğrafı: Anadolu Ajansı
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: