2019 yılında Türkiye’nin Libya’nın batısındaki sözde Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı, ancak usulüne uygun yürürlüğe konmayan iki önemli anlaşma—“Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” ve “Askeri İşbirliği Mutabakatı”—uluslararası dengeleri hâlâ etkilemeye devam ediyor.
12 Haziran 2025 tarihinde yayımlanan Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde Yunanistan, hidrokarbon arama ve üretimiyle ilgili olarak 94/22/EC sayılı AB direktifi çerçevesinde yeni bir bildirim yayınladı. Bildirimde, Ege ve Akdeniz’de aşağıdaki harita üzerinde belirtilen alanların kendi yetki sahası olduğunu açıkça ifade etti. Bu hamle, bölgede halihazırda gerilimli olan enerji diplomasisini daha da kızıştırdı.
Şaşırtıcı bir şekilde beklenen ilk tepki Ankara’dan değil, Libya’nın doğusunda General Halife Hafter’e bağlı hükümetten geldi. Hafter yönetimi, Yunanistan’ın söz konusu adımını “Libya’nın egemenlik haklarını ihlal eden düşmanca bir eylem” olarak nitelendirdi ve uluslararası hukuk nezdinde kabul edilemez buldu.
Bu açıklama, Türkiye kamuoyunda sürprizle karşılandı. Zira söz konusu anlaşmalar bugüne dek Libya’da yalnızca Batı yönetimiyle yapılmışken, doğudaki aktörün bu denli net bir çıkış yapması, Ankara’nın Doğu Libya ile son dönemde yürüttüğü diplomatik ve savunma temelli iş birliklerinin bir sonucu olarak yorumlandı. Türkiye’nin İHA-SİHA satışları ve siyasi temaslarının, Hafter yönetimi nezdinde belirli bir karşılık bulduğunu değerlendirebiliriz.
Ancak bu gelişme, Akdeniz’de Türkiye lehine büyük bir stratejik başarıya işaret etmiyor. Aksine, Yunanistan’ın bu kez AB ve BM çerçevesinde hukuki mekanizmaları işletmesi bekleniyor.
Uluslararası hukuk perspektifi: Girit kararı ve olası emsal tehlikesi
Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne sunduğu bu bildirim, yalnızca siyasi bir beyan değil; aynı zamanda hukuki bir adım. 94/22/EC sayılı direktif, üye devletlere deniz yetki alanları dahilindeki hidrokarbon kaynaklarını işletme hakkı tanıyor. Türkiye bu bildirimleri tanımasa da, AB nezdinde bir “fiili kabullenme” yaratması muhtemel. Eğer Adalet Divanı sürece dahil olursa, Girit kararları, örnek alındığında Ege’nin kuzeyindeki adalara da kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) statüsü tanınması açısından emsal olabilecek. Bu da, Türkiye’nin “adaların deniz yetki alanı yaratamayacağı”na dair hukuki argümanlarını zayıflatabilir.
“Açıkçası, Türkiye’den sert bir diplomatik tepki beklenirdi. Zira ‘Mavi Vatan’ masalı, adeta Yunanistan’ın lehine gerçeğe dönüşürken, bu süreç Ankara tarafından sessizlikle karşılandı. Normal şartlarda uluslararası hukuka! atıf yaparak açık bir itiraz yükselmesi beklenirdi. Ancak görünen o ki, gerek Cumhurbaşkanlığı nezdindeki karar mekanizmaları gerekse ilgili bakanlıklar hâlâ sürecin farkında değiller. Muhtemelen İstanbul’da kurulması planlanan Nükleer Masa gibi iç dinamiklere yoğunlaşmış görünüyorlar.
Sonuç olarak, bu tepkisizlik galiba, gemi sürmeyi bilen iki amiralin hayallerinin gerçeğe dönüşmeyeceğinin anlaşılması anlamına geliyor. AB, bu defa sadece kafamıza vurmakla kalmayacak, arama ve sondaj gemilerimizi Somali’ye sürgüne göndermekle yetinmeyecek. Tekrar ediyorum, Yunanistan ve Libya konuyu yargıya taşırsa, emin olun, çıkacak karar ile Girit kararı emsal teşkil edecek, kuzeydeki yüzlerce ada da hukuken aynı statüye kavuşacak.

***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: