Koskoca Sülüman’a değil dolandırıcıya inandılar-Barış Terkoğlu (Cumhuriyet)
“Sanki birileri, “Olsa da suçlu olmasa da aksini söyleyen bile suçlu” diyor!
Film sahnesi gibi ama gerçek. Hâkim, oyuncuların yüzüne hapis cezalarını okudu. Halit Ergenç hâkime sordu: Yalan söyledim yani!
Gezi’den 12 yıl sonra sanatçılar çağrıldı. Gezi’ye kendi istekleriyle mi yoksa menajerleri Ayşe Barım’ın isteğiyle mi katıldıkları, o dönem Oyuncular Sendikası başkanı olan Mehmet Ali Alabora ile ilişkileri soruldu. Verilen cevaplar tatmin etmeyince, Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu’na yalancı tanıklık davası açıldı. Geçen cuma Ergenç’e 1 yıl 10 ay 15 gün, Kocaoğlu’na ise 1 yıl 8 ay hapis cezası verildi.
Savcı tek tek çağırıp sormuş. Önümde ifadeler duruyor.
Devin Özgür Çınar’ın ifadesinde, “Gezi Parkı’na bireysel olarak katılmışlığımdan başka bir olay yoktur” diyor.
Elbette bu istenen cevap değil!
Nur Fettahoğlu da farklı değil: “Ben Gezi Parkı’na bir kez gittim. (…) Beni o dönemde kimse Gezi Parkı’na yönlendirmemiştir. (…) Ayşe Barım’ın bana herhangi bir konuyla ilgili yönlendirmesi olmadı.”
Nejat İşler daha açık konuşmuş: “Ayşe apolitik bir kadındır. (…) Böyle bir şey olmadığına eminim, kendisinin böyle bir yönlendirmesi olmadı. (…) Sanatçılar olarak ID İletişim kapsamında anlaşarak Gezi Parkı’na herhangi bir çıkışımız olmamıştır.”
Ceyda Düvenci, Dolunay Soysert, eylemlere kendi rızalarıyla katıldıklarını söylemiş.
Nehir Erdoğan’ın ifadesi de uyumlu: “Ben kendi irademle merak ettiğimden katıldım.”
Darbe hazırlığı mı var? (2)-Yusuf Kaplan (Yeni Şafak)
İki asır süren zorlu bir mücadeleden sonra, Osmanlı’yı içeriden teslim alarak çökerten, böylelikle bizi tarihten uzaklaştıranlar İngilizler! Ülkeyi elimizden alıp küçük bir azgın azınlığa, devşirme şebekelere teslim edenler yine İngilizler!
İngilizlerin bizimle mücadelesi ve bize müdahalesi Tanzimat’la başladı. Mustafa Reşit Paşa denen Londra mason locası üyesi “satılık adam”a Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nu imzalatıp okuttu İngilizler.
Tanzimat, bir İngiliz darbesidir. Devletin bütün kurumlarının İngilizler tarafından kontrol edilmeye başlandığı sürecin başlangıç noktası. Osmanlı için sonun başlangıcı.
Mustafa Reşit Paşa’dan sonra onun izinden giden Âli Paşa ve Fuat Paşa’lar İngilizlerin devleti ele geçirmelerini sağlayan düpedüz hain adamlar.
İngilizlerin devleti tam olarak ele geçirmeleri, Mithat Paşa’ya Sultan Abdülaziz’in bileklerini keserek darbe yaptırmalarıyla nihâî noktasına ulaştı.
Osmanlı’nın “ipleri”, Mithat Paşa’nın eline geçmişti artık. Öyle ki, meşrûtiyet ilan edeceğine söz verdiği için Sultan Abdülhamid’i tahta geçiren adam Mithat Paşa’dır. Sultan Abdülhamid’i tahttan indirenler de Mithat Paşa’nın ajentalığını yaptığı İngilizlerdir.
Devlet öylesine İngilizlerin kontrolüne girmiştir ki, Lozan’la birlikte Türkiye’nin medeniyet iddialarını terketmesi şartıyla Türkiye’ye yalnızca teritoryal bağımsızlık verdi İngilizler.
İngilizler, Türkiye’nin yönünü, yörüngesini ve yol haritasını belirlediler, İslâm’ın devletin bütün kurumlarından tasfiye edilmesini sağladılar.
Hilâfeti bitirenler de, sonrasında sahte hilâfet hareketini destekleyenler de yine İngilizlerdir.
İki asırlık tarihimizin son bir buçuk asrında devletin hücrelerine kadar nüfûz ederek Türkiye’nin rotasını İngilizler çizdiler. Son yarım asırda İngilizlerin rolünü, -darbe yapma işini- Amerikalılar yani Amerika’yı Yahudi imparatorluğu hâline getiren Yahudiler üstleniyor.
15 Temmuz darbe ve işgal girişimi, ABD’deki Yahudi gücünün NATO üzerinden tezgâhladığı bir hâdiseydi.
15 Temmuz darbe ve işgal girişimi için Ülke TV’de yaptığımız bir canlı yayında “darbe geliyor, devlet, millet olarak hazırlıklı olalım” diye uyarıda bulunmuştum darbeden yaklaşık altı ay öncesinden.
Canlı yayında yaptığım bu uyarıya inanılmaz tepkiler geldi anında: “Felâket tellallığı yapma!” “Bu çağda artık darbe filan mı kaldı?” gibi çok ilginç tepkiler aldım, linç edildim günlerce sosyal medyada!
Yüreği yangın yerine dönen, kalbi ülkesi ve mazlum medeniyet coğrafyası için atan, sorumluluğunu müdrik Müslüman bir fikir adamı ve yazar felâket tellallığı yapabilir mi? Aslâ!”
Suriye’ye yaptırımlar kaldırıldı sıra bizim CAATSA’da mı-Abdulkadir Selvi (Hürriyet)
“Trump sözünde durdu, Suriye’ye yaptırımları kaldırdı. Hürriyet ve CNN Türk ABD temsilcisi Yunus Paksoy’un da işaret ettiği gibi; Suriye’ye yaptırımlar Kongre kararıyla kaldırılmadığı için ya Trump tarafından her defasında uzatılacak ya da Kongre’ye getirilerek sorun kökten çözülecek. Sanıyorum bu 180 günlük süreç bunun test edileceği bir dönem olacak.
O nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan sıcağı sıcağına Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile bir araya geldi. ABD’nin ardından Avrupa Birliği de Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırdığını açıkladı. Bunun yaptırımların ötesine geçen çok büyük anlamları var. O noktalara dikkat çekeceğim. Öncelikli olarak Türkiye’ye yönelik CAATSA yaptırımlarına değinmek istiyorum.
Suriye’ye yaptırımların kaldırılmasından bu yana Türkiye’ye yönelik CAATSA yaptırımlarının kaldırılacağının bir işareti olabilir mi sorusuna yanıt arıyorum. Ankara’da bir beklentinin oluştuğunu ifade edebilirim. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinde çantasındaki başlıklardan birini de CAATSA yaptırımlarının kaldırılması konusu oluşturacak.
CAATSA yaptırımları Trump zamanında konuldu, yine Trump zamanında kaldırılabilir. O zaman da Trump bir süre CAATSA yaptırımlarını uygulamamak için direnmişti. CAATSA yaptırımları Türkiye-Amerika ilişkilerini olumsuz etkiledi. F-35 projesinden çıkarılmamız başta olmak üzere savunma sanayimize zarar verdi. Rusya’dan aldığımız S-400’ler gerekçe gösterilerek Türkiye, CAATSA yaptırımlarına muhatap edilmişti. Ama artık konjonktür değişti. Eğer Rusya-Ukrayna anlaşması sağlanırsa Rusya’ya yaptırımların kaldırılması gündeme gelecek. Ayrıca Trump’ın gelmesiyle birlikte Türkiye-ABD ilişkileri olumlu bir seviyeye ulaştı.”
“Uzun zamandır sesini çok duymadığımız bir isim anayasa hukukçusu Prof. Dr. Osman Can. Oysa Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk döneminde, iktidarın hukuk konularında en güvendiği, kamuoyunda en çok sesinin duyulmasını istediği çekirdek ekibin içindeydi. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, partiden eleştiriyle ayrılmasına rağmen, Osman Can’ın 2018 yılına kadar Avrupa Konseyi’nin hukuk alanındaki danışma organı Venedik Komisyonu’nda ‘Türkiye Temsilcisi’ olarak görev yapmasını engellemedi. Ancak 2018’ten sonra iktidar, Osman Can’ın Venedik Komisyonu’ndaki görev süresine uzatma istemediği gibi yollarını da tamamen ayırdı.
Osman Can’ın AKP tarihindeki kritik rolünü kendi web sayfasına koyduğu birkaç ana başlık üzerinden hatırlayalım:
“2007 yılında ortaya çıkan Cumhurbaşkanlığı krizini çözmeyi amaçlayan Anayasa Değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesi’nde açılan davanın raportörlüğü ile görevlendirildi. Görüşleri doğrultusunda Mahkeme ret kararı verince Cumhurbaşkanı’nın Türkiye tarihinde ilk defa halk tarafından seçilmesi mümkün hale geldi.
2008 yılında AK Parti’nin kapatılması talebiyle açılan davanın raportörlüğünü üstlendi ve kapatma isteminin reddi yönünde görüş sundu. Parti kapatılmadı. Raporunda savunduğu usule ilişkin görüşleri, mahkemece oybirliğiyle ilke kararlarına dönüştü.
2010 referandumunun askeri vesayeti ortadan kaldırmasına rağmen sistemi demokratikleştirmeye yetmeyeceği, hızla yeni bir toplum sözleşmesi üzerine bir anayasal düzenin inşa edilememesi durumunda Türkiye’nin yönetilemez hale geleceği düşüncesinden hareketle, Türkiye’nin sayılı medya, üniversite, sivil toplum ve siyasal aktörleriyle bir araya gelerek, siyasi aktörleri yeni anayasa yapımına ikna etmede önemli rol üstlenen Yeni Anayasa Platformu’nun oluşumunda yer aldı.”
Bugünlerde ise sade bir hukuk hocası olarak Frankfurt ile İstanbul arasında bölüştürdüğü iki şehirli bir hayat yaşıyor. Goethe ve Marmara Üniversitelerinde anayasa hukuku dersi veriyor. Türkiye’nin siyaseten ve hukuken bugün geldiği noktadan dolayı çok üzgün. 2010 ve 2017’deki anayasa referandumlarını Türkiye’deki ‘kişiselleşmiş otorite’ sorunsalının iki kritik eşiği olarak yorumluyor. Ne hazindir ki 2010’da referanduma sunulan anayasa değişiklikleri paketinde onun da imzası var. Ne hayal ederek yola çıktıklarını ve işin nerede takla attığını anlatırken “2010 paketinin tamamını ‘günah’ olarak değerlendiriyorsanız benim günahım çok. Ama bireysel Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkına Tayyip Bey’i ikna eden de benim” diyor.”
Duman dedektörü var mı diye bakıp çıkmışlar-İsmail Saymaz (halktv.com.tr)
“Bolu Kartalkaya’daki Grand Kartal Oteli’nde çıkan yangında 78 insanın hayatını kaybetmesine ilişkin 32 şüpheliye dava açıldı.
Tutuklular arasında kimler yok ki.
Otel sahipleri…
Bolu Belediyesi Başkan Yardımcısı…
İl Özel İdaresi Genel Sekreteri ve yardımcısı…
Haydi, bunlar neyse!
Kahvaltı ustası, muhasebeci ve güvenlik görevlisi var.
Hatta Grand Kartal Oteli’ni 16 Aralık 2024’te denetleyip sekiz eksiklik tespit eden itfaiye eri İrfan Acar, ödüllendirilmesi gerekirken, üç ay cezaevine tutuldu. Acar, olası kastla öldürme, yaralama ve mala zararla suçlanıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ise Acar’la aynı gün Grand Kartal’a denetime gidip odalarda çamaşır torbası var mı diye bakmakla yetinen Başkontrolör B.B. ve stajyer kontrolör A.E. de dahil dokuz yetkili için soruşturma izni vermedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği, soruşturma izni verilmemesi yönündeki karara göre B.B. ve A.E., 16 Aralık 2024’te Grand Kartal Oteli’ne denetime geldi.
Şu tespitler yapıldı:
-İlk yardım personeli ve ilk yardım dolabı var.
-Yatak odalarında duman dedektörü, kasa, valizlik, çamaşır torbası ve fiyat listesi var.
-Sigortasız işçi yok.
-Temizlik ve bakım yeterli.
-Belirtilen kapasitesi ile uygulamadaki kapasite arasında farklılıklar var.”
Terörsüz Türkiye olsun, hukuk ve demokratikleşme olmasa da olur-Mehmet Ocaktan (Karar)
“MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye”ye giden yolda 22 Ekim’de başlattığı açılım hamlesi, PKK’nın fesih ve silah bırakma kararıyla birlikte giderek ete-kemiğe bürünmeye başladı. İşin teknik boyutunu oluşturan silahların nereye gömüleceği, Kandil’in tepe isimlerini hangi ülkelere gideceği, doğal olarak MİT’in denetiminde yapılacaktır.
Ancak biliyoruz ki esas itibariyle bu meselenin özünü, PKK’nın kongre bildirgesinde talep edilen yasal düzenlemeler ve demokratik siyaset adımları oluşturmaktadır.
Her ne kadar çözümün genel anlamda çerçevesini Bahçeli oluştursa da fiili anlamda sürecin hayata geçirilmesi, yasal düzenlemelerin yapılması iktidar iradesiyle yürütülecektir. Yani işin esas sahibi AK Parti iktidarıdır.
Şu ana kadar AK Parti çok gönüllü olmasa da Bahçeli’nin kararlı tutumu karşısında çözüm meselesine fiilen katılmış bulunuyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Macaristan dönüşü gazetecilerin bu konudaki sorularına verdiği cevapta “Evlatlarımıza bırakacağımız en önemli miras Terörsüz Türkiye olacak” diyerek çözüm konusunda, Bahçeli çizgisine yaklaşmış bulunuyor. Aynı şekilde MGK toplantısı sonrası yapılan açıklamada da “Terörsüz Türkiye hedefiyle atılan adımların ve gelişmelerin değerlendirildiği” belirtilerek “terörün ülke gündeminden kalıcı olarak çıkarılması” güçlü bir şekilde vurgulanmıştır.
Ancak bütün bunlar, terörün tasfiye boyutu ile ilgili değerlendirmeler… Bir de meselenin ‘hukuk’ ve ‘demokratik siyaset’ boyutu var. Her ne kadar AK Parti hukuk ve demokratikleşme konusuna pek sıcak bakmasa da gerek Bahçeli’nin açıklamalarında gerekse PKK’nın fesih kongresinin sonuç bildirgesinde ‘silahsızlandırma’ ile birlikte hukuk ve demokratikleşme adımlarının atılması özellikle vurgulanıyor.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: