Century Fox’un “Rio” diye bir çocuk filmi var. Bu çizgi filmdeki canlandırmalar özellikle de renkler harika. Adından anlaşılacağı üzere film Rio de Janeiro’da geçiyor. Baş oyuncu da adı mavi olan bir papağan. Adı mavi çünkü kendisi de masmavi.
Rio çizgi filmi Güney Amerika’nın yerlisi olan mavi papağanların yok oluşu nedeniyle çekilmiş. Filmi çeken şirket Kuzey Amerikalı. Mavi papağanların soyunu kurutan yani evlerindeki kafeslerde mavi papağan görmek isteyenler kim? Kuzey Amerikalılar. Onların talebini karşılamak için mavilerin avcı ve kaçakçısı olanlar kim? Bu kuşların yurttaşı olan Güney Amerikalılar…
Bu mavi kuşlara talep o kadar artmış ki sonuçta fiyatları da çok pahalanmış. Eh durum bu olunca kaçakçılığının önüne geçmek ne mümkün. Sonuç ne derseniz, artık bu kuşlar yok, soyları kurumuş.
Bu hikâyenin en ilginç yanı şu: Mavi papağanların yok oluşunu önlemeyi amaçlayan bu Amerikan filminin çekildiği tarih 2011. Kuşların soyunun kuruduğu tarihse 2000. Evet yanlış yazmadım, kuşlar tarihe karıştıktan 11 sene sonra çocukları eğitmek için bu film çekilmiş. Yorum sizin…
2017 yılında bir gün Alabama eyaletinin kırsalında dolanırken polis yolumuzu kesti ve bagajı açmamızı istedi. Amerika’da polisler bizdeki gibi durup dururken “çek sağa” demedikleri için bayağı endişelendik. Bagaja şöyle bir bakıp, geçebilirsiniz dediklerinde ise bizi niye durdurduklarını sorduk. Olağan kontrol, dediler. Evrak falan sormadan sadece bagaja baktıkları için ne kontrolü yaptıklarını anlayamadık. Meğerse av zamanıymış ama kısıtlamalar da varmış. Bagajımızda avlanmış hayvan varsa büyüklük, cins, sayı vb. açısından yasalara uygunluğunu kontrol ediyorlarmış. Doğal bir ormanın içinde seyahat ediyorduk da…
Polislerin av denetimlerin nedeninin on dokuzuncu yüzyılın başlarına uzandığını çok sonradan öğrendik. Bin sekiz yüzlerde Amerika’nın sosyetik hanımları İngiliz soylularına özenerek süslü şapka takmaya başlamış. Çeşit çeşit kadın şapkalarını süslemek için en çok da kuş tüyü kullanılırmış ve 1870’lerde başlayan kuşlu şapka modası 1880’lerde doruğuna ulaşmış.
Amerika kıtasına “kuş kıtası” deniyor ki çok doğru. Sadece bu kıtada yaşayan binlerce farklı kuş çeşidi var. Biçim biçim, boy boy, renk renk kuşlar. Bu çeşitli kuşlardan bazılarının tüyleri diğerlerinden daha çok rağbet görüyormuş. Özellikle de “Egret” denilen balıkçıl bir cins kuşun (Heron) tüyleri. Kar beyazı, upuzun ve ipek gibi olanları. Egretlerin özellikle üreme dönemlerinde baş ve boyunlarında bir duvak gibi oluşan bu özel tüylere olan talep o kadar artmış ki fiyatı eşdeğer ağırlıktaki altının fiyatını geçmiş. Sonuçta bu kuşun avcıları arttıkça artmış, soyları azaldıkça azalmış.
“Rookery” kuş sürülerinin uyumak için seçtikleri yerlere verilen ad. Belli tür kuşlar belli tür ağaçları otelleri belliyor ve topluca oralarda konaklıyorlar. Genellikle insan yerleşimlerinden uzaktaki ağaçları seçiyorlar. Yoğun su yatakları nedeniyle Florida da balıkçılların en çok bulundukları bölge. Heronların rokirileri de bu su basmanlarının arasında. Ancak kuş avcıları hain mi hain. Sessizce kayıkları ile süzülerek gelip kuşları tüfekleriyle tarıyorlar. Erişkin kuşlar öldürülünce koruyucusuz kalan bebek kuşlar da yumurtalar da heba oluyor. Böylece kuşların soyu kuruma noktasına hızla yaklaşıyor.
1902 senesinde 1.5 ton Egret tüyü satılıyor. Bir tüyün ağırlığını düşünerek kavramaya çalışıyorum bu tonlarca tüy meselesini. O sıralar sadece Florida eyaletinde her sene 5 milyon kuş öldürülüyormuş. Bu sayıya kuş başına en azından üçer yumurtayı da eklemek lazım. Varın soykırımın boyutunu anlayın.
Edwin Ruthven Bradley, 1840 doğumlu, yıllık kazancı (aylık değil) 600 dolar olan Floridalı bir postacı. Eskiden bizde de olduğu gibi sırtında çantasıyla tabanvay dolaşıyor çünkü bugünün sosyetik mekânları olan Miami, Palm Beach gibi yerlerde o zamanlar yol bile yok. Üstelik yaşam alanı olan çoğu yer kumsalda. Böylece sürekli kızgın kumun üstünde yürüyerek büyük bir dayanıklılık geliştiriyor. Sulak alanlarda da kayıkla kürek çekerek dolaşıyor. Edwin, bu ömür törpüsü posta işinde iki oğlunu da yetiştiriyor. Bu aile zaman zaman Florida’nın değişik yerlerinde yaşıyor. Sonunda eyaletin en güneyindeki “Everglades” denilen su basmanı alana yerleşiyorlar. 1870 doğumlu ikinci oğlu Guy, yeni yetmeliğinden itibaren izci. O da babası gibi postacı, kayıkçı, çiftçi ve zor doğa koşullarına dayanıklı. Kuş avcıları ile beraber avlanmaya gitmeye de genç yaşında başlıyor. Sonunda o da kuş tüyünden para kazanmaya başlıyor.
Tarihi biraz geriye saralım. Daha Guy’un babası bile doğmamışken, 1820-1830’larda John James Audoban, neredeyse bütün göçmen kuşları doğanın içinde resmederek onların eşsiz güzelliklerini ilk kez sanatseverlerle buluşturan bir sanatçı. Audoban’ın bu özel başarısının ardında, hem onun doğa gözlem gezilerine finansör olarak, hem manevi destekçisi olarak, hem de akıl hocası olarak karısı Lucy Bakewell Audubon var. Her iki Audobon da uzun uzadıya anlatılmayı hak eden karakterler ama yerimiz de yenimiz de dar diye kestirmeden gidiyorum.
1886’da Floridalı kuş avcısı Guy’un yaşıtı bir öğrenci çocuk, kuşların hayatını anlatan bir kitap okuyor (Ornithological Biography). Resimleri Audubon tarafından yapılan bu kitap çocuğun hayatını değiştiriyor. Aslında onun hayatını değiştiren Bayan Audubon’ın kurduğu bir okulda okuyor olması. Bu çocuk büyüğünde ilk iş Audubon derneğini kuruyor. George Bird Grinnell adındaki bu delikanlının kurduğu derneğin ilk sene elli bine yakın kayıtlı üyesi oluyor. Çoğu toplumun üst düzey insanlarından oluşan üyeler derneğe katılırken kuşları hiçbir şeklide taciz etmeyeceklerine dair bir taahhütname imzalıyorlar.
Gerçi onun 1886’da kurduğu dernek kısa sürede kapanıyor ama binlerce üyeyle tohumu atılan misyonu devamı ediyor. 1896’da Boston’da Harriet Hemenway ve Minna B.Hall, öğleden sonraları düzenledikleri çay partilerine tepesi tüylü kadınları davet edip onları ikna etmeye çalışıyorlar. 1898’de Boston Audubon Derneğini de onlar kuruyor. Başka şehir ve eyaletlerde de benzer çabalarla Audubon’lar kuruluyor. 1905’de bütün bu dernekler birleştirilerek “Ulusal Audubon Derneği” oluşturuluyor.
Dernekler henüz tek çatı altında toplanmadan da çok aktif çalışıyorlar. Örneğin 1900 yılında “Lacey Act” kanunu çıkıyor. Lacey, bu kanunu çıkaran milletvekilinin soyadı. Kanun yaban hayatını oluşturan bitkileri, hayvanları, balıkları korumak ve avcılığı denetlemek amaçlı. Asıl hedefi ise soyları tükenmek üzere olan kuşları korumak.
Florida Audubon Derneğinin başkanı, sulak alana yerleşmiş olan postacı Bradley ailesinin bir tanıdığı. Yaban hayatın tam göbeğinde yaşayan genç Guy Bradley’e “Kuşları Koruma Derneği” adına korucu olmasını teklif ediyor çünkü bölgeyi ve oradaki avcılığı onun kadar iyi bilen başka biri yok. Eski avcı yeni bekçi olan Guy’a devasa boyuttaki su basmanı alanın tek koruyucusu olarak 35 dolar aylık maaş bağlanıyor ki bugünün parasıyla 1000 dolar kadar ediyor bu. Para iyi, Guy da işini ciddiye alıyor. Çalışma alanına yeni çıkan yasanın uyarılarını yazıp asıyor. Daha önceden birlikte kuş avladığı kişilere tek tek ulaşıp yasakları anlatıyor. Kardeşleri de yardım ediyor. Gördükleri değişik kuş türlerini kayda alıp kuş derneğine rapor da ediyorlar.
Kuş derneği devletin de desteğiyle iyice gelişiyor. Yasa çıktıktan 3-4 sene sonra su kanallarında dolaşıp rokırileri korumaya maaşlı çalışan bekçilerin sayısı 34’e ulaşıyor. Guy Bradley’in adı bu mesleğin önderi olarak gazetelere manşet oluyor. “Gerektiğinde ateş etmekten kaçınmayan, attığını vuran, korkusuz kahraman” diye iyice şişiriliyor. Oysa Guy, içe dönük, öyle sağa sola ateş açmayan, yapayalnız dolaşan bir zavallıcık. Mesleğini yaparken arkasında devletin yasası ve güçlü kuş derneği var ama işini yaparken yanında kimsecikler yok. Ailece tanıştıkları bir kuş avcısı ile de aralarında gerginlik var. Guy, bir keresinde bu avcının oğlunu iş üzerindeyken yakalayıp tutuklamış, babası da eğer bir daha oğluma yanaşırsan seni öldürürüm, diye tehdit etmiş. Bu avcı baba ve iki oğul birlikte gene ava çıktıklarında Guy önlerine çıkınca adam tehdidini gerçekleştiriyor.
35 yaşındaki kahraman (!) Guy Bradley’in öldürülmesi basına malzeme oluyor. Kuş katliamının insan katline dönüşmesi simgeleştiriliyor. Adı ölümsüzleşiyor ki hala adına pek çok ödül veriliyor. Florida Everglades’de onun adı verilmiş özel bir yürüyüş yolu var. Hayat hikâyesini anlatan bir kitap yazılmış. Ancak onun ünlenmesi gibi kuşların korunması da öyle ha demeye gerçekleşmiyor.
Audubon, dünyanın ilk kuş derneği, asıl amacı kuş katliamını durdurmak. Bu konuda ses getiren pek çok iş yapıyorlar. Avcılar yasak/kural dinlemedikleri için de olası avlanma yerlerinde devriye gezsin diye bekçiler tutuyorlar. Ancak kolay paranın tadını almış olan kuş avcıları önlerine çıkan bizim Guy Bradley’i kurşunlayıp yollarına devam ediyorlar.
Kuş kanı akarken pek sorun yok da insan kanı akınca durum gene de değişiyor. Bu ölüm gazetelere haber olunca, sanatçılar ve entelektüeller konuyu devamlı gündemde tutuyor. New York’ta Audubon’un çizdiği resimler elden ele dolaşırken, kuş tüyleri hatta ölü kuşlarla süslenmiş şapkalardan oluşan tepkisel sergiler açılıyor. Köşe yazıları bu modaya saydıran yazılar döşeniyor vb. 1918’de Göçmen Kuşlar Yasası (MBTA) çıkarılıyor ki bu ilk yasaya göre çok daha katı hükümler içeriyor. (Bizim arabayı polislere çevirten de bu yasa.)
Sonuçta kafası tüylü hanımlar da artık durumdan rahatsız olmaya başlıyor. Tepelerindeki o bembeyaz tüylerin kan kırmızısı olduğu yüzlerine vuruldukça o şapkaları takamaz oluyorlar. Bu sayede kuş tüyüne talep giderek azalıyor. Talep azaldıkça fiyatlar düşüyor. Kuş tüyleri pahalı olmayınca kaçak avcılık da cazibesini kaybediyor. Avcılık azaldıkça kuşların sayısı artıyor.
Bekçi Guy’un öldürülmesinin üzerinden bir asırdan fazla zaman geçince kuşlar yine eskisi gibi bollaşıyor ki ben bile onlarla hatıra fotoğrafı çektirebiliyorum. Böylece beyaz balıkçılların kaderi Rio’nun mavi papağanlarınkinden farklı olabiliyor. Amerika kıtası dünyanın en çok kuş barındıran ülkesi olmayı sürdürüyor.
Eğer globalizm çağında yaşıyorsanız konu zaten bundan ibaret. Talep etmez ve tüketmezseniz fiyat düşüyor, katliam da azalıyor.
Artık yağmur ormanlarında mavi papağanlar (Spix’s macaw) yaşamıyor. Kelaynakların (Bald ibis) ve kızıl papağanların (Scarlet macaw) da soyu risk altında. Dünyada on binden fazla kuş türü var, bunların binden fazlası ise risk listesinde. Ben rakamları yuvarlamadan kavrayamayanlardanım; demek ki her on kuş türünden birinin soyu hala risk altında.
Kuş yaşamında yarattığımız risk elbette avlamamız, tüylerini yolup yastıklarımıza, montlarımıza doldurmamız ve kafese tıkıp evimizin süsü yapmamıza sınırlı değil. Çok daha büyük kabahatlerimiz de var. Havayı suyu toprağı zehre boğmamız, havai fişek atmak diye bir garabet icat etmemiz, ağaç kesmeyi marifet bilmemiz, yağmur ormanlarının canına okumamız gibi…
Bir kitap okudum hayatım değişti denir ya, bir çocuk bir kitap okuyor, dünyanın dengesini değiştiriyor. Ulusal Audubon Derneği, koca bir asrı aşan zaman dilimine rağmen varlığını sürdürüyor. Hem farkındalık bilinci yaratıyor hem de bilimsel çalışmaları sürdürüyor. Halen 500’den fazla şubesi var. ABD’de 2500 adet kuş açısından önemli bölge belirlemiş oraları aktif olarak koruyor. 41 farklı merkezde eğitim ve araştırma programları sürdürüyor. Pek çok kitap yayınlıyor. Düzenli bir dergi yayını da yapıyor. Sadece Amerika’da değil dünyanın dört bir yanında alt dernekleri ve aktivasyonları var. Audubon adıyla kendine özgü bir uygulama da var. Telefonunuza indirebileceğiniz bu uygulamada istediğiniz kuşun resmine tıklarsanız hem hakkında yeterli bilgi alabiliyor hem de orijinal sesini dinleyebiliyorsunuz. Böyle daha nice işler yapıyorlar…
“Ben ne yapabilirim” cümlesinin sonuna nokta yerine soru işareti koyanlara şapka çıkarıyorum (tüysüzünden elbette).
“Söylenme, söyle… Söyleme, yap” şiarını baş tacı yapabilmek için uçan kuşlar rehberimiz olsun.
Not: Bir rookery örneği.