Uygarlıklar parçalanıyor.
Asya biraz direnir gibi görünüyor, ama o da Amerika, Avrupa, Orta Doğu, Batı Asya gibi coğrafyaların akıbetinden kurtulamayacak.
Bütün çabalar nafile.
Yaşamın kalemi kırıldı.
İnsanoğlunun dünyadaki misafirliğinin sonuna geldik.
İklim, su, enerji, doğa, küresel ekonomi imdat çığlıkları atıyor.
Hastalıklar patlama yaptı. Minicik virüsler devasa toplumları yere seriyor.
İyimserlik duygusu ve gelecek ümidi tükendi.
Milliyetçilik, aşırılık, faşizm, otoriterlik ve baskı bütün resmi kapladı.
Yüzyılımız, çöküş kelimesi ile kodlanacak.
Binlerce yılın mirası olan inanışlar, gelenekler, kurallar, ekonomi, toplumlar, zihinler, gıda zincirleri, ekosistemler kağıttan kuleler gibi dağılıyor.
Ekonomiler çöküyor. Toplumlar, çok kazanan azınlık ile açlık sınırındaki çoğunluk olarak ikiye bölünmüş durumda. İkisinin arasında ise barut fıçıları var.
Minik bir kıvılcım yeter.
Panik halindeki insanlık en vahşi yöntemlerle doğayı da mahvediyor.
Buzullar eriyor.
Dünya ikliminin denge unsurları yok oluyor. Okyanuslardaki su seviyeleri kırı kentlerini yok edecek düzeyde yükseliyor.
Kutup canlıları ölüyor.
Böcekler, arılar, balıklar ve memeliler kaçınılmaz yok oluşa sürükleniyor.
En üsttekiler, en alttakileri çiğniyor. İçleri boşaltılıyor. Tüketiliyor.
Toplumlar, ekonomiler, ekosistemler ve hatta bütün bir gezegen. Harap olmuş ve tükenmiş bütünsel sistem, zincir, organizasyon çöküyor.
Aşağıdan yukarıya çöküş süreci hızlanıyor.
Zayıfları besleyemiyoruz. Onları daha da yoksullaştırıyoruz. Ekonomi dili ile onları aşırı tüketiyoruz. Dahası, onlara hiçbir yatırım yapmıyoruz.
Böcekleri, kuşları, balıkları, arıları, suyu, buzulları, havayı, madenleri onlardan geriye hiçbir şey kalmayıncaya kadar tüketiyoruz.
Bir suçlu mu arıyorsunuz?
Kapitalizm.
Sistem, insanlığa tek bir emir veriyor; tüket!
Tek bir mottosu var. Daha fazla, çok daha fazla kar.
Neoliberalizm ise, onun kahyası gibi. Hiçbir şeye yatırım yapmamayı öğütlüyor. Yatırımı, beslemeyi, iyileştirmeyi yasaklıyor.
Bir uygulama modeli olarak kapitalizm ve bir düşünce biçimi olan neoliberalizm, tüm dünyaya egemen. Hayatın hiçbir alanına farklı düşünme şansı bırakmıyor.
Sonuç otoriterleşme ve neofaşizm.
Kemer sıkma politikaları en yoksullardan başlayarak, ortalama insanı zayıflattı.
Ortalama insan, daha fazla sosyal hakkı, yatırımı ve işbirliğini istemek yerine, milliyetçi, aşırıcı, fanatik olmaya şartlandırıldı.
Bu toplumlar kötü bir şekilde istikrarsızlaştı, şimdi felç olmuş durumdalar, destansı bir tarihi yıkımın eşiğinde sallanıyorlar. AB’deki aşırı sağ dalga bunu kanıtlamıyor mu?
Aşağıdan yukarıya çöküşün iç mekanizması şudur: en savunmasız şeyler -ister hayvanlar, ister insanlar, nehirler ya da kayalar olsun- en hızlı ve en acımasız şekilde parçalanır.
Bir soru sorar gibisiniz. Hissediyorum.
Hiçbir çıkış yolu yok mu?
Çaresiz miyiz? Bunu kabullenelim mi? Teslim mi olalım?
Asla. En başa dönmeliyiz.
Kapitalizm tarafından normalleştirilen ve bizlere dayatılan bu istismarcı modelin bizi yönetmekte olduğu gerçeğini görmeliyiz.
Bu sistem yağmacıdır. Dağları, taşları, havayı, suyu, canlıları yağmalar.
Vahşi yaşamın temel taşları olan hayvanlar bile, kapitalizmde bir kar kaynağıdır.
Şimdi bir kutsal görev var.
Biz insanlara düşen bir misyon. Hayatı ve onun tüm bileşenlerini sahiplenmek, korumak, beslemek ve yenilemek. Her gün ve her an bunu yapmak.
Gelecek kuşaklar için ilk adımı atmalıyız.
Yepyeni ve kucaklayıcı düşlünce sistemleri geliştirmeliyiz.
Mevcut ekonomik kurguyu, ölü disiplinleri, eski model psikolojiyi, yeniden tanımlamalıyız.
Yeni toplumsal tasarımlar oluşturmalıyız. Sosyal, siyasal, ekonomik modelleri tamamen sürdürülebilirlik temelinde yeniden kurgulamalıyız.
Çalışmak ve üretmek insani temelde yeniden planlanmalı. İş kavramını, birilerinin kaybetmesi pahasına yapılan bir aktivite olmaktan çıkarmalıyız.
Yağmayı değil, beslemeyi ve yükseltmeyi kutsamalıyız.
Bu asrın meydan okuması budur.
Adil Gürkan