Eğer bilmiyorsanız “Mick and Trudie” diye Youtube araması yaparsanız hemencecik tanışabilirsiniz. Ben de zaten yeni tanıştım kendileriyle, şahsen değil çektiği vidolar aracılığıyla.
Önce tersten başlayıp Mick amcanın (manşetteki küçük fotoğraf) 1 Temmuz’da Fethiye’de bir Rus ile yaptığı video röportajdan bahsedeyim. Genç zımba gibi bir adam bu Rus. Çıkan savaşta askere alınacağı korkusu ile kaçmış Rusya’dan. Ailesini de kaçırmış. Ülkeden çıkabilmek için bulabildiği ilk yere, Kazakistan’a bilet almış. Sonra sanki Kazakistan’da iş bulmuş gibi belgeler düzenlemiş ve sınırdan öyle çıkmış. Sonra da bir tanıdığının önerisiyle Türkiye’ye gelip yerleşmiş. 250 bin dolar karşılığı mülk alana devlet vatandaşlık verdiği için Türk vatandaşı da olmuş. Rusya’dan para çıkarmak zormuş ama kendisi internet üzerinden döviz kazanan biri olduğu için zor olmamış. “Ancak artık rakam değişti, en az 400 bin dolarlık ev alma mecburiyeti koydular” diyor.
İnternet üzerinden para kazanmayan Rusların hem Türk vatandaşlığı almak hem de iş bulmak konusunda kendisi gibi şanslı olmadığını anlatıyor. Adı Ted diye geçen (!) bu Rus kendisi gibi askere alınmamak için ülkesinden kaçan pek çok kişinin Kazakistan, Ermenistan, Gürcistan ve de Türkiye’ye geldiğini anlatıyor.
Türkiye’de yaşayan Rusların kendi aralarında bir haber ağları varmış. Oradan biliyor sanırım çünkü “senin gibi gelen Türkiye’de kaç kişi var” sorusuna hiç tereddüt etmeden “200 bin kişi” diye cevap veriyor. Son bir yılda gelen bu Ruslar çoğu Fethiye olmak üzere Ege kıyılarına yerleşmiş.
Mick, Ted’e Ukraynalıları da soruyor. Ukrayna’dan Türkiye’ye göçenlerin internet ağı farklıymış, o nedenle sayı söyleyemiyor. Ancak Türkiye ev alımı dışında kolay vatandaşlık vermeyi bıraktıysa da Ukrayna için ayrıcalığı sürdürüyormuş. Zaten aramızda fark var, diyor Ted. “Ukraynalılar ülkelerine geriye dönmeyi planlayarak geliyorlar, oysa bizim niyetimiz dönmek değil. Çünkü ülkemizdeki diktatörlüğün sona erme ihtimali yok.”
“Diktatörlük” ile ne kastettiği de konuştukça ortaya çıkıyor. Rusya’nın mafya ve askeriyenin kontrolü altında olduğunu, Hitler dönemi gibi okulda çocukların beyninin yıkandığını, kitapların yasaklandığını, adım adım Kuzey Kore yolunda olduklarını söylüyor.
İngilizce bilen Rusların özellikle kendisi gibi IT alanında çalışanlarının Batı ile bağlantı halinde olabildikleri için başka bir dünyada yaşama şansını yakalayabildiklerini anlatıyor. Bu arada askerlerin Putin’e bağlılıklarını aldıkları dolgun maaşa bağlıyor ki ayda 300 dolarmış. Bunun Rusya için çok iyi para olduğunu anlatıyor. (Dönüp rakamı yeniden kontrol ediyorum, herhalde dil sürçmesiyle yanlış söylüyor çünkü durum buysa Rusların yıllardır Antalya’nın lüks otellerinde ezdiği paranın kaynağını anlamakta zorlanıyorum.)
Ted, Fethiye’de yaşarken çocuklarını Finlilerin on-line okulunda okuttuğunu, diploma alma şansları bulunmasa da aldıkları eğitimin kalitesinin çok iyi olduğunu anlatıyor. Kendisi de Finlandiya’da eğitimine ve kariyerine devam edecek bağlantıyı kurduğunu, zaten şimdiden çocuklarının on-line olarak Fince ve İngilizce öğrenmeye başladıklarını, kısa süre sonra ailecek Finlandiya’ya taşınacaklarını anlatıyor.
Biri İngiliz, biri Rus olan bu iki adamın sohbetinde bizim yönetimden de söz ediliyor. Rusya’dan alınan doğal gaz ve Türkiye’nin elektrik şebekesinin doğal gaza bağımlı oluşu yüzünden Putin’le dost olmamızın mecburiyetinin yanı sıra Ukrayna’ya silah satmamızın garipliği dillendiriliyor.
Ruslar ile (doğu tarafında yaşayan Rus kökenliler hariç) Ukraynalılar, Fethiye’de aynı restoranda rastlaşsalar yan yana oturmuyor, birbirleri ile konuşmuyorlarmış. Göçmenliğin getirilerine bakar mısınız? Savaştan kaçıyorsunuz ve düşmanınız ile koyun koyuna yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Gerçi Ted hiç düşmanlıktan söz etmiyor. Herkesin kendi evinde ve huzur içinde yaşamasının gereğinden bahsediyor…
Bu söyleşiyi izlerken, Suriye’deki iç savaştan kaçan muhalif kişiler de, aslen Suriye’de savaş çıkaran adları “özgür savaşçılar (!) olan kişiler de halen Türkiye’de yaşamakta olduğuna göre, onlar da rastlaştıkları restoranlarda yan yana oturuyorlar mıdır, diye düşünmeden edemedim. Savaş biraz muğlak bir kelime ama aslı astarı bir tarafın insanlarının diğer tarafın insanlarını toptan öldürmeye kastetmesi, kastetmek de ne, düpedüz öldürmesi değil mi? Böyle bakınca, birbirinin canına kasteden her iki tarafın da sığınağı olan bir ülke olmak nasıl bir şeydir bilemedim.
Anlamamı kolaylaştırsın diye, Türkiye’den yönetimin baskısı yüzünden kaçan sol muhaliflerle, parsa kavgasında araları açıldığı için kaçan sağ muhaliflerin sığındıkları ülkelerde yana yana oturup bir söyleşi yaptığını tahayyül etmeye çalıştım. Araya kan davası (!) girmediği halde bile bu birlikteliği gözümde canlandıramadım…
Kaçak Rus Ted ile bu söyleşiyi yapan Mick ise ülkesinden kaçmış biri değil ama çok ilginç biri. Birkaç yıl önce sırf keyfinden Fethiye/Çalışlar’da ev alıp yerleşmiş bir İngiliz, Trudie de eşi. Aslında Mick’in ilk eşi Türk imiş. Türkiye’yi o eşi sayesinde çok eskiden tanımış, sevmiş. İlerlemiş yaşında da emekli hayatı için koca dünyada seçe seçe Türkiye’yi seçmiş. Mick kendinden “Mick amca” diye söz ediyor çünkü Çalışlar’da ona öyle diyorlarmış.
Mick amca, emeklilik dönemindeyse de çok aktif biri. Bana sorarsanız çoktan da fazla, hiperaktif biri. Türkiye’ye göçtüğünden beri düzenli olarak videolar çekip yayınlıyor. Türkiye’de ev nasıl alınır, alınan ev nasıl tamir edilir, bürokratik işler nasıl halledilir falan diye başladı, Fethiye’de nerede ne yenir ne içilirle devam etti, şimdilerde de hemen her konuda videolar çekiyor.
“Mick and Trudie” videolarını bence siz de takibe alın. Mesela bir videoda İngiltere ile Türkiye’deki araba fiyatlarını bire bir örneklerle kıyaslıyor, bir başka videoda da pazardaki meyvelerin fiyatlarını. Bir diğerinde geçen sene aynı tarihte yaptığı çekimin bire bir aynısı ile yıllık enflasyonu gözler önüne seriyor ki değme gazetecilerin böyle programlar yaptığını görmedim. Ayrıca çok güzel gezi vidoları da var. Örneğin bir videosunda Isparta’yı geziyor ve bir diğerinde Antep’te dolanıyor, yerlisinin bile bilmediği dip köşeleri gösteriyor vb. Ankara’yı bile benden iyi biliyor, anlatıyor. Yani Türkiye hakkında sosyal, ekonomik, turistik, gündelik, neyi merak ederseniz ona cevap veren bir videosu var adamın. Hedef kitlesi ise sen ben değiliz, İngilizler.
Mick İngilizlere özetle, Enflasyon da var başka sorunlar da ama gene de pounda vurunca burası İngiltere’den daha ucuz. Sebze meyve de bol güneş deniz de, antik kentler de bol gezilecek görülecek yerler de. Burada her şey bol ve ucuz, ben de yolunu yöntemini gösteriyorum, hadi kalkın siz de gelin, demeye getiriyor. Yok yok, ima değil düpedüz ve en etkili biçimde “siz de buraya gelin.
Uzun yıllardır Kaş’a İngilizlerin, Karaburun’a Almanların, başka yerlere başkalarının ev alarak taşındıklarını duyar bilirdim. Dünyanın her bir yerine bir diğeri gelip yerleşiyor diye düşünerek bunda bir sorun olduğunu da pek düşünmediydim. Ancak Türk parası yabancı paralar karşısında hızla değer kaybettikçe, ülkenin yabancılar için cazibesi sandığımdan da hızlı artmış. O nedenle gelenler diğerlerine de sistematik biçimde “hadi siz de gelin” çağrısı yapmaya başlamış. İyi mi?
“Yahudiler tarım yapılacak arazilerimizi satın alıyor, Araplar serin sulak yaylalarımızı satın alıyor, Suriyeliler karın tokluğuna çalışıp işimizi gücümüzü elimizden alıyor” diye feryat figan çığrışlar bitmiyor. İngilizler, Amerikalılar ve bilcümle Avrupalılar da en gelişmiş, en güzel, en yaşanası Ege ve Akdeniz kıyılarına doluşuyor. Arada sessiz sakin yol alan Uzak Doğulular da var. Hem de yeni değil on yıllardır. Hem de giderek artan bir ivmeyle. Savaşla birlikte Ruslar ve Ukraynalılar da kervana katılmış ki onlardan yakınanı duymadım nedense.
Hani gerçek bir araştırmacı gazeteci çıksa da sadece mülk edinme yoluyla Türk vatandaşı olanların sayısını belirleyip il il, ilçe ilçe dökümünü yapıp yayınlasa, gördüğümüz tabloya inanamayacağımıza eminim.
İşgal, zorda kalan yoksulların senin yurduna sığınmasıyla olmuyor ama parayı bastıran elini kolunu sallayarak istediği vatanın sahibi oluveriyor, üstelik de işgalciden sayılmıyor.
Savaş sadece Putin’le Zelenski arasında olmuyor. Savaş sadece silahları doğrultarak da kazanılmıyor. Asıl savaş banknotları avcuna sayarak kazanılıyor, yeter ki avcunu açacak çıkarcıyı buluver…
Sahi biz yedi düvele karşı savaşmıştık da yurdumuzu kurtarmıştık değil mi? Kurtuluş savaşını kazanmış olduğumuzdan emin miyiz?
Mick amcalar kadar çalışkan, becerikli ve akıllı olamadıkça daha böyle çok mik mik söyleneceğiz.