Ortaya çıkışı ve sistematiği bakımından dil, metafizik bir özellik taşır.
İlahi güç, diğer milletleri kendi dilleri etrafında topladığı gibi bizleri de bir tespihin ipine dizer gibi Türkçenin etrafında toplamıştır. Bizler Türkçenin kelime ve kavramlarıyla olduk; onunla evrene baktık, düşündük, anladık ve inandık. Onun içinde kimliğimiz şekillendi.
Dünyanın en eski dillerinden biri olan Türkçe, 8. yüzyılda Köktürk Yazıtları ile edebî varlığını göstermeye başlar. Yesi, Herat, Merv, Gazne, Kaşgar, Isfahan, Nişabur, Rey, Tebriz, Taşkent, Semerkant ve Buhara gibi pek çok yer Türkçenin yurdu olur. Türkçe, Orhun Vadisi’nden kaynayıp akan coşkun bir ırmak gibi kızgın çöllerin, serin yaylaların, derin uçurumların, toprakların renklerini de içine katarak Anadolu’ya ulaşır.
Hayvan sürüleriyle her yaştan insan kafileler hâlinde buraya gelirken Türkçeyi ve onun içinde kodlanan değerlerimizi de yanlarında getirirler. Köktürk, Uygur, Karahanlı, Gazneli, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Harezmşah, Safevi, Timur, Babür, Memlûk ve Osmanlı Devletlerinin haritalarına bakıldığında, Türkçenin doğudan batıya, çok geniş bir coğrafyada egemen olduğu görülür. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne, Altaylardan Tuna’ya” şeklinde tanımlanan bu coğrafyanın büyüklüğü karşısında hayran olmamak mümkün değildir.
Karahanlılar çağında İslamiyet’le tanışan atalarımız yeni dini öğrenmek için Arapça eserlere yönelmişler, ister istemez yeni dinin kelime ve kavramları dilimize girmeye başlamıştır. İlahi kudretin, en üst düzeyde işlediği dil olan Arapça karşısında Türkçe varlığını sürdürmüş ancak etkilenmekten de kurtulamamıştır.
Türkçe, Farsça ile rekabet etmiştir. Bizden çok önce İslamiyet’i kabul eden İranlılar, klasik eserlerini meydana getirmişlerdi. Türkler İran coğrafyasına geldiklerinde bu eserlerle karşılaşmışlardı. İç içe yaşamanın getirdiği yakınlıktan dolayı dilimize çok sayıda Farsça kelime girmiştir.
Buna karşılık Farsçada da çok sayıda Türkçe kelime yer almıştır. Selçuklular döneminde Farsçanın etkisi bir süre devam etmiş ise de özellikle Beylikler döneminden sonra Oğuz Türkçesi bir edebî dil olarak kendini geliştirmeyi başarmıştır. Kısaca tarihî geçmişi aktarılan dilimiz, Ömer Seyfettin’in dediği gibi “manevi ve mukaddes vatanımız”dır.
“İnsanın asıl vatanı ana dilidir; ben onun sınırlarında nöbet tutarım” diyen Albert Camus’nün dil bilincini, Türkçenin muhafızı olan bütün aydınların taşıması gerekir.
(Kaplan Üstüner, tdk.gov.tr)
Yazının devamını okumak için tıklayın
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: