1981 yılı bir bahar sabahı İstanbul Ticaret Odasından (İTO) telefon açtılar, Libya’dan bir alım heyetinin geldiğini, aralarında bizim de bulunduğumuz birçok firmayı ziyaret etmek istediklerini söylediler, randevulaştık.
Bir cumartesi sabahı iki Libyalı genç, Arapça-Türkçe bilen bir tercüman ve İTO’dan bir görevli fabrikaya geldiler, önce biraz çay kahve içilip sohbet edildi. Bizim daha önce, yani 1979 yılında Libya’da ithalat devletleştirilmeden önce Bingazi’ye ihracat yaptığımızı duyunca memnun oldular.
O zamanlar fabrikamızda üretilen rengarenk ve çeşitli desenlerdeki melamin tabak çanak, tencere ve tepsiler hem iç pazarda hem de komşu Orta Doğu ülkelerinde çok revaçta idi, nitekim heyettekiler de ürünleri çok beğendiler. Gösterilen her ürünü hemen sipariş listesine yazmaya başlamışlardı, sonuçta ortaya yaklaşık 9 milyon dolar tutarında bir sipariş çıktı. 3 milyon nüfuslu Libya’ya bu kadar çok tabak çanak pek akıl alacak şey değildi ama İTO yetkilisi daha önce ziyaret ettikleri bir kemer firmasına da 2,5 milyon adet deri kemer siparişi verildiğini söyleyince şaşırdık. Bu kadar çok kemer siparişi vermeleri ilginçti zira Arap ülkelerinde erkeklerin pantolon yerine “Kandura” adı verilen ve ayak bileğine kadar inen, çoğunlukla uzun kollu, beyaz renkli, tunik yapısında geleneksel bir kıyafet giydiklerini ve bu kıyafetlerine de kemer takmadıklarını biliyorduk.
Birkaç gün sonra Ticaret Odası aracılığı ile resmi sipariş onayı geldi ve üretime başlayıp ilk parti sevkiyatını yaptık, o dönemler konteynır taşımacılığı henüz gelişmediği için malları çok sağlam tahta sandıklara koyup gemilere yükledik, ihracat evraklarını da karşı alıcının parayı ödeyip evrakları aldıktan sonra gümrükten çekmesi şartı (cash against document-cad) ile bankaya teslim ettik ve siparişin ikinci parti üretimine geçtik.
Aradan bir ayı aşkın zaman geçti ödeme ile ilgili bir haber alamamıştık, Geminin İstanbul’dan çıkıp Trablus’a (Tripoli) varışı birkaç günü geçmezdi, nakliyatçı firma ile görüştüğümüzde Trablus Limanındaki yoğunluk nedeniyle geminin açıkta bekletildiğini öğrendik, 1-2 hafta içinde yanaşacağı söylendi.
Geminin yanaşıp yüklerin boşaldığı haberinin üzerinden de bir ay geçti ama hâlâ bize yapılan bir ödeme olmamıştı, her gün bankayı arayıp paranın akıbetini soruyorduk ama banka da karşı tarafın yollanan mesajlara cevap vermediğini söylüyordu. Öğrendiğimiz kadarıyla Libya’ya ihracat yapan diğer firmalar da bizimle aynı durumdaydı.
O yıllardaki telefon sistemimizde henüz otomatik arama imkanı yoktu, İstanbul’dan Türkiye içi herhangi bir şehirdeki bir numarayı aramak gerektiğinde önce PTT’ye kayıt yaptırıp birkaç saatlik bekleme sonrasında görüşme sağlanabiliyordu, milletlerarası telefon görüşmelerinde durum daha vahimdi, saatlerce beklemek yetmiyor, bağlantı bazen ertesi güne sarkabiliyordu. Uluslararası yazışmalar ise “teleks” adlı bir alet ile yapabiliyordu.
Teleks sisteminin çalışması söyle oluyordu:
Her makinenin bir kod numarası vardı, mesaj iletilmek istenilen makinenin kodu yazılarak irtibatı kurulur, hat açıldığında yazışma başlar, bir taraftaki makineye yazılanlar aynı anda karşı taraftaki kağıda çıkar, gerektiğinde aynı anda karşılıklı olarak yazışmalar da yapılabilirdi veya istenilirse önceden yazılarak makinanın yan tarafında bulunan ince sarı şeride mesajın kopyası alınır, daha sonra o şeridi makinaya takarak mesaj otomatik olarak yollanabilirdi.
Ödemelerimiz gecikince Libya’daki alıcı kuruluşa defalarca teleks çekilmesine rağmen hiçbir dönüş olmamıştı, bizzat gidip yerinde müşteriyi ziyaret edip ödemeyi talep etmekten başka çıkar yol kalmamıştı.
O yıllarda yaşanılan döviz sıkıntısı nedeniyle turistik amaçla yurt dışına çıkışlara ancak 2 yılda bir kez izin veriliyordu, ticari yurt dışı çıkışlarda herhangi bir kısıtlama yoktu ama şöyle bir bürokrasisi vardı:
Öncelikle Sosyal Sigortalar Kurumundan (SSK) son 120 günlük primin yatırılmış olduğuna dair bir belge alınıp bankaya ibraz edilir, hangi tarihler arasında ve kaç günlüğüne yurt dışına çıkılacağı belirtilir, yurt dışında kalınacak her gün için 100 dolar döviz talebinde bulunulur, banka sizin isteğinizi Merkez Bankasına havale edip oradan döviz tahsisi ister, döviz tahsisi çıktığında yurt dışında kalınacak gün sayısı çarpı 100 dolar hesabı ile döviz satın alınır, alınan miktar pasaporta işlenirdi. Seyahat dönüşünde beyan edilen süreden daha az kalınmış işe, eksik kalınan günler için gün başı 100 dolar karşılığı Merkez Bankasına geri satılır ve pasaporta “Hesabı Kapanmıştır” ibaresi konulurdu.
Döviz ve bilet işlemlerini tamamladım ancak Trablus ile telefon veya teleks irtibatı olmadığı için otel rezervasyonu yaptıramamış olmanın endişesini yaşıyordum. Libya’da inşaat yapan bir firmanın İstanbul ofisindeki bir yönetici arkadaşımdan Trablus şehri ile ilgili bazı bilgiler edindim, otel konusunda endişe duymadan, havaalanından şehre gelindiğinde yoldaki birkaç otele bakmamı ama yer bulamama durumunda Trablus Limanı’na demirlemiş olan ve otel gibi kullanılan dev bir İspanyol gemisinde her zaman yer bulma imkanı olduğu bilgisini aldım. Artık yurt dışına çıkış için hiçbir bir engel kalmamıştı, Libya yolculuğu başlayabilirdi…
Gelecek yazıda Trablus’a varış ve orada yaşanılanları sizlerle paylaşmaya çalışacağım…
Not: İkinci bölüm Cumartesi günü yayınlanacak.