Levant havzasında jeopolitik yeniden yapılanma
Son dönemde İsrail’in Barak MX hava savunma sistemlerini Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne konuşlandırması, bölgesel güç koridorlarında yankı bulurken, yüzeysel provokasyonların ötesinde karmaşık bir jeopolitik matrisi ortaya koyuyor. Türk medyasında “Siyonist İsrail Türkiye’ye meydan okuyor” diye çerçevelenen bu gelişme, enerji güvenliği, Avrupa stratejik çıkarları ve İsrail’in bölgesel savunmasını iç içe geçiren sofistike bir Doğu Akdeniz güvenlik mimarisi yeniden oluşturulmasını temsil ediyor.
İleri füze sistemlerinin Türkiye’nin “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” olarak adlandırdığı bölgeye transferi, uluslararası hukuk ve bölgesel güç dinamikleri çerçevesinde ele alınmalıdır. Ankara’nın diplomatik terminolojisine rağmen, Kıbrıs Cumhuriyeti 1960 Londra-Zürih Anlaşmaları uyarınca bir egemen devlet olarak varlığını sürdürmekte, Birleşmiş Milletler tarafından tanınmakta ve 2004’ten beri Avrupa Birliği üyeliğine sahip bulunmaktadır. Bu yasal statü, Lefkoşa’ya algılanan savunma gereksinimleriyle orantılı askeri iş birliği anlaşmaları yapma yetkisi vermektedir. Bu egemenlik hakkıdır.
Hukuki çerçeveler ve savunma iş birliği
Kıbrıs’ın askeri ortaklıkları aniden ortaya çıkmadı. Ada ülkesi, kapsamlı Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri anlaşmalarıyla başlayarak savunma iş birliği ağını kademeli olarak genişletti. Washington’un 1987 silah ambargosunu 2020’de kaldırma kararı önemli bir dönüm noktası oluşturarak, Batılı güçlerle daha derin askeri entegrasyona olanak sağladı. İsrail-Kıbrıs anlaşması bu nedenle kırılmayı değil, sürekliliği temsil ediyor, bu yeni bir provokasyondan ziyade mevcut güvenlik düzenlemelerinin evrimini yansıtıyor.
Kıbrıs’ın askeri modernizasyonunun arkasındaki itici güçler bölgesel savunmanın ötesine uzanıyor. Doğu Akdeniz’in münhasır ekonomik bölgelerinde önemli hidrokarbon rezervlerinin keşfi, adayı bir enerji güvenliği bağlantı noktasına dönüştürdü. Fransız Total, İtalyan Eni, Amerikan Chevron ve ExxonMobil dahil uluslararası enerji devleri, çok milyar dolarlık yatırımları korumak için sağlam güvenlik çerçeveleri gerektiren operasyonel varlık oluşturdular.
Enerji güvenliği ve askeri varlık
Bu enerji odaklı güvenlik hesabı, kayda değer bir askeri varlık genişlemesini hızlandırdı. Baf ve Mari’daki üsler Fransız ve Amerikan güçleri için faaliyete geçirilirken, İngiltere 1960 Kuruluş Antlaşması uyarınca Ağrotur ve Dikelya’da aktif üsleri bulunduruyor. Enerji çıkarları ile askeri varlığın kesişimi, Kıbrıs’ı etkin şekilde Levant Havzası boyunca güç projeksiyonu yapan “yüzen bir uçak gemisine” dönüştürdü.
İsrail’in bu güvenlik mimarisine entegrasyonu, Türkiye-İsrail ilişkilerinin Davos ve Mavi Marmara krizleri sırasında bozulmasını takiben daha geniş bölgesel yeniden yapılanmaları yansıtıyor. Ankara’nın artan bölgesel yalnızlığı, gelişmiş Kıbrıs-İsrail iş birliği için stratejik alan yaratarak, Türkiye-İsrail yakınlaşma dönemlerinde düşünülemez olan 2010 Kıbrıs-İsrail deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasında doruk noktasına ulaştı.
İsrail’in güvenlik hesabı ve ileri konuşlandırma
Barak MX konuşlandırması çift stratejik amaca hizmet ediyor. Kıbrıs’ın hava savunma kabiliyetlerini geliştirirken, sistemler aynı zamanda Lübnan ve Suriye’den hatta İran’dan potansiyel tehditlere karşı İsrail’in savunma çevresini genişletiyor. Bu ileri konumlandırma, yalnızca Kıbrıs topraklarını değil aynı zamanda İsrail’in enerji altyapısını ve deniz ticaret rotalarını da koruyan daha erken tespit ve önleme kabiliyetleri sağlıyor. Sistemlerin radar kapsaması kaçınılmaz şekilde Türk kıyı şeridinin bölümlerini içeriyor, ancak bu uluslararası hukuk çerçevesinde egemen topraklarda gerçekleşiyor.
Türkiye’nin bu gelişmelere karşı ölçülü tepkisi, Kıbrıs’ın Rus S-300 sistemleri edinme girişimine yönelik 1997 tepkisiyle belirgin tezat oluşturuyor. O dönemde Ankara askeri eylemle tehdit ederek füzelerin Girit’e taşınmasını sağlamıştı. Mevcut stratejik sessizlik, Türk dış politikasını şekillendiren birkaç temel dinamiği ortaya koyuyor.
Türkiye’nin stratejik yeniden hesaplaması
Bunların en önemlisi, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine yenilenmiş bağlılığıdır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, İtalyanın başkenti Roma’da geçen hafta İtalya Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani ile düzenlediği ortak basın toplantısındaki sözlerini ön plana çıkartmak gerekiyor.
“Savunma sanayi alanındaki iş birliğimizden de büyük memnuniyet duyuyoruz. Son dönemde Baykar firmasının İtalya’nın köklü havacılık şirketi Piaggio Aerospace’i bünyesine katması, ayrıca İtalyan savunma sanayi şirketi Leonardo ile ortaklık kurması bölgemiz için örnek teşkil etmektedir… AB’ye tam üyelik Türkiye için stratejik bir hedef olmayı sürdürüyor. Bu süreçte AB’den beklentimiz dar siyasi hesaplarla ön yargılı bir tutum takınmaması ve Türkiye-AB üyelik sürecini canlandıracak adımlar içeren bir vizyon geliştirmesidir.“
Fidan ayrıca, İtalya’nın, Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği desteğin, stratejik ve uzun vadeli bir bakış açısını yansıttığına dikkati çekerek, bu anlayışın tüm AB üyeleri tarafından benimsenmesinin beklenildiğini söyledi.
Kısaca, Ankara Doğu Akdeniz anlaşmazlıklarında “yıkıcı aktör” olarak algılanmaktan kaçınmak istiyor, özellikle de, AB üyeliği stratejik öncelik olmayı sürdürürken. Bu diplomatik açılım, milliyetçi retorik ile pragmatist Avrupa angajmanı arasında hesaplanmış bir takas yansıtıyor.
Avrupa Birliği’nin Ukrayna çatışması sonrası oluşturduğu SAFE (Security Action for Europe) programı, üye devletlerin savunma sanayii geliştirmeleri için yaklaşık 150 milyar avro ayırdı. Türk savunma şirketleri, aday ülke statüsüne ve programa üçüncü ülke katılım haklarından yararlanarak bu fonlara erişim peşinde. Ancak SAFE Programı’nın 16. Maddesi, katılımcıların “Birliğin ve üye devletlerin güvenlik ve savunma çıkarlarına aykırı davranmamalarını” şart koşuyor. Kıbrıs’a yönelik agresif tavırlar, Türk şirketlerinin bu önemli finansal kaynaklar için uygunluğunu tehlikeye atabilir. Türkiye işte buna dikkat ediyor.
Teknik gerçekler ve stratejik algılar
Teknik olarak Barak MX sistemleri savunma silahları olarak biliniyor. Ancak Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki İHA/SİHA üsleri beyanı ve “uçaklarımız üç dakika içinde Ada’da olur” açıklamaları, kaçınılmaz şekilde Lefkoşa’nın savunma tepkilerini tetiklemiştir. Türkiye’nin 2022’de Geçitkale İHA üssü duyurusu, Ada’nın güvenlik hesabını temelden değiştirerek artırılmış savunma önlemlerini gerekli kılmıştır.
Türkiye’nin medya retoriği ile hükümet sessizliği arasındaki uyumsuzluk, daha derin yapısal gerilimi ortaya koyuyor. Yorumcular ve analistler iç tüketim için anti-İsrail duygularından yararlanırken, yönetim milliyetçi pozlamanın üzerinde ekonomik çıkarları önceliklendiren realpolitik hesaplamalar peşinde koşuyor. Bu ayrışma, Türkiye’nin Kıbrıs “milli dava”sının Avrupa çerçeveleri içinde pragmatist ekonomik değerlendirmelere yol vermekte olabileceğini düşündürüyor.
Yeni Doğu Akdeniz gerçekliği
İsrail’in Kıbrıs’a füze konuşlandırması, basit “meydan okuma” anlatılarını aşmakta. Enerji politikalarını, evrilen bölgesel ittifakları, AB-Türkiye ilişkilerini ve ekonomik pragmatizmi içeren çok boyutlu bir denklemi temsil ediyor. Türkiye’nin stratejik sessizliği diplomatik zayıflık olarak değil, hesaplanmış realpolitik olarak yorumlanmalıdır.
İsrail’in Kıbrıs ile savunma iş birliği yalnızca Ada’nın güvenlik mimarisini değil, tüm Doğu Akdeniz’in stratejik dengesini yeniden şekillendiriyor. Bu yeni normalde, jeopolitik gerçekçilik ideolojik pozisyonların önüne geçerken, ulusal çıkarların tanımı ekonomik fırsatlar ve stratejik ortaklıklar ışığında yeniden tanımlanıyor.
Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz jeopolitiğindeki merkezi konumu, hem enerji kaynakları hem de coğrafi konumu nedeniyle onu bölgesel güç mücadelesinin odak noktası haline getiriyor. İsrail’in Ada üzerindeki askeri varlığı, yalnızca ikili ilişkileri değil aynı zamanda Türkiye, Yunanistan, Mısır ve diğer Akdeniz aktörleri arasındaki daha geniş güç dinamiklerini de etkiliyor. Bu karmaşık etkileşim ağı, çağdaş uluslararası ilişkilerde askeri kabiliyetlerin, ekonomik çıkarların ve diplomatik manevraların nasıl iç içe geçtiğinin çarpıcı bir örneğini sunuyor.
Türkiye’nin tepkisindeki incelikli yaklaşım, 21. yüzyıl jeopolitiğinin giderek daha fazla çok boyutlu hale geldiğine işaret ediyor. Artık tek boyutlu askeri veya diplomatik tepkiler yerine, devletler ekonomik fırsatları, enerji güvenliğini, bölgesel istikrarı ve uluslararası ittifakları aynı anda dengelemek zorunda. Bu karmaşık denklem, geleneksel ulusal güvenlik anlayışlarının yeniden düşünülmesini gerektiriyor.
Doğu Akdeniz’deki bu gelişmeler, küresel jeopolitiğin daha geniş bir modelinin parçası olarak görülebilir: Ekonomik bağlantılılığın askeri gerilimleri yönlendirdiği, enerji kaynaklarının stratejik ittifakları şekillendirdiği ve devletlerin çoklu çıkar alanlarında eşzamanlı olarak faaliyet gösterdiği bir dünya. Kıbrıs örneği, modern devletlerin bu karmaşık ortamda nasıl navigasyon yaptığını ve ulusal çıkarlarını çok boyutlu bir şekilde nasıl tanımladığını gösteriyor.
Sonuç olarak, Doğu Akdeniz’deki güç dinamiği basit ikili karşıtlıklardan çok daha karmaşık hale gelmiştir. İsrail’in Kıbrıs’taki askeri varlığı ve Türkiye’nin buna tepkisi, çağdaş uluslararası ilişkilerin çok katmanlı doğasını yansıtıyor. Bu durum, devletlerin artık yalnızca askeri veya diplomatik araçlarla değil, aynı zamanda ekonomik, enerji ve stratejik ortaklık araçlarıyla da hareket ettiği bir jeopolitik ortamı temsil ediyor. Bu yeni gerçeklik, geleneksel güvenlik paradigmalarının yeniden düşünülmesini ve ulusal çıkarların daha nüanslı bir şekilde tanımlanmasını gerektiriyor.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
