Lozan Antlaşması-İlber Ortaylı (Hürriyet)
“Lozan Antlaşması’nın, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren, bölgede barışı sağlayan ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin statüsünü belirleyen bir antlaşma olduğu unutulmamalıdır. Lozan Antlaşması’nın hükümleri ve sonrasında yapılan ek antlaşmalar zaman içinde değişiklik göstermiştir. Hatay’ın ilhakı, Kıbrıs meselesinin çözümü, Montrö Boğazlar Rejimi gibi gelişmeler buna örnektir. Ancak antlaşmanın esası yeniden ele alınmayacaktır. Bu nedenle Lozan’a aykırı yeni hükümler beklenemez. PKK’nın silah bırakması gibi gelişmelerin de Lozan’a aykırı hükümler getirmesi söz konusu olamaz.
İsviçre’nin Lozan kentinde, göl kıyısındaki Palais de Rumine’de imzalanmıştır. Sevr Antlaşması hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Osmanlı Meclis-i Mebûsan’ı dağıtıldığı için bir “saltanat şurası” toplanmış (orada tek kişi itiraz etmiştir; Maraşlı Topçu Rıza Paşa), ancak bu şuranın antlaşma metnini kabulü padişahın tasdikine sunulmadığı için İstanbul Hükûmeti tarafından da resmî olarak geçerli sayılmamıştır. Asıl tepkiyi ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti göstermiştir. Hatta Sevr Antlaşması’nı imzalamak üzere giden heyeti, Ankara Birinci İstiklal Mahkemesi, vatan haini ilan ederek idamlarına hükmetmiştir. Yunanistan parlamentosu hariç, harb eden devletlerin hiçbiri de Sevr’i tasdik etmemiştir. Daha ilginci, Amerika Birleşik Devletleri Lozan Antlaşması’nı halen kendi kongresinden geçirmemiştir.”
Cebinde şiirlerle dolaşan bir film yönetmenini uğurlarken-Işıl Özgentürk (Cumhuriyet)
“Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Vasiyet ettiği gibi baba toprağı Adana’nın bereketli topraklarında derin bir uykuya dalacak. Hayır, Şerif Gören, Zeki Ökten, Atıf Yılmaz, Erden Kıral, Refik Durbaş ve Yaşar Kemal uykuya dalmasına izin vermeyecekler. Yaşar Kemal onu türkülerle karşılayacak; Atıf Yılmaz, “Hadi bir araya gelmişken bir film yapalım” diyerek kolları sıvayacak; Şerif Gören, Yılmaz Güney’in çekmek istediği gelişen olaylardan ötürü çekemediği Endişe filminin çekim günlerini yeniden anımsayacak, Zeki Ökten o hep muzip gülümsemesiyle, “Hoş geldin” diyecek “Artık tembellik zamanımız.” Erden Kıral itiraz edecek, “Öyle tembellik filan yok, genç yönetmenlerin filmlerini izleyip tartışacağız”.
Elinde kalem kâğıt Refik Durbaş yeni bir şiire başlayacak adı da “Biz hepimiz devrime inanırdık”. Ali şaşıracak ve ardından Ataol Behramoğlu’nun “Bir Mutlaka” şiirini okuyup işe koyulacak. Bu arada sokak tiyatrosu yaparken çaldığı davulunu görüp gözleri ışıldayacak ve tokmağı alıp “Hayda!” diyerek vurmaya başlayacak.
Evet sevgili okurlarım Atlas Sineması’nda yapılacak anma törenini beklerken sinemanın kapısı önünde oturdum ve geçmişin tüm anıları kucağıma düştü.”
Eğitim vezir de eder rezil de!-Abbas Güçlü (Milliyet)
“Eğitim son birkaç yüzyıla kadar seçkinlerin, aristokratların, saraylıların, burjuvaların imtiyazında olan bir ayrıcalıktı.
Siz şimdi tüm ülkelerde 12, 13 yıla varan zorunlu eğitime bakmayın, yakın zamana kadar halkın eğitim hakkı yok gibiydi.
Bırakın okula gitmeyi, okulların önünden bile geçemezlerdi. Onları değerli kılan aldıkları eğitim oldu!..
Demokrasiyle birlikte bireyler özgürleşti, eğitimi ciddiye alanlar refah toplumu haline geldi, sırt çevirenler ya da arka bahçe yaratma sevdasında olanlar dünün karanlık dehlizlerinde hâlâ debelenip duruyorlar…
Asya kaplanlarının mucizesinin altında yatan da eğitimdir, Batılı ülkeleri diğerlerinden farklı kılan da yine eğitimdir.
Eğitim demek akıl, bilim, plan program, öngörü, iyi insan demektir.
Eğitim demek iyi mühendis, iyi yargıç, iyi usta, iyi gazeteci, iyi çiftçi, iyi ekonomist, iyi tüccar demektir.”
İstanbul zirvesi: Tarihî bir adım mı atıldı, dağ fare mi doğurdu?-Hakan Aksay (T24)
“Rusya ve Ukrayna heyetlerinin üç yıllık bir aradan sonra, 16 Mayıs 2025’te İstanbul’da buluşup savaşla ilgili konuları ele alması kuşkusuz önemli bir adımdı.
Bu görüşmeler sırasında tarafların 39 aydır süren savaşta şimdiye kadarki en büyük esir takasını (karşılıklı olarak biner kişi) gerçekleştirme kararı alması son derece hayati bir gelişmeydi. Gerçi bunun için böylesi bir zirve düzenlenmesi şart değildi ama olsun, yine de bu, 2 bin kişi ve onların yakınları açısından çok değerli bir girişim.
Başka hangi sonuçlardan bahsedebiliriz? Tarafların ateşkes konusundaki görüşlerini hazırlayarak birbirlerine iletmesi kararını mı? Görüşmelere devam edileceğinin bildirilmesini mi? Bunlar ilk bakışta olumlu görünen ama şu anda fazla bir netlik taşımayan açıklamalar.
ki heyetin başkanlarının da, başta ABD Başkanı Trump olmak üzere uluslararası faktörleri göz önünde bulundurarak ihtiyatlı bir tarzda iyimser cümleler kurmasının ötesinde, savaşın bitirilmesi perspektifinden zirveye baktığımızda ne görüyoruz?
Trump’un bir süredir önerdiği, son zamanlarda Ukrayna lideri Zelenski’nin de savunduğu “30 günlük koşulsuz ateşkes ilan edilmesi” yolunda adım atılabildi mi? Hayır. Rusya Başkanı Putin’le Zelenski’nin bir araya gelmesinin koşulları oluşturulabildi mi? Hayır.
Rusya görüşme sürecinin ateşkes anlaşması olmadan sürmesini, bu arada topraklarına kattığını ilan ettiği dört bölgede henüz ele geçiremediği alanların da Ukrayna tarafından kendisine verilmesini talep ediyor (Rus silahlı kuvvetleri Luhansk’ın yüzde 95’ini, Donetsk, Herson ve Zaporojye’nin ise yaklaşık üçte ikisini işgal etmiş durumda). Rusya Başkanı Putin’e karşı genellikle oldukça özenli bir dil kullanan Trump’ın bu istek karşısında “Rusların aşırı talepleri var” dediğini not edelim.
Çeşitli kaynaklardan yayılan söylentilere bakılırsa, İstanbul görüşmelerinde Rusya heyetine başkanlık eden Medinski, bu taleplerinin karşılanmaması durumunda Harkov ve Sumı gibi yeni Ukrayna bölgelerini de işgal edebileceklerini, ayrıca savaşı gerekirse bir, iki, üç yıl daha sürdürebileceklerini, vaktiyle (1700-1721 yıllarında) İsveç’le tam 21 yıl savaştıklarını söyledi.”
Partiyi kurarken güzel kurmuşlar-Yusuf Ziya Cömert (Karar)
‘Sadece yaşayıp yazdıklarım’da (Kapı Yayınları) Türkiye’nin yakın siyasi tarihini kendi penceresinden yazmış, eski bakan, eski rektör, akademisyen, stratejist, siyasetçi, Prof. Dr. Beşir Atalay.
Beşir Hoca, unvanlarına yaslanarak yaşayan birisi değildir. Ben burada unvanları mahsus zikrettim.
Bilhassa bu unvanlardan dolayı, Beşir Bey’in penceresi kimi zaman yazdığı tarihi çok yakından izlemesine müsait bir pencere olmuş.
Kimi zaman da pencereden bakmasına bile gerek yok, yazdığı tarihin tam içinde bulunmuş.
12 Eylül’de Erzurum’da Atatürk Üniversitesinde öğretim üyesi.
Darbenin darbesine maruz kalmış. Gözaltında işkence görmüş.
28 Şubat darbesi sırasında Kırıkkale Üniversitesi’nin rektörü.
Cuntanın baskısıyla YÖK tarafından açığa alınmış.
Kitapta, üniversitenin kuruluşuyla ilgili güzel ayrıntılar var.
Atalay’ın tarihi yapanların arasında olduğu kısım Fazilet Partisi içindeki ‘Yenilikçi hareket’le ve Ak Parti’nin kuruluşuyla ilgili.
“1 Mart 2000 tarihinde Abdullah Bey beni aradı. ‘Akşam saat 18:00 gibi ANAR’a geleceğiz, orada mısınız’ diye. Bekliyorum dedim. Akşam vakti o saatte Bülent’le ikisi geldiler.”
Gelenler, daha sonra Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’le hem Refah’ın hem Fazilet’in ağır toplarından, yenilikçi hareketin öncülerinden Bülent Arınç.
Görüşecekleri konu, Fazilet’in kongresinde yenilikçi hareketin genel başkan adayının kim olacağı.”
Gençlik ve mücadele bayramı-Gözde Bedeloğlu (BirGün)
“AKP Gençlik Kolları’nın, 2023’ün Ocak ayında İstanbul’da düzenlediği Üniversiteli AK Gençlik Festivali’nde (ÜniAK FEST) konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Yüzyılı’nı emanet edecekleri gençlerin, milletin asırlardır kurduğu hayalleri gerçeğe dönüştüreceğini söylemişti.
Erdoğan, konuşmasında birilerinin ısrarla kuşakları harflerle etiketleyerek kendileriyle gençlerin arasının açılmaya çalışıldığından yakınmıştı. O dönem ‘Z’ kuşağı üzerinde bolca konuşuluyor ve Türkiye’nin geleceğini hangi tercihlerle şekillendirecekleri masaya yatırılıyordu. ‘Y’ kuşağı ise Gezi Direnişi’nin önemli aktörlerinden olmuş, yaşamlarına yönelik ailelerinden bile görmedikleri tarz bir baskıyla karşılaştıkları için, Erdoğan ve AKP iktidarına ilk tepki gösterenlerden olmuşlardı. Erdoğan “bizim ihtiyacımız olan kuşak Z ve Y kuşağı değil, Teknofest kuşağı” diyerek aslında öncesinde konuya noktasını koymuştu.
Erdoğan’ın sözünü ettiği Teknofest’in, Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3 Vakfı) ve Sanayi-Teknoloji Bakanlığı iş birliğiyle, gençlerin teknoloji ve bilim alanlarında yeteneklerini geliştirmeleri, bu alanlarda kariyer yapmaları ve ülkenin teknolojik gelişimine katkıda bulunmaları amacıyla düzenlendiği belirtiliyor. Vakfın mütevelli heyeti başkanı, bilindiği üzere, Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar. Teknolojik çalışmalarının yanında Bayraktar’ın ismi açtığı tazminat davalarıyla da sıkça gündeme geliyor. Son olarak, 6 Şubat depremlerinde Baykar’a ait dronların yeterli çalışmadığına yönelik paylaşım yapan bir depremzedeye 150 bin liralık tazminat davası açmıştı. Kaybetti. Erdoğan, Teknofest kuşağını bilimin, teknolojinin ve tekniğin yardımıyla hayal ettiği geleceği inşa edecek, milletine gönülden bağlı gençler olarak tarif ediyor.”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: