İnan Özbek
2008 küresel finans krizinin atlatılabilmesi ve etkilerinin silinebilmesi adına, dünyanın majör merkez bankalarının uzun süre uyguladıkları düşük faiz ve genişlemeci para politikalarının pandemi sürecinde de sürdürülmesi nedeniyle baş gösteren enflasyonist dalga arz sorunları ve tedarik zincirlerinde kopmalar yaratınca küresel yüksek enflasyon olgusuyla baş başa kalınmıştı. Bunun üzerine, FED başta piyasa yapıcı merkez bankaları köklü bir politika değişikliğine giderek, enflasyonu kabul edilebilir seviyelere çekebilmek için, faiz arttırmakla birlikte para arzını da daraltarak sıkılaştırma adımları atmaya başlamıştı.
Böylece; uzun süredir düşük faiz, likidite bolluğu ve genişlemeci para politikaları yönünde salınan küresel ekonominin sarkacı, yüksek faiz ve sıkı para politikalarıyla ters yönde salınmaya başladı.
Agresif faiz artışlarının ve öteki daraltıcı önlemlerin, son günlerde özellikle ABD ve euro bölgesi ekonomileri açısından, durgunluk hatta durgunluk içinde enflasyonu ifade eden stagflasyon riskini doğurduğunun sık sık dillendirilmesi, kimi şirketlerinse ön alarak önümüzdeki süreç için küçülme kararları almaları, küresel ekonomik durumu iyice karmaşıklaştırmış oldu.
Küresel ekonomik sarkacın enflasyonu önleme kaygılarıyla faiz artırımı ve parasal sıkılaştırma yönünde salınmasına karşın, ekonomimiz uzunca bir süredir zıt yönde; faiz indirimleri ve parasal genişleme doğrultusunda salındığı için, makro ekonomik görünümümüz iyiden iyiye hassaslaşmış halde.
Hayli tartışmalı ve doğrulanmamış olan Neo-Fisheryen bir yaklaşımla “faiz sebep enflasyon sonuç” önermesiyle çıkılan yolda, Merkez Bankasının politika faizini indirmesinin kredi faizlerini de aşağılara çekeceği ve düşük borçlanma faizleri de yatırım ortamını iyileştireceği için; yatırım, üretim ve istihdam artışı sağlanarak büyüme yaşanacağı ve bu arada yüksek ihracat rakamlarıyla döviz bollaşacağı için kurların istikrar kazanacağı, dolayısıyla enflasyonun hız keseceği düşüncesi ekonomi yönetiminin temel paradigmasıydı.
Ne var ki; faiz indirimleriyle beraber uygulamaya konulan ve adına ‘Yeni Ekonomi Modeli’ denilen model, başından beri bekleneni verememek bir yana, amaçlananların tam tersi sonuçlar yaratarak, piyasa faizlerinin hızla yükselmesi, kurların çok hızlı tırmanması ve dolayısıyla da enflasyonun çok yüksek noktalara çıkması olgularını ortaya çıkardı.
Yeni modelin işlememesi ve makro görünümümüzün iyice bozulması üzerine, ekonomi yönetimi tarafından art arda uygulamaya sokulan ve her biri adeta atılan ancak patlamayan birer mermiye benzeyen; kur korumalı mevduat (KKM), ihracatçı firmaların döviz gelirlerinin bir kısmını Merkez Bankasına satmaları zorunluluğu ve gelir endeksli senet (GES) gibi düzenlemeler de fayda vermemiş ve makro ekonomik bozulma süregitmişti.
Son olarak geçen Cuma günü BDDK tarafından “suya tirit” kabilinden önlemlerden bir yenisi olarak alınan; döviz varlıkları belli bir sınırı geçen şirketlerin yeni TL kredi kullanmalarını engelleyen kararı, sermaye kontrolü olarak adlandırmak aşırı bir değerlendirme olsa bile, bir döviz kontrolü önlemi olarak görmek gayet mümkün. Bu nedenle, içeride özellikle döviz bulundurmak durumunda olan ihracatçı firmaları zora sokacak olmasının yanında, dış dünyaya da serbest piyasa ekonomisinden ciddi bir taviz verildiği şeklinde bir mesaj gönderecek olması açısından da, oldukça tartışmalı ve sorunlu bir karar olarak değerlendirmek uygun.
Velhasıl; tıpkı çalılara dolanan ve çırpınıp kurtulmaya çalıştıkça daha beter dolanan bir kuşa benzeyen ekonomimizde, işleri yoluna koyabilmek için; rasyonel mantığın öngördüğü şekliyle, denenmiş ve doğrulukları kanıtlanmış bilimsel ekonomik görüşlerin bir an önce baskın gelmeleri şart gözükmekte.