TUSAŞ’a düzenlenen terör saldırısı, Türk medyasının nasıl acınacak bir hâlde olduğunu ve gazetecilik refleksini nasıl kaybettiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Saldırıyla ilgili ilk haberlerin gelmesinden sonra çoğu kanal doğal olarak canlı yayına geçti. O anda devam eden ve çok sınırlı bilginin bulunduğu bir ortamda yayın yapmak elbette kolay değil. Ama deneyim ve elbette liyakatın önemi böyle zamanlarda ortaya çıkıyor.
İşini hakkıyla yapan ama gözümüzden kaçan meslektaşlar varsa kusurumuza bakmasın…
Ankara’nın yanı başındaki Kahramankazan’a saatlerce bir muhabir göndermeyi beceremeyen kanal mı istersiniz…
Olay yerinde kanalın muhabiri bulunmadığı için görüntülere bakarak tahmin yürütmeye çalışan spikerler mi istersiniz…
TUSAŞ’ın yemekhanesinde çekilen bir fotoğraf için önce “İşte rehineler” diyen sonra “Ama rehine olmayabilirler de” diyen mi istersiniz…
Yayın sorumlusuna durmadan “Bu görüntüyü baştan oynatalım” diye talimat veren mi istersiniz…
Kurduğu 15 cümlenin dokuzunu “Buna da ifade etmiş olalım” diye tamamlayan muhabir mi istersiniz…
Yoksa, o anda ne olduğu tam bilinmeyen olayla ilgili çok bilmiş yorum yapanlar mı istersiniz…
Daha kötüsü de var…
Bir zamanların anlı şanlı haber kanalının Ankara temsilcisi gözlerini kısarak öfke içinde, “Hani İsrail Türkiye’de saldırı yapamazdı!” diyerek iki arada bir derede muhalefete laf sokmaya çalışıyor. Gazeteci olduğunu unutuyor, militanlığa soyunuyor, medya yine sınıfta kalıyor…