PKK’nın elinde ne kadar silah olduğu biliniyor mu?-Can Ataklı (Nefes)
“Tarihi zafer olarak sunulan PKK’nın kendini feshettiği açıklamasından sonra sıra örgütün elindeki silahları bırakmasına geldi.
DEM Parti verilen sözlerin yerine getirilmesi için MHP ve AKP yöneticileriyle görüşürken AKP’nin önde gelen ismi Efkan Ala, “Önce silahlar bırakılacak, meclis ondan sonra devreye girecek” dedi.
Güzel, elbette PKK silah da bırakmalı.
Ama bu konuda hiçbir bilgimiz yok.
İktidar “Süreci MİT kontrol edecek, belirlenen süre içinde silahlar bırakılmışsa bu bir rapor halinde cumhurbaşkanına sunulacak” diyor.
Peki PKK’nın elinde ne kadar silah olduğu biliniyor mu?
Şu ana kadar kimseden bu yönde bir açıklama gelmedi.
PKK bir hafta sonra bir kamyon dolusu silah ve cephanesini getirip sınır kapısına bıraksa ve “işte silahlarımız, artık terk ettik” dese bu inandırıcı olacak mı?”
ÇED’i denetleyen yok mu? Sivas’taki maden Van’da gösterilmiş!-Bahadır Özgür (halktv.com.tr)
“Sivas’ın Zara ilçesinde dün, Bolucan ve Söğütözü köyleri arasında kalan bir kömür madeninde dinamit patlaması sonucu 1 işçi öldü. 2 işçi de ağır yaralandı. Olayı ilk kez halktv.com’tr’den duydunuz. Ama olayın içinde skandallar var ki, “büyük bir facianın kıyısından dönüldü” dense yeridir.
Nasıl mı?
Gelin madenin sicilini ortaya dökelim şimdi. Üst üste kapasitenin 100 kat artırıldığını, bilirkişi keşfinde şirketin proje sahasının dışına çıkıp kaçak kömür ürettiğini, kaçak işçi çalıştırıldığını, valiliğe sunulan resmi dosyadaki ibretlik bir yanlışın, kamunun denetimi nasıl başı boş bıraktığını kanıtladığını göreceksiniz…
Burası küçük bir ocak değil çünkü. Milyonlarca ton kömür rezervine sahip, termik santrallere de yakıt tedarik eden kocaman bir alan.
Madenin sahibi MHP’den, Malatya Battalgazi belediye başkanı adayı da olan Fahrettin Kıtlık. ‘ÇED gerekli değildir’ kararı ile 2009’da başlıyor üretim. İlk kapasite artışı 2014’te yapılıyor. Yine ÇED istenmiyor. 25 bin ton kapalı ocak üretimine izin veriliyor. Sonra ikinci artış 2020’de geliyor. Elbette yine ÇED yok. Bu sefer 300 bin tonu yer üstü, kalanı yer altı olmak üzere kapasite 600 bin tona çıkarılıyor. Şirket 2024’te bir kez daha kapasite artırımı amacıyla başvuruyor. Ne kadar üretim izni isteniyor biliyor musunuz? Tamı tamına 2.5 milyon ton! Haliyle yoğun dinamit kullanımı gerekli.”
Merkez Bankası rezervi-Öztin Akgüç (Cumhuriyet)
“TC Merkez Bankası’nın brüt, net rezervi arttı, eksildi bilgisinden çok, merkez bankaları niçin rezerv bulundururlar, rezerv yeterliliğinin ölçütleri nelerdir, rezerv nasıl değerlendirilmeli, kullanılmalıdır sorularının yanıtları bilgilendirmede yararlı olur.
Merkez bankaları, Hazine’nin mali ajanı olarak kamunun dış borç yükümlülüklerini yerine getirmek, bankalardan ve reel sektörden gelen döviz taleplerini karşılamak, ulusal paranın dış değerini korumak, dış ekonomik ve siyasal şoklara hazırlıklı olmak, ihtiyat amacıyla rezerv tutarlar.
Amaca uygun, gereğe, ülkenin dış yükümlülüğü, borç tutarı, bankaların ve reel sektörün döviz pozisyonu, gereksinimi, ödemeler dengesi, açıkları, dış şok beklentileri, ihtiyatlı, sağgörülü davranma MB’lerin rezerv gereksinimini, tutarını belirleyen etmenlerdir.
MB’lerin rezerv yeterliliği belirlenirken başlıcaları aşağıda açıklanan ölçütlerden yararlanılır:
Net döviz rezervi/Cari işlemler açığı.
Brüt döviz rezervi/Kısa süreli dış yükümlülükler.
Brüt döviz rezervi/Finansal ve reel sektörlerin döviz pozisyon açıkları.
Net döviz rezervi/Aylık ortalama ithalat.
Net döviz rezervi/Yıllık döviz gideri.
Kısa süreli dış yükümlülükler hesaplanırken Hazine garantili dış yükümlülüklerin de hesaba katılması ihtiyatlı olur.”
Ah Menderes… Evet “onlar” yaptılar!-Ersin Çelik (Yeni Şafak)
“27 Mayıs ihtilalinden birkaç gün evvel Adnan Menderes’in Ankara’daki köşkünün terasında bir aşağı bir yukarı yürürken aşağıda nöbet tutan askeri işaret ederek şöyle dediği aktarılır:
– “Kardeşim! Şu Ankara’ya bak! Şu ufka bak! Şu Mehmetçiğe bak! Bu Mehmetçik mi bana ateş edecek? Ben ki onun köyüne yolu götürdüm, suyu götürdüm, makineyi, işi, parayı götürdüm… Onun için, Ayşe’si için, Fatma’sı için, anası için, babası için neler yapmadım? Ben gecemi, gündüzümü, bunlara adamadım mı? Bunlar mı ihtilal yapacaklar?..”
(Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı, s. 437)
1960 yılının nisan ayı geride kalırken Ankara’da bir ihtilalin patlamak üzere olduğu artık aşikardır ancak Başvekil Menderes, böyle bir müdahaleyi ihtimal dahilinde görmez. Oysa, muhalefet ve dönemin medyasının inşa ettiği darbe iklimi Ankara’ya çoktan sirayet etmiştir. İhtilale giden yolun kilometre taşları İstanbul ve Ankara’da döşenmeye başlamıştır bile…
Beşinci ayın beşinde saat beşte (05. 05.1960, 17:00); Kızılay’da, Demokrat Parti karşıtı öğrencilerin eylemi “555K” koduyla tanımlanmıştı. O gün meydanda toplanan üniversiteliler, sözlerini değiştirdikleri Plevne Marşı’nı okuyorlardı.”
Aile için ayrı salonumuz yoktur-Haluk Şahin (T24)
“Gençlik yıllarımızda lokanta ve pastane gibi yerlerde “Aile için ayrı yerimiz vardır” türünden levhalar görmek pek hoşumuza gitmezdi. Bunu bir tür ayrımcılık olarak görür, “Ne olmuş, bekarsak aç mı kalalım?” diye itiraz ederdik.
Günümüzde durum tersine dönmüş durumda. Bırakın evliler için ayrı yerleri, evlenmiş genç bulmak kolay değil. Evlilik, özellikle büyük kentlerde, artık gençlerin gündeminde yer almıyor.
Deniyor ki, hayat koşulları evliliğe izin vermiyor. Doğru.
Dahası, hayat koşulları evlenmeden yaşamayı mümkün kılıyor.
Benim arkadaşlarımın çoğu ilk elini tuttukları kızlarla evlendiler. Kız eli tutacak cesareti olmayanların da ellerini (ya da başlarını) anneleri ya da başkaları bağladılar.
Evli olmaksızın yetişkinliğe geçmek düşünülemezdi. Evlilik, tıpkı askerlik gibi kaçınılmaz bir kilometre taşıydı. Bir mecburiyetti.
Artık değil. Bunu kutsamadığım gibi lanetlemiyorum da. Dünya değişti. Çeşitli neden ve olanaklarla tek başına yaşayan -yaşayabilen- insan sayısı arttı. Karşımıza yepyeni sorunlar çıktı. Daha da değişecek. Avcı-toplayıcı toplum, tarım toplumu, sanayi toplumu, dijital toplum derken, yerkürede insan yaşamının en hızlı ve radikal bir biçimde değiştiği bir evredeyiz.
Geçmişin “kutsal aile” mitoslarına dalıp, yeni gerçekleri görmezden gelemeyiz.
Bu dönüşüm, siyasal sistemleri ve dinsel inançları aşan, evrensel bir durum. Karşılaştırmalı istatistiklere bir bakın. Evet, Türkiye’nin evlenme ve çocuk yapma rakamları son yıllarda pike yapmış, ama başkaları bizden daha aşağılarda.”
Şekeristan’ın tatlı hikâyesi-Kaan Sezyum (BirGün)
“Bundan çok uzun zaman önce, çok uzaklarda, bambaşka bir galaksinin içindeki masmavi bir noktada, vaktiyle; kıpkırmızı, şekerden yapılmış bir ülke vardı. Evler narlı akide, yollar çilekli cam şekerindendi. Hükümet binası ise iri, devcileyin bir elma şekeri gibiydi; içine girenlerin ayakkabıları tabanına yapışır, binadaki tüm kararlar ise genelde tatlıya bağlanırdı.
Bu ülkenin ilk sakinleri, yalnızca yağmurla beslenip doyan, suskun bir halktı. Kimse ağzına bir gram şeker sürmemişti, çünkü ihtiyaçları yoktu. Ancak bir gün, bir uyanık—adı zamanla “İlk Yalayıcı”ya çıktı—bir duvar köşesini dilledi. Dilinin ucunda patlayan, o güne kadar hiç bilmediği karadut tadı, ruhunda boş bir yere oturdu. Sonra bir daha yaladı. Sonra komşusu da. Sonra onun komşusu da…
İşte o gün, Şekeristan çözüldü.
“Yalayanların sayısı arttıkça, sokak köşeleri inceldi. Merdiven trabzanları eksildi. Çocuk parklarının salıncakları sabah olurken yerlerinde yoktu. Ama kimse buna “dur” demedi. Çünkü herkesin aklında aynı şey vardı: bir yudum daha, bir yalayış daha, bir parça daha tat ve zevk için herkes dut yemiş bülbüle dönmüştü.”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: