Yeni ekonomi yönetiminin aldığı tüm önlemlere karşın, enflasyondaki hızlı tırmanışın düşük ve orta gelirli vatandaşlar üzerine bindirdiği yükte ağırlaşma sürüyor. Bu durumun farkında olan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Maaşlar artmasaydı enflasyon daha düşük seviyelerde olabilirdi” diyerek mazeret bildirmişti.
Ancak, böyle bir mazeret “yüzde 98” olarak tanımlanan halkı yatıştırmak yerine, daha da öfkelendirince, bu kez de sosyal medyaya yansıyan, “Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek istifasını CB Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a vermiş… Panik halinde istekleri yerine getirilerek Mehmet Şimşek’in istifası engellenmiş… Ekonomi ekibi tedirgin…” paylaşımı konuşulmaya başlandı.
Bu kez devreye İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi girdi ve şu açıklamayı yaptı: “‘Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, görevinden istifa etmek istedi’ iddiası doğru değildir. Piyasalarda tedirginlik ve güvensizlik oluşturmaya yönelik kasıtlı bir şekilde dolaşıma sokulan dezenformatif haberlere itibar etmeyiniz.”
Haydi gelin biz de biraz daha geriye giderek, ne halde olduğumuza ve buraya nasıl geldiğimize bakalım:
Bütçedeki açık 1.5 trilyon lirayı, dış borç 5.5 trilyon lirayı aştı
Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, 2022 yılının tamamında 139.1 milyar lira olan bütçe açığı, 2023 yılının yalnızca ilk yarısında 483.2 milyar liraya fırladı. Ancak, bunun yanında hükümet, bütçe açığının bir başka biçimi olarak bilinen 1.1 trilyon liralık da ek bütçe aldı. Dolayısıyla, ilk yarıda bütçe açığı olarak kayıt edilen 483.2 milyar liralık açık, 1.1 trilyon liralık ek bütçe ile birlikte 1 trilyon 583.2 milyar liraya kadar yükseliyor.
Merkezi yönetim brüt borç stoku, 2022 Aralık ayı sonundaki 4 trilyon 33.2 milyar liradan, Haziran sonunda yüzde 39.3 artışla, 5 trilyon 617 milyar liraya yükseldi. Bu dönemde, lira cinsinden borçlar yüzde 32.6 artışla 1 trilyon 392 milyar liradan 1 trilyon 845 liraya, döviz cinsi borçlar da, yüzde 42.8 artışla 2 trilyon 641 liradan, 3 trilyon 772 milyar liraya yükseldi. Ayrıca, bir yıldan daha kısa sürede ödenmesi gereken dış borçların büyüklüğü de 207.3 milyar dolar ya da bugünkü kurlar ile yaklaşık 5 trilyon 597 milyar lirayı buluyor.
Bütçede 1.5 trilyon lirayı aşan açıkları kapatmanın tek yolu elbette vergiler…
Bildiğiniz gibi, bunun de iki yolu var; dolaylı ve doğrudan vergiler. Doğrudan vergileri şirketler ve büyük kurumlar, dolaylı olanları da büyük ölçüde halk ödüyor. Ancak, şirketler, özellikle de içinde bulunduğumuz yüksek enflasyon dönemlerinde “zorluk çektikleri için” vergi beyanlarını ya çok düşük tutuyor ya da “zarar” göstererek vergi ödemiyor. Ama, gıdadan, giysiye, ısınma kaynaklarından, aydınlatmaya, eğitimden, eğlenceye, birer tüketici olarak halk, satın aldığı her mal ve hizmet için peşin olarak söz konusu vergileri ödüyor. Bu nedenle, bütçenin açıkları dağları aşmaya başladığı zaman hükümet ne yapıyor? Çeşitli hizmetlerden ve değerli evraktan, telefonlardan alınan harçları, trafik cezalarını ve başta tütün ürünleri ve alkollü içecekler olmak üzere birçok üründen alınan KDV ve ÖTV’yi artırıyor.
Seçimlere doğru giderken verilen 1.5 trilyon liranın üzerindeki bütçe açığını kapatmak için akla gelebilecek her türlü ürün ve hizmetten alınan dolaylı vergilerdeki artış sürüyor.
İletişim üzerinden alınan Özel İletişim Vergisi oranları, alkollü içecekler üzerindeki ÖTV, taşıtlar üzerindeki ÖTV oranları, yurt dışından yolcu beraberinde getirilen telefonlardaki harç tutarı, damga vergisi oran ve maktu tutarları ve BSMV’deki artışın yanında, bir defaya mahsus Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi ve yine bir defaya mahsus Ek Gayrimenkul Vergisi’nin salınması bunlardan bazıları.
Bütün bunların yanında, trafik cezalarının daha yoğun uygulanması, vergi denetimlerinin ve vergi incelemelerinin artırılması, kurumlar vergisi oranının birkaç puan artırılması gibi önlemlere de ağırlık verilirken, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) eliyle enflasyonun düşük gösterilip, yapılacak emekli ve memur maaş artışlarının düşük tutulması da alınan önlemlerden bir bölümünü oluşturuyor.
Türkiye ekonomisinin omurgasında çok ciddi bozulmaları gösteren tüm bu verilerdeki olumsuz gelişmeler büyük ölçüde Mayıs ayında düzenlenen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri öncesinde gerçekleşti.
Tamam…
Bir ülkede seçimlerin olması çok önemli; ne de olsa seçimler demokrasinin olmazsa olmaz temel taşlarından birisidir. Ayrıca, su bir insan ve diğer tüm canlılar için ne denli yaşamsal ise, demokrasi de insanların bir arada yaşadıkları toplumlar için o denli yaşamsaldır.
Bu nedenle, insanlar ve tüm canlıların suya erişimi ne denli kolay ve zahmetsiz olmak zorundaysa, toplumların da demokrasiye erişimi, demokrasi içinde yaşamaları o denli kolay ve zahmetsiz olmak zorundadır.
Ancak, demokrasinin temel taşı sayılan seçimlerin ardından tüm bu yaşadıklarımız, Türkiye’de demokrasiyi erişilmesi çok zor ve çok maliyetli düzeylere tırmandırdı. Bir başka deyişle, Türkiye’de demokrasi, oy kullanmış olsun olmasın, oyunu iktidardaki partiler için kullansın, kullanmasın, tüm vatandaşlara çok pahalıya patladı.
Yukarıda saydığımız ardı arkası kesilmeyen zamların yanında, yeni salınan ve oranları ya da miktarı yükseltilen vergiler milyonlarca insanın yaşam standartlarını çekilmez düzeylere indirdi; işin kötüsü bu aşağı yönlü gidiş sürüyor ve ne zaman duracağı da bilinmiyor.
Asıl sorun da burada önümüze çıkıyor; çünkü, Türkiye halkları sandığa giderek, en önemli vatandaşlık haklarından birini kullanırken, sandığın oraya taşınmasının maliyetinin sırtına yüklendiğini de bilmiyordu.
Şimşek, “doğrudan ve dolaylı vergiler dengesizliğinde” IMF ile hemfikir
Kısacası, Türkiye’deki kritik seçimlere doğru, 20 küsur yıldır iktidarda olan AKP hükümetinin, kesenin ağzını olabildiğince açtığı ortada. Ancak, kesede para olmadığı için de, harcamayı borçlanarak yaptı. Bir başka deyişle, seçimlere doğru hayatı pahalılaştıracak vergi artışlarını yapmak yerine, içten ve dıştan borçlanarak topladığı paraları harcamış oldu. Bunun iki yollu çözümü vardı; ya gerçekleştiği gibi seçimleri kazanacak ve dolayısıyla ardından vergileri artıracak ve yeni vergileri salacaktı ya da kaybedecek, yeni gelen hükümete çuval dolusu borç ve devasa bütçe açığı bırakacaktı.
Gelinen durumu yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de, tıpkı yakında kapısını çalacağına kesin gözüyle bakılan Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) uyardığı gibi; “Türkiye’de dolaylı vergiler çok yüksek; doğrudan vergilerin payı artırılmalı” diye özetlese de, yukarıda vurguladığımız gibi, aşırı harcamaların etkisiyle denize düşen AKP iktidarının yerine, yılana sarılan yine halkımız oldu. Yeni salınan ya da oranları artırılan tüm vergi ve harçları ödeyerek, açılan delikleri tıkayan, devlete yüklenen borçları kendisi sırtlayan yine çalışanlar, emekliler oldu. Kredi kartı borcu dosyaları 38.5 milyonu aştı. Bu da, toplam kredi kartlarının üçte birinden fazlası demektir. Çünkü, Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine göre, Türkiye’deki toplam kredi kartı sayısı 108.3 milyona ulaştı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre tüketici kredileri ve bireysel kredi kartlarına olan toplam borç 2 trilyon 208 milyar 668 milyon liraya tırmandı.
Ronald Reagan’ın başkanlığı döneminde ABD ekonomisinde gelişmeler
AKP hükümetinden bu konularda, yeni Bakan Şimşek’in, IMF’nin “doğrudan ve dolaylı vergiler” oranlamasına ilişkin uyarılarını “doğrudan” yineleyerek, bu “kurtarıcı kurum”un kapısının Türkiye için biraz aralık bırakılmasını “dolaylı” olarak istemesi dışında pek ses çıkmasa da, Soğuk Savaş döneminin sonlarına doğru, benzer gelişmeleri yaşayan ABD bütçesi için dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ın şu sözleri, bizim bütçenin bugünkü durumunu da açık ve net şekilde tanımladığını söylemek yanlış olmaz sanırım:
“Yeterince vergi almadığımız için trilyon dolar borcumuz yok; çok fazla harcadığımız için trilyon dolar borcumuz var.”
Bilindiği gibi, Ronald Reagan’ın başkanlığı döneminde (1981-1989) ABD dış politikasının ana hedefi Soğuk Savaş’ın kazanılması ve “Sosyalist Sistem”in geriletilmesiydi.
Britannica’daki bilgilere göre; bugün Türkiye’nin de yaşamaya başladığı gibi, ABD’nin ticaret açığı 1980’de 25 milyar dolardan 1984’te 111 milyar dolara çıktı. İstanbul Sanayi Odası (İSO) Türkiye İmalat Sektörü İhracat İklimi Endeksi Temmuz’da 50.3’e geriledi ve böylece üst üste üçüncü kez aylık bazda azaldı.
Buna ek olarak, askeri harcamalardaki büyük artışların da etkisiyle, ülke tarihindeki en büyük bütçe açıkları ortaya çıktı. Reagan’ın ikinci döneminin sonunda, açıklar ulusal borcun üç katına çıkarak 2.5 trilyon doların üzerine yükseldi. Açık sorununu çözmek için Reagan, 1982 yılında 98.3 milyar dolarlık bir vergi artışını desteklemek üzere katı arz yanlısı teorilerden geri adım attı.
Reagan’ın bu ağır bütçe açıklarından kurtulmak için attığı adımların etkisiyle, ABD ekonomisi 1983 yılının başlarında toparlanmaya başladı ve o yılın sonunda işsizlik ve enflasyon önemli ölçüde azaldı; daha sonraki yıllarda da nispeten düşük kaldı. Ekonomik büyüme Reagan’ın başkanlığının geri kalanında da devam etti ve bu dönem Reagan’ın destekçileri tarafından “Amerikan tarihindeki en uzun barış dönemi genişlemesi” olarak nitelendirildi.
Dövizin yarattığı maliyet artışı ihracatçının rekabet gücünü zayıflatıyor
Ancak, Türkiye için durum hiç de öyle görünmüyor; özellikle, yükselen döviz kurlarının etkisiyle yükselen maliyetler ihracatçı firmaların uluslararası pazarlarda rekabet gücünü de oldukça olumsuz etkiliyor. Artık, Türkiye’de her zaman maliyeti düşürmenin en kolay yolu olarak kullanılan reel ücretlerin düşük tutulmasına ilişkin silah da etkisiz kalıyor; çünkü, bir yandan dış pazarı yitiren firmalar, reel ücretlerin bastırılmasının etkisiyle alım gücü yerlerde sürünen iç pazardan da umudunu yitirmeye başlıyor.
Bu aşamada, özellikle de yerel seçimlere doğru ilerlerken, hükümetin ekonomide yükselen bu olumsuz koşullardan sıyrılabilmenin yolu olarak gösterilen; emekli ikramiyelerinin taksitle ödenmesi, işsizlik fonunun bütçe kalemi gibi kullanımı, işsizlik ödemelerinin gecikmeli ve sınırlı yapılması, sağlık ve bazı başka kamu hizmetlerinden katılım bedeli alınması ve alınanların artırılması gibi önlemlere sığınmasını beklemek biraz anlamsız olabilir.
Bütün bunların dışında; evdeki gümüşleri satmak gündeme gelebilir. Geride kalan üç-beş bin kamu lojmanı, geride kalan değerli birkaç bin hektar arazi/arsanın satışının kurtarıcı olabileceğini de söylemek zor gibi görünüyor.
Kısacası, Dostoyevski’nin (Suç ve Ceza), “İnsan çaresizlik içinde kalınca bir saman çöpüne bile sarılır” sözünü anımsatan Türkiye’nin bu durumu, IMF’nin kapısını çalmaktan başka çare kalmadığını gösteriyor.