Çin’in ekonomik dönüşümü, klasik kapitalistleşme örneklerinden keskin biçimde ayrılır.
1978 sonrası dönemde başlatılan reformlarla Çin, sosyalist sistemin temel ilkelerini tamamen terk etmeden, piyasa mekanizmasını içeren bir ekonomik modeli kademeli olarak inşa etmiştir.
Bu süreçte merkezî planlama kaldırılmamış, ancak piyasa unsurlarının işleyişine sınırlı bir özgürlük tanınmıştır.
“Sosyalist piyasa ekonomisi” olarak tanımlanan bu yapı, hem teorik hem pratik düzeyde ciddi tartışmalara konu olmuştur. Zira bu modelde, üretim araçlarının önemli bir kısmı hâlen kamu mülkiyetindedir; ancak kâr amacı güden işletmeler, serbest piyasa kurallarıyla rekabet etmektedir.
Bu dönüşüm süreci, öncelikle kırsal bölgelerdeki “halk komünleri”nin kaldırılması ve köylü ailelere üretim sorumluluğunun devredilmesiyle başlamıştır. Ardından özel mülkiyetin yasal olarak tanınması, yabancı sermayeye açık özel ekonomik bölgelerin kurulması ve devlet işletmelerinin özerkleştirilmesi gibi adımlar atılmıştır.
Bu çerçevede Çin, bir yandan Batılı yatırımcılar için cazip bir üretim üssü hâline gelirken, diğer yandan da ulusal sanayisini ve stratejik sektörlerini devlet eliyle güçlendirmeye devam etmiştir. Yani Çin modeli, klasik liberal kapitalizm ile planlamacı sosyalizmin unsurlarını aynı anda barındıran, melez bir karakter taşımaktadır.
Ancak bu melez yapı, yüzeydeki uyumun ötesinde bazı derin çelişkileri barındırmaktadır.
Örneğin, özel sektör Çin’de GSYİH’nin yaklaşık %60’ını üretmesine rağmen, büyük altyapı projeleri, stratejik teknoloji yatırımları ve dış ekonomik ilişkiler hâlâ devletin sıkı kontrolü altındadır.
Devletin ekonomik karar alma sürecindeki rolü yalnızca düzenleyici değil, aynı zamanda yönlendirici ve uygulayıcıdır. Bu durum, bazı Batılı iktisatçılar tarafından “devlet kapitalizmi” olarak adlandırılmakta, Çin’in bu modeliyle klasik kapitalizmin serbest rekabetçi doğasından ayrıldığı savunulmaktadır.
Öte yandan, Çin Komünist Partisi (ÇKP), bu sistemin sosyalist karakterini koruduğunu iddia etmektedir.
Parti söylemine göre, piyasa yalnızca araçtır; nihai amaç sosyalist kalkınmanın ve halk refahının sağlanmasıdır. Bu söylemde, üretimin ve servetin büyük oranda halkın ortak çıkarı için düzenlendiği varsayılır.
Ne var ki, sermaye birikiminin giderek belirli grupların elinde yoğunlaştığı ve gelir eşitsizliğinin arttığı gerçeği, bu iddiayı ciddi biçimde sorgulanabilir kılmaktadır.
Çin’in kapitalist dönüşümü, Marksist anlamda bir “üstyapı dönüşümü” değil, daha çok altyapıdaki üretim ilişkilerinin kademeli olarak farklılaşmasıdır. Bu durum, ne tam anlamıyla kapitalist ne de sosyalist olarak tanımlanabilecek bir hibrit sistemin doğmasına neden olmuştur.
Bu sistem, hem merkezi planlamanın avantajlarını hem de piyasa ekonomisinin dinamizmini kullanarak büyük bir büyüme ivmesi yakalamış, ancak aynı zamanda ideolojik tutarlılığını ve sistem içi sürdürülebilirliğini sorgulanabilir kılmıştır.
(Prof. Dr. Metin Duyar, tasam.org)
Makalenin devamı için tıklayın
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: