Dr. Nevin Sütlaş
Temiz enerji diyerekten elektrikli otomobil piyasası canlandıkça lityum pillerine ihtiyaç arttı. Lityum sadece elektrikli otomobiller için değil bilgisayarlar ve cep telefonları dâhil, enerji depolayan bütün sistemler için gereken beyaz bir metal. Geleceğe şimdiden damgasını vurmuş bir metal.
Lityum ya bazı tuzlu göllerde çözünmüş olarak bulunuyor ya da kayalarda katı formda. Güney Amerika en bol bulunduğu yer. Avustralya’da da epeyce var. Kuzey Amerika’nın Nevada çölünde de biraz var ama oradaki miktar ABD’nin hızla büyümekte olan ihtiyacı karşılayacak kadar değil.
Güney Amerika’daki Ant Dağları’nın Puna Vadisi’nde mebzul miktarda Lityum var. Arjantin, Bolivya ve Şili arasında, 4 bin metre yükseklikte 2 bin kilometre boyunca uzanan Puna bölgesine “Lityum üçgeni” deniyor. Uyuni (kalemi olan), Hombre Muerte (ölü adam) ve Atakama çöl ve gölleri de bu üçgene dahil. O nedenle Puna’ya petrolden hareketle “Lityumun Suudi Arabistan’ı” adı verilmiş.
ABD 1980’lerden beri Puna Vadisi’nden lityum çıkarıyor. 1990’larda bir Amerikan kimya şirketi 150 milyon dolarlık yatırım yapmış. Dünyadaki en büyük lityum yataklarının sahibi olan Şili’de, devlet adamlarının rüşvetçiliği de halkın yoksulluğu da sürerken, lityum zenginliğinin kaymağını da gene amcamız yiyor. Tersi olsa şaşardık elbette.
Puna Vadisi’ndeki Uyuni bölgesinin sahibi olan Bolivya, dünyadaki bütün Lityumun dörtte birinin sahibiymiş. Bolivya Devlet Başkanı Avo Morales bir sosyalist, dolayısıyla da ABD karşıtıymış. Lityumumu kendim çıkarırım kendim işlerim, pilimi de kendim yapar satarım, diye ayak dirediği için devrilmiş. Bolivya’daki kargaşa o düşürüldükten sonra da bitmemiş çünkü yeni başkan da aynı partidenmiş. ABD, Bolivya’da bir türlü huzuru (!) sağlayamayınca, geleneksel yöntemi ambargoya yönelmiş. Ancak Tesla markası ile elektrikli otomobil kralı olan Elon Musk, kendi devletiyle kapışarak Bolivya’nın sattığı lityumu almaktaymış…
Yeni savaş alanı Ukrayna’nın 500.000 ton lityum rezervi olduğunu da öğrenince dünya birden gözüme farklı göründü. İki devin kapışmasının yani çıkardıkları savaşların ardında birden çok faktör varsa da asıl belirleyenin her zaman ekonomik olduğu malum. ABD, petrol zenginlikleri yüzünden Orta Doğu ve Venezuela’dan bir türlü vazgeçemezken, aynı gerekçeler Rusya için de geçerli elbette. Gerçi petrol artık devrini tamamlamış görünüyor. Onun yerine geçecek olan temiz (!) enerjilerin depolanmasında en önemli madde olan lityum gibi yerkürenin pek çok zenginliği hâlâ yağma edilmeyi bekliyor.
Evet, yollarda petrol yakıp zehirli gaz sala sala seyirtme devri bitti, gelecek elektrikli arabalarda. Başat egemenlikte ABD ve Rusya’nın seyrü sefa devri de bitti, gelecek Çin’de. Çin’in yeterli lityum rezervlerine sahip olup olmadığını ve yoksa elde etmek için neler yaptığını merak edince de şunları öğrendim: Dünya lityum rezervinin yüzde dördünün sahibi ABD iken Çin toprakları bunun iki katının, yüzde sekizinin sahibiymiş. Ancak fark bu kadarla kalmıyormuş. Çin, 60 milyar dolar harcayarak sahip olduğu lityumu öyle güzel işlemiş ki ABD’nin 15 kat fazlasını üretmekteymiş ve ABD’den çok daha büyük lityum pil fabrikaları kurmuş. Bu hesaba Puna Vadisi’ni ele geçiren ABD şirketinin üretimi dâhil değildir de, Afrika ve Güney Amerika’nın neredeyse bütün madenlerinin artık en büyük yatırımcısı olan Çin nerelere ne yatırımlar yapmıştır acaba diye aranınca ilk önce önüme Afganistan çıktı. Demir, bakır ve birçok az bulunan maden için inanılmaz zenginlikte kaynaklara sahip olan Afganistan’da Bolivya’dan bile çok lityum yatağı olduğu da yeni anlaşılmış. Bunu öğrenince, geçmişte Afgan vatanı için çarpışmayı görünürde kaybeden Rusya ve Amerika’nın şimdilerde Ukrayna için çatışmasını da daha iyi anladım.
Nevada Çölü’ndeki lityum yatağı olan bölgeleri satın alarak madenciliğine de girişen Amerika’nın bir numaralı girişimcisi Elon Musk ise yakın zamanda verdiği bir röportajda, lityumu hammadde olarak çıkarmak basit iş diyor. Zor olan onu pile çevirmekmiş. Çin geçen sene ürettiği lityum karbonata % 450 zam yaptı, diye örnek göstererek ABD yatırımcılarını lityum pili işine para yatırmaya çağırıyor. Geçen ay verdiği bu demeçte “Lityum piline yatırım yapmak, para basmaktır” diyor. Bu konuda haklı olmalı çünkü 10 sene önce lityumun tonu 4.500 dolar iken bu sene 80.000 dolar civarındaymış.
Lityumun dünya tablosunu böyle kuşbakışı görünce, biz Çılgın Türklerin durumu nedir acaba diye de merak ettim elbette. Bu merakımı da bir Türk jeoloji mühendisinin geçen yıl verdiği gazete demeci giderdi. Onun söylediğine göre elementlerin birlikteliği kuralına göre nerede bor varsa orada lityum da olurmuş. Ülkemizde bor bolmuş, öyleyse bor çıkarılan yerlerde lityum da ararsak bulacakmışız. Hem de öyle çok bulacakmışız ki gelecekte bu yüzden çok zengin olacakmışız.
Veee sürprizzz:
Lityum aramak için Kore, Çin, Japonya ve ABD ile iş birliğine girmişiz…
MTA diye bir kurumumuz olduğunu hatırlayanımız var mı? “Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü” adı ile devlet tekeli olan kurumumuzu. Ülke topraklarında maden arama ve çıkarma ile yetkili tek kurumumuzu. MTA, 1935 yılında özel kanunla kurulmuş ve kendi özel hukuk kurallarına sahip bir kurum. Cumhuriyet ile birlikte olağanüstü hızlı büyüyen, önce sadece petrol aramayla başlayan çalışmalarını genişleterek bütün maden kaynaklarımızı aramaya ve korumaya kadar ulaşan, kendine gerekli personeli eğitip yetiştirmesinin yanı sıra su dâhil her türlü yeraltı zenginliğinin bulunması ve korunması konusunda ülkenin dört bucağındaki köylüleri de eğitip yetiştiren MTA. Bu çok ünlü ama unutulmuş kurumun büyük patronu da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. Bu bakanlığın adının bende yarattığı huzursuzluğu sizin de paylaştığınızdan eminim…
Sadece bugünlerden söz etmiyorum. Gelmişi geçmişi ile enerji bakanlarının hemen hepsini zan altında bırakan söylentilerin çokluğundan söz ediyorum. Hemen güneyimiz, hemen güney doğumuz, hemen doğumuz ve hemen kuzey doğumuz petrol ve doğal gaz yatağıyken, garip biçimde ülke sınırlarımızın bu zenginliklerin de sınırı oluşuna dayanarak, MTA’ya sızan yabancı güçler bulunan kaynakların yok gibi gösterilmesine neden oldu diyen söylentilerden başlayalım. Menderes hükümeti ile başlayıp bugüne kadar süren pek çok skandalı bu konuya katan, yakın geçmişte, içinde sadece konusunda en yetkin maden mühendislerinin bulunduğu bir uçağın dağlara çakılması ile anımsamamızı sürdürelim. Daha da yakın geçmişte emperyal taşeron İŞİD militanlarının el koyup sattığı Suriye petrollerinin deniz taşımasını bizzat bizim Enerji Bakanımızın gemiciklerinin yaptığıyla devam eden söylentilerin çokluğuyla noktalayalım. Noktalamak mümkünse elbette…
Türkiye’nin bor üretimini yapan şirketi olan Eti Maden’in patronu 2017’den beri Türkiye Varlık Fonu. Eti Maden’in yurt dışı satışlarını yapan Etimine ve Etiproducts şirketlerinin TÜRGEV ve ENSAR ile içli dışlı ilişkisi epeyce bir manşet olmuş da ben kaçırmışım. Sonucu değiştirecek hiçbir şey yapmamış olsak da bor madenlerimizin kaç üç kuruşa kimlerce talan edildiğini galiba sonunda fark edebilmişiz. Bu durumda, denildiği gibi bor komşuluğunda lityum yatakları bulunursa kimin zengin olacağını da öngörebilir miyiz?
Hatırlar mısınız bilmem, yalan dolanla yönetim ve yolsuzluk ve de yüksek enflasyon deyince eskiden aklımıza hep Güney Amerika ülkeleri gelirdi. Oysa şimdi, enerjiden sorumlu bakanlığımızın MTA’sı arasa da bulamayacağı (!) için olmalı, lityum aramak için ABD ile ve de Çin ile doğrudan ortak olmuşuz Son iki cümlemin birbiri ile ne alakası var değil mi?
Lityumun insan bedenindeki önemi giderek daha iyi anlaşılıyor. Hücresel enerji ile ilgisi çok heyecan verici. Hücresel enerji demek, hem beyin hem beden işlevlerimiz için her şey demek. Enerji üretimimiz yeterli olmazsa biz de yetersizliğe düşeriz. O yüzden lityum azlığı da çokluğu da başlı başına sorundur. İnsana “micro cosmos” deniliyor, yani minik evren. Tıpkı minik kosmosumuz gibi büyük kosmosumuzun yani dünyamızın enerji açısından geleceği için de lityum vazgeçilmez. Bu konuda ülkemizin durumunu ise henüz bilmiyoruz. Ancak, eğer lityum rezervimiz azsa ayrı sorun, çoksa başka sorun…
Ahh benim zenginliği fakirliğinin sebebi olan ülkem ahh!
Ahh ki ne vahhh…