” … Siyaset çöktü. Skandallar.. Sahte diplomalı bakanlar, vekiller…”
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) yaşayan bir dostumun ifadeleri bunlar. “Nasılsın?” diye sorayım dedim bana kaygılı bir şekilde KKTC üniversitelerinde yaşanan skandallara, sahte diplomalı siyasilere vs. dikkatimi çekti. Oysa ben KKTC’yi ziyaret eden BM Genel Sekreteri Özel Temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar ve ekibinin temaslarına değineceğini düşünmüştüm. İç politik kaygıları, dış politikadaki gelişmelerin önüne geçti dostumun.
Türkiye’deki iç siyasi gelişmeler üzerinde yoğunlaşıldığından KKTC’de yaşanan bu tür gelişmeler Türkiye’de pek ilgi uyandırmıyor. Dostumun dikkatimi çekmesi üzerine medyadaki haberlere göz attım. KKTC’de “sahte üniversite” diploması skandalının büyüdüğüne, üniversiteleri denetlemekle sorumlu YÖDAK’ın (YÖK’ün muadili) Başkanı ile yolsuzluğun yaşandığı dönemdeki yardımcısının rüşvet iddiası ile yargılanacakları belirtiliyordu haberlerde.
KKTC’de çok sayıda üniversite açılmasının nedenlerinin de sorgulandığı bir yazıda, “Popülist siyaset yaklaşımıyla ülkede her geçen gün daha fazla yeni üniversite açılması, beraberliğinde kalitesizliği de getiriyor. Olumsuzluklar artıyor. Niteliksizleşen işgücünü büyütüyor. Yükseköğretim sisteminin sınıfta kalmasına yol açıyor” deniliyor. Sahte diplomaya sahip kişiler arasında bakanların, milletvekillerinin, bürokratların bulunduğu şeklindeki iddialara da işaret olunuyor ve siyasilerin bu konudaki suskunluğu sorgulanıyordu. KKTC kamuoyunun üniversite diplomaları konusunda gösterdiği duyarlılık bu tür konularda sorunlar yaşayan ülkelere örnek olacak nitelikte.
Dostumun sözleri ve medyadaki yazılar beni yıllar öncesine götürdü. 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştiği tarihlerde Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğimizde görevliydim. Dışişleri Bakanımız rahmetli Prof. Dr. Turan Güneş de, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin BM’nin gündeminde olması nedeniyle New york’a gelmişti. Temsilciliğimizdeki toplantılarda Kandıralı (Kocaeli’nin bir ilçesi) olan Bakan, Kıbrıs’taki Türk siyasiler arasında yaşanan kısır çekişmelere işaretle, “Kıbrıs dedikleri bizim Kandıra kadar bir yer. Ancak Türkiye’de yaşanılan kısır politik çekişmelerin benzerleri orada da yaşanıyor” mealinde sözler sarfetmişti.
O yıllarda olduğu gibi bugün de Türkiye’de yaşanılan sorunların benzerleri KKTC’de de yaşanıyor, benzer skandallara, kısır siyasi çekişmelere tanık olunuyor. KKTC’de 40 yılı aşkın süre içinde önemli gelişmeler yaşandığı, büyük sıçramalar kaydedildiği göz ardı ediliyor. Özellikle KKTC’deki genç kuşakların geçmişte yaşanan acı olaylar hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıkları, kaydedilen başarıları yeterince değerlendirmedikleri ve geleceğe yönelik kaygı taşıdıkları görülüyor. Geçmiş yılları zaman zaman kendilerine hatırlatmakta fayda var..
1974’te Barış Harekatı gerçekleştikten sonra Kıbrıs sorunu BM Genel Kurulu ve BM Güvenlik Konseyi’nde önemli gündem maddeleri arasında yer almaya başladı. BM’de Kıbrıs Türkü’nün yıllar boyu yaşadığı sıkıntı ve zulümler, Ada’yı Yunanistan’a bağlama gayretleri görmezden gelinirdi. Uluslararası anlaşmalara dayanarak Barış Harekatı’nın gerçekleştirildiği göz ardı edilirdi. Türkiye’nin haklı tezleri BM Daimi Temsilcilerimiz önce Büyükelçi Osman Olcay, ardından Büyükelçi İlter Türkmen tarafından anlatılsa da, BM Genel Kurulu ve BM Güvenlik Konseyi’nden Türkiye aleyhine kararlar çıkardı. Kıbrıslı Rumlar, gündem ne olursa olsun, “Türkiye’nin istilasını” gündeme getirmeye kalkışırlardı. Diplomatlarımız da Rum iddialarına yanıt verirlerdi. Diğer delegeler bıkmışlardı bu yerli yersiz tartışmalardan. Kıbrıs Türkü’nün adı yoktu.
O yıllarda, Ankara’nın “başına buyruk” hareketini kabul etmeyenler, hazmedemeyenler Türkiye’ye karşı ambargo uygulamaya kalkışıyordu, Türkiye’ye karşı başka baskı yolları, ders verme yolları araştırılıyordu. Diplomatlarımızı şehit eden Ermeni terör örgütü ASALA ile masum insanları katleden ve ülkeye önemli maddi zararlar veren ayrılıkçı PKK terör örgütünün eylemlerinin başlangıcının da 1974’ten sonra olması dikkat çekicidir .
1979 sonbaharında atandığım Atina Büyükelçiliğimizin takip ettiği başlıca konular arasında Kıbrıs sorunu da yer alıyordu. Yunan basınında Türkiye’nin aleyhinde, iki ülke arasındaki bildik sorunlar ile Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak Yunan siyasilerinin demeçlerini okumaktan, çıkan yorumları takip etmekten bıkkınlık geliyordu. Onların gözünde yayılmacı, işgalci, baskıcı bir ülkeydik. Barış Harekatını, V. yüzyılda Avrupa’nın büyük bölümünü işgal eden Hun Hükümdarı Attila’ya benzetiyorlardı. Attila’ya saldırılmayan gün yoktu. Atina’dan ayrıldığım 15 Kasım 1983’te KKTC’nin ilanı Türkiye aleyhtarlığını doruğa taşımıştı.
Kuveyt’te 5. İslam Ülkeleri Zirve Konferansı düzenlendiği 1987’de , Kuveyt Büyükelçiliğimiz Müsteşarıydım. Zirve’de, İslam ülkeleri arasındaki dayanışmanın ve iş birliğinin öneminin vurgulandığı çağrılar yapılmıştı. Zirveye katılan KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da bu çağrılar doğrultusunda İslam ülkelerini Müslüman Kıbrıs Türk halkı ile dayanışma içinde olmaya davet etmişti. Her nedense Denktaş’ın bu davetini o tarihte İslam ülkelerinden pek duyan olmamıştı.
Zürih’te Başkonsolos iken de, 24 Mart 2004’te, Burgenstock’da, bir ay sonra Ada’da düzenlenecek referandum öncesi BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın girişimleriyle Türkiye, Yunanistan, KKTC ve KRY (Kıbrıs Rum Yönetimi) liderlerinin katıldığı dörtlü zirve gerçekleşmişti. Zirve büyük ilgi uyandırmıştı. Türk ve Yunan/Rum medyası olup bitenleri yansıtmak üzere Burgenstock’a akın etmişti. Ancak, “Annan Planı” üzerinde Genel Sekreter’in Zirve’de sürdürdüğü mekik diplomasisi sonuç vermedi. Müteakiben, Plan’la ilgili yapılan referandumda, Kıbrıs Türklerinin “evet”, Rumların “hayır” dediği, KRY’nin adeta ödüllendirilcesine AB’ye tam üye olarak kabul edildiği süreç hâlâ hafızalarda.
O tarihten bu yana Rumların şımarıklığı had safhada. Türkiye’nin AB ile sürdürdüğü müzakereleri tıkayanların başında onlar geliyor. Pek çok AB üyesi, Rumları AB’ye almakla büyük hata yapıldığının farkında. AB üyesi Rumlara yardımlar akarken, Kıbrıs Türkü ambargolarla karşı karşıya. Kıbrıs Türklerine uygulanmakta olan haksızlıklar yıllardır devam ediyor. Bu haksızlar KKTC’yi ziyaret eden BM Genel Sekreteri Özel Temsilcisi’nin dikkatine bir kez daha getirildiğini düşünüyorum. O da not almıştır, her zaman yaptıkları gibi.
Kıbrıs Türkü uzun mücadelenin, sıkıntıların ardından bugünlere ulaştı. Tüm iç sıkıntılarına, sorunlarına, skandallara rağmen KKTC bugün dimdik ayakta. Dün çok daha büyük sorunların üstesinden gelmeyi başaran Kıbrıs Türkü bugün de karşı karşıya bulunduğu sorunların üstesinden gelecek güçte. Yılmamak gerek. Umutsuzluğa kapılmamak gerek. Her ülkede böyle sorunlar yaşanır, yaşanıyor. Sorunların üzerine cesaretle gitmek, adalete ve ahlaki değerlere, saydamlığa önem vermek, çözüm üretmek gerek. KKTC’yi ziyaret eden Alman turistlerin “cennette yaşıyorsunuz, kıymetini biliniz..” sözünü hatırda tutmak gerek.
KKTC, bölgede barış ve demokrasi adası konumunda. Stratejik ve coğrafi bakımdan eşsiz bir konum ve önemde. Türkiye’nin güvenliği, kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge, hava sahası kontrolü, açık denizlere ulaşım ve stratejik savunma derinliği açısından büyük öneme sahip. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yasal ve siyasi haklarını savunması için KKTC’nin varlığı hayati değerde. KKTC’nin güvenliği için Türkiye, Türkiye’nin güvenliği için KKTC önemli. Ana vatan ve Garantör ülke olarak Türkiye, geçmişte olduğu gibi gelecekte de her daim Kıbrıs Türkü’nün yanında olacak.