21. yüzyılın ilk çeyreği sona yaklaşırken, Orta Doğu ve Türkiye’de toplumsal yapılar yalnızca iktisadi krizlerle değil, aynı zamanda sınıfsal çözülme, siyasal kutuplaşma ve örgütsüzleşme dinamikleriyle yeniden şekillenmektedir.
Son yıllarda, özellikle de Türkiye’de son günlerde yaşanan siyasi hareketlilikler, klasik sınıf tanımlarının ötesine geçen kitlelerin siyasal işlevine dair soruları daha da yakıcı hale getirmiştir. Devlet destekli yardım ağlarına bağımlı hale getirilen yoksullar, sistem dışına itilmiş işsiz gençler, paramiliter yapılarda örgütlenen bireyler ve sokak ekonomisine mahkûm edilen kentli kalabalıklar… Bu kesimler üretim ilişkileri içinde net bir yere sahip olmasa da, siyasal düzlemde ciddi bir etkiye sahiptir.
Tam da bu noktada, Marx’ın “lümpen proletarya” olarak tanımladığı sınıf dışı kitleler, günümüzün toplumsal çözümlemelerinde merkezî bir konuma yerleşmektedir.
Lümpen proletaryanın siyasal işlevini Marx, Gramsci ve Fanon’un kuramsal yaklaşımları çerçevesinde ele almak, Türkiye ve Orta Doğu ülkelerinde bu sınıf dışı tabakanın nasıl manipüle edildiğini ve aynı zamanda nasıl bir devrimci potansiyele sahip olabileceğini sorgulamak günümüzü anlamamızı kolaylaştıracaktır.
Orta Doğu’da savaş, işgal, neoliberal yıkım ve devlet krizleri sonucunda görünür hale gelen lümpenleşme olgusunun, Türkiye’de sosyal yardım politikaları, kent yoksulluğu ve örgütsüz gençlik biçiminde tezahür ettiği gözlemlenmektedir.
Bu bağlamda lümpen proletarya, hem siyasal manipülasyonun en kolay aracı, hem de
yönlendirilmediğinde kendi içinde patlamaya hazır devrimci bir enerji olarak belirir.
Söz konusu sınıfsal konumun tarihsel materyalist bir çözümlemesini yapmak, lümpen proletaryanın siyasal sistemler içindeki ikili rolünü; yani hem karşı devrimci araç hem de potansiyel devrimci özne olma niteliğini ampirik örneklerle ve kuramsal bir çerçevede
incelemeyi gerektirmektedir.
Lümpen proletarya (Almanca: Lumpenproletariat), Marx ve Engels’in sınıf kuramında proletaryanın dışına düşmüş, sınıf bilincinden yoksun, üretim süreciyle doğrudan bağ kuramayan, istikrarsız ve çoğu zaman suçla iç içe geçmiş toplumsal katmanları ifade eder.
Marx, özellikle Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i (1852) adlı eserinde bu kavramı kapsamlı biçimde ele alır.
Ona göre lümpen proletarya:
“Toplumun bütün sınıflarından kopmuş, çürümüş kalıntılardan, işsizlerden, maceraperestlerden, kaçak askerlerden, eski mahkumlardan, dolandırıcılardan, falcılardan, dilencilerden, serserilerden, organik olarak bir üretim ilişkisine dahil olmayan tüm bu ‘pisliği’ kapsar.” (Marx, 1852/1972, s. 55)
Marx bu grubu özellikle politik olarak güvenilmez, kolay manipüle edilebilir ve karşı-devrimci hareketler tarafından kolayca kullanılabilir bir güç olarak görür. Proletaryanın devrimci karakterinin aksine, lümpen proletarya mevcut düzenin devamına hizmet edebilir.
Engels de Komünist Manifesto’da bu grubu “eski toplumun çürük kalıntıları” olarak tanımlar ve şöyle der:
“Bunlar proletarya saflarına değil, burjuvazinin emrine giren asalaklardır.” (Marx & Engels, 1848/1976, s. 495)
(Prof. Dr. Metin Duyar, tasam.org)
Makalenin devamını okumak için tıklayın
Görsel: easysociology.com
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: