Dışarı çıktığımda yan padiyezdden, hemen bizimkinden sonraki apartman girişinden komşumuz Azerbaycanlı Hüseyin’i arabasının bagajına naylon torbalar içinde bir şeyler yerleştirirken gördüm.
“Kolay gelsin” dedim.
Kafasını çevirip:
“Sagol. Bunlar mənim arvadımın çiçəkləri” dedi.
Torbaların içinde Hüseyin’in karısı Elena İvanovna’nın yaz aylarında daçasının bahçesinde gözü gibi baktığı, ancak kış aylarında donmasın diye sökülüp, uygun ısıdaki kapalı bir mekanda saklanan georginaları ( Георги́на-Yıldız çiçekleri) vardı.
Dahlia cinsinden olan, yaz ve sonbahar mevsiminde çiçek açan, gövdesi çalı, kökleri yumru şeklindeki bu çiçeklere Elena İvanovna çok önem veriyordu.
Aslında georginaların sonbaharın sonu gelmeden sökülüp, kışlık mekanlarına taşınması gerekiyordu; ancak beyaz kış biraz tolerans gösterip, havalar şimdiye kadar olağandan daha yumuşak geçince Hüseyin tembelliğine yenik düşüp işi geciktirmiş, çiçek yumrularını kapalı balkonlarının bir köşesinde saklamıştı. Şimdi, artık georginaları her kış sakladığı garajdaki yerine taşıması gerekiyordu.
Adeta bir gölge gibi hep peşinde olan köpeği de Hüseyin’in yanındaydı.
Köpek, ara sıra lapa lapa yağan karın coşkusuyla, avlumuzdaki küçük parkta, ağaçların arasında deliler gibi koşturuyor, karların üstünde yuvarlanıyor, yine geri geliyordu.
Azeri Hüseyin’e köpeğini gösterip:
“Sevgilin her zaman yanında” dedim.
“Mən bu iti çox xoşlayıram (Ben bu köpeği çok severim)” diye cevap verdi.
“Sevilmeyecek gibi değil, güzel hayvan” diye devam ettim.
“Elə amma, bəzən bizə problem çıxarar. Bilirsən mi bu itin üzündən başımıza nələr gəldi? (Öyle ama, bazen bize sorun çıkarır. Biliyor musun bu köpeğin yüzünden başımıza neler geldi?)”
“Hayrola?” diye merakla sordum.
“Bilirsən bizim bağ qonşumuzun bir dovşanı vardı. (Biliyorsun bizim daça komşumuzun bir tavşanı vardı.)” diye anlatmaya başladı.
O kadar çok bahsi geçmişti ki, ben bile Hüseyin’lerin daça komşularının sevgili tavşanını biliyordum.
***
Rusya’da hayvan sevgisi çok yaygın.
Hemen her evde, her ailede, kedi, köpek ya da başka cinsten bir hayvanın, mesela Hüseyin’in daça komşusunun beslediği tavşan gibi bir hayvanın beslendiğine çokça rastlanır.
Bir cinsten bir kaç tane evcil hayvanın ve hatta kedi ile köpeğin bir arada, aynı evde yaşadığı çok sık görülen bir şey.
Zaten küçük olan Rus evlerinde koca koca hayvanları nasıl besliyorlar, nasıl bir arada yaşayabiliyorlar diye insan bazen şaşırıyor.
Rusların hayvandan korktuğu pek görülmez. Zaten saldırgan, havlayan, hırlayan hayvan da yok gibi. Ancak hayvandan, örneğin köpekten korkmak gibi bir fobiniz varsa bir arkadaşınızdan davet aldığınızda evinde kedi, köpek besleyip beslemediğine dair ön bilgi almanızda fayda var. Zira sürprizlerle karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir.
İnsanla hayvan arasındaki alışveriş hayli karmaşık… İnsanla köpek arasındaki dostluk binlerce yıl öncesine dayanıyor. Evcil hayvanlar, yaşamın sillesine karşı korunma, bir destek ve sevilme gereksinimiyle insanlara yaklaşır, dostluk gösterirler. Evcil hayvanlar içinde köpeğin özel ve ayrıcalıklı bir yeri vardır.
Köpeklerin dostluğunu arayanlar da yalnız ve insanlardan kaçan, yabani, dostluğu sadece hayvanlarda arayanlar değildir.
Doğa ve hayvan sevgisi aslında doymak bilmez bir yaşama sevgisinin ifadesidir. Bu da Ruslarda var.
Roger Grenier’nin “Köpek Olmanın Güçlüğü” adlı kitabında dediği gibi, “İnsana eşlik eden köpek, yaşamının kısalığı nedeniyle bizlere onları kaybetmenin acısını yaşatırlar.”
Bir halk deyimi de şöyle: “İnsanı dertli eden hayvandır.”
Zira bir köpeği veya hayatı paylaştığımız başka bir hayvanı sevdiğimiz ve onun tarafından sevildiğimiz zaman, insan ve hayvan hayatlarının eşzamanlı olmamasından her zaman üzüntü duyulur.
Hep köpeklerden bahsettik, ancak diğer hayvan dostlarımızın hakkını da yememek lazım. Mesela Hüseyin’in komşusu Pavel’in tavşanı gibi…
***
Azeri Hüseyin’in daça komşusu Pavel İvanoviç de bir evcil tavşan, yani krolik (Кролик) besliyordu.
Hayvan, alındıktan kısa bir zaman sonra ailenin başkişisi olmuştu. Hepsinin ilgi odağıydı.
Eve geldiği ilk zamanlarda otururken küçük tüylü bir topa benzediği için Pavel’in küçük kızı ona tüylü anlamına gelen Puşok (пушок) adını koymuştu.
Puşok, tabii ki uzun zaman öyle tüylü minik bir top olarak kalmadı; büyüdü, bir koca tavşancık oldu.
Eş dost toplantılarında söz dönüp dolaşıp tavşana geliyordu. Puşok aşağı, Puşok yukarı. Puşok, şunu yaptı, bunu yedi falan…
Neredeyse aile sorunları onunla paylaşılacak, ona danışılacak hale gelmişti.
Pavel, işi iyice ileri götürmüştü. Onu futbol bahislerinde kullanmaya başlamıştı. Odanın farklı yerlerine onun sevdiği havuçlardan yerleştirip Puşok’u salıyordu.
Mesela bir köşeye o hafta oynanacak maçlardan birinde rakip olan takımlardan Spartak Moskova havucunu, diğer köşeye Rubin Kazan, başka bir köşeye de beraberlik havucunu koyuyordu. Puşok, Spartak Moskova havucuna doğru yönelir ve yerse Spartak Moskova galip gelecek demekti bu.
Pavel, bunu bütün diğer maçlar için de yaptıktan sonra bahsi oynuyordu.
Pavel, hasta bir Spartak Moskova taraftarıydı. Ancak Puşok, Spartak Moskova’nın yenileceğini işaret ederse, eli gitmese de Puşok’u dinliyordu ve bahsi öyle oynuyordu.
Spartak Moskova gerçekten yenilse bile Puşok’a kızmıyor. Üzülme Puşokcuk, suç senin değil, bizim ruhsuz futbolcuların deyip; onu da koynuna alıp, divana uzanıp, uzun süre, üzgün bir şekilde, sus pus yatıyordu.
Pavel, Hüseyin’e başkalarına bahsetmemesi koşuluyla bir de sır vermişti: Oynadığı bahislerden kazandığı parayla karısına bir kürk (şuba) almıştı. Bu Rus kadınlarına alınabilecek en değerli hediyelerden birisiydi.
Karısı çok mutlu olmuştu, ancak kürk parasının kaynağının Puşok sayesinde kazanılan bahis parası olduğunu bilmiyordu.
***
Bir keresinde Hüseyin, onun bu haliyle dalga geçince Pavel, tavşanların aslında ne kadar akıllı olduğunu uzun uzun izah etmiş, üzerine bir de anekdot anlatmıştı:
Bir gün bir tavşan önüne bir daktilo almış, taka taka, tuk tak tuk bir şeyler yazıyormuş. O sırada yoldan geçen bir tilki onu görünce:
“Hey tavşan kardeş, ne yazıyorsun?” diye sormuş.
“Doktora tezimi yazıyorum” diye cevap vermiş.
Tilki buna inanmamış kuşkusuz ama yine de sormuş:
“Ha öyle mi, çok güzel, ne hakkında?”
“Tavşanların tilkileri nasıl haklayıp yedikleri hakkında.”
Tilki, verilen cevaba çok gülmüş:
“Yok, canım, olur mu öyle şey, hiç tavşanlar tilki yer mi?”
“Olur tatlım, gel istersen sana göstereyim” der, yuvasına davet eder.
Tilkinin tavşandan korkacak hali yok ya, peşine takılıp, beraberce tavşanın yuvasına girerler.
Biraz sonra tavşan tek başına çıkar ve yine daktilosunun başına geçer; taka taka, tuk tak tuk, bir şeyler yazmaya devam eder.
Daha sonra oradan geçen bir kurt, ciddi ciddi bir şeyler yazan tavşanı görür:
“Hey Tavşan, ne yazıyorsun?” diye sorar.
“Doktora tezimi.”
“Ne hakkında?”
“Tavşanların kurtları yemesi hakkında.”
Kurt, bu cevaba hem şaşırmış, hem de çok gülmüş:
“Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, buna kim inanır?” demiş.
Tavşan:
“Gel istersen göstereyim” der.
Beraberce ine girerler. Tavşan biraz sonra dışarıya yalnız çıkar.
Pavel, Hüseyin’e, “Tavşanın yuvasını merak ediyorsun değil mi?” diye sormuş.
Manzara şuymuş:
Bir köşede tilkinin kemikleri; öbür köşede kurdun kemikleri. Diğer köşede ise tavşanın ‘Doktora tezi Danışmanı’ Aslan, kürdanla dişlerini temizlemekteymiş.
***
Hüseyin, köpeğinin neden olduğu olayı heyecanla anlatmaya başladı.
Bir sabah, kahvaltı hazırlığında oldukları sırada, köpekleri ağzında çamura bulanmış ölü bir hayvanı sallaya sallaya gelmiş.
Dikkatli bakınca bunun komşularının tavşanı Puşok olduğunu anlamışlar.
Hüseyin’in karısı Elena İvanovna çığlığı basmış:
“Aaaa, katil hayvan! Hüseyin, bak bu senin katil ruhlu köpeğin komşunun tavşanını parçalayıp öldürmüş. Rezalet! Rezalet ki ne rezalet… Ne yapacağız şimdi?”
Hüseyin de telaşa kapılmış ama bir şeyler yapmak gerektiğinin farkındaymış:
“Elena İvanovna, bir çarə aramaq lazımdır. Yoxsa qonşular canımıza oxuyur,” demiş sızlanarak.
Ne yapacaklarını düşünürken Elena İvanovna’nın aklına bir fikir gelir.
Köpeğin getirdiği tavşanı bahçedeki banyoya götürüp, sabunla köpürtüp bir güzel yıkarlar. Ölü hayvanı tertemiz yaparlar. Sonra Elena’nın saç kurutma makinasıyla zavallı Puşok’un tüylerini kuruturlar.
Hayvan, meğer sağlığında bile bu kadar temiz olmamışmış.
Bütün bunlar bittikten sonra Puşok’u alıp, Pavellerin daçasının giriş kapısının önüne bırakıp, geri dönmüşler.
Ertesi sabah, erkenden, bütün aile daha gözlerini açmadan kapıları çalmış. Hüseyin, hayırdır inşallah deyip kapıyı açmış.
Kapıda, ağlamaktan gözleri kızarmış Pavel, karısı ve kızları varmış.
Pavel’in karısı, saçı başı dağınık kapıya gelen Hüseyin’in karısına sarılıp, hüngür hüngür ağlamaya başlamış:
“Biliyor musun Elena İvanovna” demiş, “Bizim Puşok geçen hafta aniden eceliyle ölmüştü. Çok üzüldük haliyle, ama yapacak bir şey yoktu. Bizim daçanın bahçesinde, büyük bir ağacın altında uygun bir yer seçip, küçük bir mezar yapıp, gömdük. Hatta biraz da süsledik. Mezarının başına anlamlı bir şeyler yazdıracağımız bir taş yaptırıp dikmeye karar verip Moskova’ya döndük.”
Hüseyin, donup kalmıştı.
Elena İvanovna, şaşkınlıktan ağzı açık, haykırmış:
“Gerçekten mi?”
“Gerçekten Elena İvanovna, ne yazık ki gerçekten! Ama asıl daha da kötü olan ne biliyor musun? Puşokcuk, mezarından çıkıp, bizim kapının önüne gelmiş, oraya yığılıp kalmış. Yoksa ölmemiş miydi; biz öldü sanıp da onu canlı canlı gömmüş müydük? Zavallı Puşok, tertemiz tüyleriyle kapının önünde yatıyordu. Öldüyse bizim kapıya kadar nasıl geldi bu hayvan? Siz bu işlerden anlarsınız; nedir bunun alameti?”
Elena İvanovna:
“Yok canım, öyle şey olur mu? Ölmüştür hayvancağız” demiş.
Bunu söylerken gözünün ucuyla Hüseyin’e bakmış; ikisinin de işin doğrusunu söylemeye o an için cesaretleri yokmuş, sonra devam etmiş:
“Hem siz de artık kendinizi çok üzmeyin, unutun bu konuyu” demiş.
Hüseyin, Pavel’i kolundan çekiştirip, içeri davet etmiş:
“İçəri gir, Paşa, özünü bu qədər döymə. Ölülərlə birlikdə ölmək olmaz. Bir az oturub sakitləşək; Sevimli Puşokun xatirəsinə içək. (Gel içeri Paşa, kendinizi bu kadar harap etmeyin. Ölenle ölünmüyor. Biraz oturup, sakinleşelim; sevgili Puşok’un anısına içelim.)”
mhyazici@yandex.ru