Alper Eliçin (noktakibris.com)
Korona salgınını dünyada en fazla ölüme neden olan Delta varyantının etkisi Türkiye ve KKTC’de güç bela sönümlenmeye başlamışken, şimdi de Omikron (Omicron) varyantı ile karşı karşıya kaldık. İlk olarak Güney Afrika’daki bilim insanları tarafından belirlenen Omikron, inanılmaz bir hızla tüm dünyayı sardı.
Omikron’un özelliklerini de her geçen gün biraz daha fazla öğreniyoruz. Bugüne kadar karşılaştığımız tüm korona virüslerinden daha bulaşıcı olduğu kesinlikle saptanmış durumda. Son bir yılda olduğumuz aşıların vücudumuzda oluşturduğu antikorlardan da büyük oranda kaçabiliyor. Ancak, üç doz aşı (veya iki doz SinoVac üstüne iki doz mRNA aşı) en az yüz gün süreyle ek antikor koruması sağlıyor. Son mRNA aşısının üzerinden üç ay geçenlere ise, Türkiye dördüncü dozu da uygulamaya başlamış durumda. KKTC’de Astra Zeneca aşısı olmuş olanlar da, üçüncü dozu mRNA aşılarından biriyle olurlarsa büyük oranda güvencede olacaklar.
Bireyler, tüm bu aşılarını yaptırmış olmalarına rağmen hâlâ hastalığı kapabiliyor ama hafif geçirme olasılıkları çok yüksek. Vücudun antikor dışındaki bağışıklık oluşturma mekanizmaları (t-hücreleri), daha önce başka bir varyantla hastalanmış veya aşılarını tamamlamış bireylerin hastaneye yatma ve yoğun bakıma girme ihtimallerini çok düşürüyor. Bu iyi bir haber. Ancak, hastaneye yatması gerekenler için tedavi olanaklarının daha kısıtlı olması da işin tatsız yanı. Daha önceki varyantlarda başarıyla kullanılan monoklonar antikor (monoclonar antibody) kategorisindeki ilaçlar Omikron’a fayda etmiyor. Gerçi GlaxoSmithKline ve Vir Biotechnology’nin yeni ilaçları var ama bunlar hem pahalı, hem de şimdilik üretimi kısıtlı. Türkiye ve KKTC’de de yok.
Şu ana kadar Omikron’la ilgili en fazla çalışma Güney Afrika, Britanya, Hollanda ve Danimarka’da yapılmış durumda. Bu çalışmalardan gelen haberler oldukça ümit verici. Güney Afrika’da yapılan çalışmadan örnek vermek gerekirse, yaş, başka hastalık, aşı durumu ve korona geçirmiş olma durumları göz önüne alınarak yapılan kontrollü bir çalışmaya göre, Omikron’da hastaneye yatış %80 daha az gerçekleşiyor. Londra’da Imperial College’de yapılan bir çalışmada da Omikron’da hastanede yatma oranının %31-45 daha az olduğu belirlenmiş.
Ancak, ikincil hastalıkları olanlar, 60 yaş üstündekiler, bağışıklık sistemleri zayıf olanlar için ölüm riski hâlâ çok yüksek. Şu anda bu hastalığı kapanlar, aşılarını tam yaptırmayan 20-29 yaş arasındaki genç nüfus ve çocuklar. Omikron son derece bulaşıcı olduğundan, yukarıda değinilen riskli grupları hızla enfekte edeceğinden, hastane yatışları, yoğun bakım ve ölüm rakamları artabilir. Bu konuda daha yeterli bilgimiz yok. Ayrıca ortalıkta hâlâ Delta varyantının da dolaştığını unutmayalım.
Güney Afrika’da toplumdaki bağışıklığın oluşmasında aşı değil, toplumun geniş bir kesiminin hastalanıp iyileşmesi rol oynamış durumda. Bu arada ciddi can kayıpları da olmuş tabii. Aşılamayı daha ciddi yapabilen ülkelerde ise (Türkiye ve KKTC kısmen bu gruba giriyor), aşılanarak bir miktar bağışıklık kazanmış bir toplum var. Bu ülkelerde en büyük sorun, aşı olmayı reddeden guruplar. Türkiye’de hâlâ 7 milyon kişi aşısız dolaşıyor. Ayrıca tek dozla yetinenler ve üçüncü dozu vakti gelmiş olmasına rağmen olmayanlar da var. Şu anda ciddi koruma sağladığı düşünülen üç doz aşıyı yaptıranların sayısı, 90 milyonluk ülkede sadece 22 milyon. 68 milyon kişi eksik aşılı veya hepten aşısız.
Bunlar hem kendilerini hem aşılı olanları riske atıyor hem de yeni bir varyant ortaya çıkması riskini artırıyor.
Yine Britanya’da yapılan bir çalışmaya göre, her ne kadar daha az öldürücü olduğu düşünülse de, bulaşıcılığı daha yüksek olduğundan, gelen yeni dalgada hastane yatışlarının %30-40 artacağı tahmin ediliyor. Danimarka’da yapılan çalışmalar ise bu rakamın daha düşük kalacağı yönünde. Şu anda tam ne olacak bilmiyoruz.
Peki Türkiye ve KKTC Omikron’la mücadelede ne yapıyor, ne yapmalı?
Bence, Türkiye’de resmi vaka sayıları bir iki hafta içerisinde günde 150-200 bin civarına çıkabilir. Fransa günde 300 bin rakamlarını gördü. Bunun düşük bir yüzdesi hastanelik veya yoğun bakımlık olsa bile, ortaya çıkacak hasta sayısı toplamda artacaktır. Türkiye’nin yatak, yoğun bakım kapasitesi bunu kaldırabilecek mi, yaşayarak göreceğiz.
Ancak daha kritik bir sorun var. O da hastalarla ilgilenecek sağlık personelinin önemli bir bölümünün de bu dalgada hastalanması. Bu durum ciddi bir personel açığı oluşturacaktır. Maalesef, Avustralya’da yer yer yapılan uygulamaya yönelmek zorunda kalabiliriz. Avustralya’da hasta olup, hastalığı semptomsuz veya çok az semptomla geçirmekte olan hemşireler, hastanelerde görev yapmaya devam ediyor. Tabii hoş bir şey değil. Salgını bu noktaya getirmememiz lazım.
Türkiye’nin bir başka sorunu daha var. O da hükümetin aşı kampanyasını Sağlık Bakanı’nın arada bir attığı tweet’lerle yönetmeye çalışması. Aşı kampanyası bugüne kadar yeterince ciddi tutulmadı. Aşı karşıtlarına göz yumuldu, ikna edilmeye de çalışılmadı. Halbuki bazı inatçı karşıtlar dışında, aşı tereddüdü yaşayanlara daha ciddi yaklaşılabilirdi. Alınan tedbirler de yeterli bir denetim olmaksızın, gayri ciddi bir şekilde uygulandı.
Dolasıyla Omikron’da çok ciddi bir dalga kaçınılmaz hale geldi. Bu vesileyle, işi politik tutuculuğa döken ve aşı işini desteklemeyen valisi nedeniyle Florida’da son iki haftada ortaya çıkan artışın %948 olduğunu da vurgulayalım. Florida’da PCR testi yaptırmak bile artık test kiti kalmadığından çok zor. Test kiti sıkıntısı zaman zaman Britanya’da da görülüyor.
KKTC’de ise durum biraz daha farklı. Türkiye’de, gelen tsunamiyi görüp aşı olmaya koşan oranı hâlâ çok düşükken, KKTC’de günlük aşı sayıları son günlerde artış gösterdi. Sonuçta daha iyi eğitimli ve bunun sonucu bilinçli bir toplumdan bahsediyoruz. Buna karşılık, Türkiye ile karşılaştırıldığında, ortaya çıkmaya başlayan yüksek vaka oranlarından dolayı hastaneye yatacak ve yoğun bakıma girecek hasta sayısını karşılayacak kapasitenin yetmeme ihtimali çok daha yüksek. Ayrıca Türkiye için belirttiğim sağlık personelinin hastalanarak devre dışı kalma ihtimali KKTC için de geçerli, ve toplam sağlık personeli adedi düşük olduğundan bunun olumsuz etkisi daha yüksek olacaktır. Her iki konuda da KKTC Sağlık Bakanlığı’nın hazırlık yapması lazım.
Kapıda olan tehlikeden en az zararla kurtulmak için yapılması gereken en önemli şey aşılanma oranlarını hızla artırmak. Peki aşı tedarikinde durum ne?
Elimizde halen üç çeşit aşı var. SinoVac, BioNTech ve TurcoVac. (KKTC’de Astra Zeneca, Moderna ve Johnson&Johnson da uygulandı) Türkiye’nin ne kadar SinoVac aşısı aldığı açıklanmadı. Zaten artık önemi de yok, zira üç doz bile yapılsa, aşının Omikron’a karşı etkinliğinin olmadığı Güney Asya’da yapılan çalışmalardan biliniyor. BioNTech’ten ise, bildiğimiz kadarıyla, en fazla 120 milyon doz aşı gelmiş olmalı. Çünkü Türkiye’nin Sağlık Bakanı Mayıs 2021’de, 90milyon + 30 milyon doz opsiyonel aşı ısmarlandı diye açıklama yapmıştı.
Türkiye’de şu ana kadar 135-140 milyon aşı yapılmış durumda. Bunların ne kadarının BioNTech aşısı olduğunu bilmiyoruz. Etkinliği kanıtlanmış olan BioNTech aşısından elimizde ne kadar kaldı, bunların son kullanım tarihi ne zaman dolacak açıklanmadı. Ancak, üretimden sonra dokuz ay miyat tanımlanmış olan BioNTech aşılarının, opsiyonun kullanıldığını ve son partisinin Eylül 2021’de üretildiğini düşünsek bile bu aşıların miadı Haziran 2022’de bitecek.
Öte yandan Almanya’nın, Omikron varyantına da etkin olacak BioNTech aşısından Mayıs 2022 için 80 milyon doz ısmarladığını biliyoruz. ABD ve diğer Avrupa ülkelerinin de benzer girişimleri var. Türkiye’de ise henüz böyle bir girişim yok.
Buna karşılık, ortaya çıkarılan TurcoVac isimli bir ürün var. TurcoVac’ın önce Nisan 2021’de hazır olması bekleniyordu. Daha sonra Ekim 2021 dendi. En nihayetinde Aralık’ın son günlerinde piyasaya sürüldü. Türkiye Sağlık Bakanı yaptığı konuşmada aşının acil kullanım onayının cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda yeni yıldan önce onaylanıp dağıtımına başlandığını açıkladı.
Bu açıklama bence bilimsel değildi ve emir demiri kesiyordu. Konuya yakın doktorlardan, TurcoVac’ın SinoVac’la aynı teknolojinin ürünü olduğunu bir kez daha teyit ettim. Aynı uzmanlar etkinliğinin ve bağışıklık sağlama süresinin SinoVac’tan çok farklı olamayacağını, dolayısıyla Omikron’a karşı kullanılmasının pek anlamlı olmadığını vurguladılar.
Nitekim daha sonra Türk Tabipler Birliği (TTB) bir açıklama yaparak, bu aşının Faz 1, 2 ve 3 çalışmalarının yeterli denek üzerinde test edilmediğini, çalışma sonuçlarının yayınlanmadığını, o nedenle aşıyı bu aşamada öneremeyeceklerini açıkladılar. Profesör Mehmet Ceyhan ve Ahmet Saltık’ın da benzer açıklamaları oldu. Bilim insanlarının, aşının bir zararı olmadığına inandıkları, ancak faydası konusunda endişeleri olduğu anlaşılıyor. Bu konuda yabancı basında da yazılar çıkmaya başladı1
Bu durumda benim mantığım şu şekilde çalışıyor: Türk Sağlık Bakanlığı yeni BioNTech aşısı sipariş etme niyetinde değil ve BioNTech stokları tükendiğinde herkese TurcoVac önerilecek.
Türkiye’nin korona ile mücadelesinde yapması gerekenlerden bazıları ise şöyle:
Doğru ve şeffaf bir şekilde bilgi sunmak. Bu, vaka ve ölüm sayıları gibi istatistikler ile bunların alt kırılımlarını da kapsamalı. Bu işte gizlilik olmamalı.
Aşı kampanyası çok ciddi bir şekilde yapılmalı, bu bağlamda dogmatik takıntılar nedeniyle aşı olmayanlar, kısırlık korkusuyla aşı olmaktan kaçınanların üzerine özellikle yoğunlaşmalı.
TurcoVac konusunda kimse şov yapmamalı; ciddi çalışmalar sonucu bu ürün ortaya çıktıysa dokümante edilmeli; değilse politik olarak puan kazanmak için insan hayatı tehlikeye sokulmamalı. Zira etkisiz bir aşı, bu aşıyı olanları yeterince korumayacak ve kendilerini tıpkı aşısızlar gibi ölümle burun buruna getirebilecektir.
Türkiye’de 12-18 yaş arası aşılanma çok düşük olacak ki, günlük tablolara yansıtılmıyor. Dolayısıyla günlük tablolarda yayınlanan aşılanma oranları bir anlam ifade etmiyor. SinoVac aşılarıyla BioNTech aşılarında bir ayrım yapılmaması da tabloyu ayrıca anlamsızlaştırıyor. Bu yaş gurubunun aşılanmasına önem verilmeli; 5-11 yaş için onay alan mRNA aşılarından derhal ithal edilmeli ve halen aşısız olan bu çocuklara aşı yapılmalı.
Unutmayalım ki 5-18 yaş arasında ciddi bir aşılama yapmazsak hem onları hem de 60 yaş üstündekileri yeterince korumamız mümkün değildir.
Yazıyı bazı iyi haberlerle bitirelim…
Omikron’un çok büyük bir dalga halinde geldiğinden yazının başında bahsetmiştik. Bu yüksek dalga bir anda çok kişiyi hasta edeceğinden, toplumda bağışıklık hızla artacak. Dolayısıyla dalganın uzunluğu diğer varyantlardan kısa sürecek. Örneğin Güney Afrika’da Omikron sönümlenmiş gibi.
Öte yandan daha önce yaşadığımız dalgalarda olduğu gibi Omikron zatürreye pek neden olmuyor, zira bu varyant daha çok üst solunum yollarına yerleşiyor. Zaten çok daha hızlı bulaşmasının ve yüzdesel olarak daha az ölüme neden olmasının nedeni de bu.
Omikron’un, toplumda hastalığın hızla yayılmasına neden olması sayesinde, aşılara ek olarak, bizleri sürü bağışıklığına daha yakınlaştırması umuluyor. Bu da pandemiden, her kış karşılaştığımız gribe benzer bir endemik hastalığa dönüşmesini hızlandıracak diye umuluyor. Başta Berlin’deki Charite Hastanesi’nin şef viroloğu Christian Dorsten olmak üzere pek çok bilim insanı Omikron’un pandemiyi sona erdireceği konusunda son derece umutlular.
Ancak, ileriki yıllarda ters bir mutasyonla yine daha öldürücü bir virüs çıkması da olası. Tıpkı zaman zaman grip virüsünde olduğu gibi. Bizden diğer memeli hayvanlara geçip, ciddi bir mutasyonlar dizisi geçirip sonradan tekrar bize bulaşması veya başta HIV hastaları olmak üzere bağışıklığı düşük bireylerde yeni kötü varyantlar oluşması da her zaman mümkün. Bu riski küresel ölçekte önlemenin tek yolu tüm ülkelerde aşıya erişimin kolaylaştırılması. Zengin ülkeler bencilliğe devam ederse, Omikron örneğinde gördüğümüz gibi aşı erişimi düşük olan ülkelerde ortaya çıkacak yeni bir varyant, onları da tekrar vuracak.
Türkiye ve KKTC’de birey olarak yapmamız gerekenler ise kısaca, aşılarımızı hızla tamamlamak (düzgün, etkinliği kanıtlanmış aşılarla), maske, üç metre mesafe ve el hijyenine dikkat etmek, kalabalıklardan uzak durmak.
Şubat sonu, Mart ortasına kadar bu dalga da geçecek. Ondan sonra da, her sonbahar düzenli aşımızı olacağız diye düşünebiliriz. Bilimle virüsün evrimi arasındaki mücadele devam ediyor.