“Siz kediyi seçemezsiniz, kedi sizi seçer” derler. Bu söz “sokak kedisi” kavramının bulunmadığı, nadir istisnalar dışında bütün kedilerin “resmen sahipli” olduğu İngiltere’de de geçerli. Israrlı bir kedi, kapınıza dayanıyorsa ne yapmalısınız? Anisa Subedar bu sorunun yanıtını arıyor.
Her şey 18 ay önce sıcak bir yaz akşamı, mutfak kapısında talepkar miyavlamalar eşliğinde kocaman açılmış bir çift gözün belirmesiyle başladı.
Yaklaştığımda geri çekilmedi. Hatta kendisine “aman da kaşık suratlı minnoş” falan gibi cırıl cırıl, gülünç bir bebe monoloğu çektiğimde bayağı memnun olmuş göründü.
Gri yumuşacık kulaklarının arkasını kaşıdığımda da kaçmak bir yana, sırtüstü yuvarlanıp bana beyaz yumuşak göbeğini açıp, keyifle guruldamaya başladı.
Sevgime böyle tatlı bir karşılık verilmesi üzerine bir ton balığı konservesi açıp ikram ettim. Yalamadan yutup gitti.
Bunun üzerine çok da düşünmedim. Tatlı bir karşılaşma ve hoş bir yaz anısıydı.
Kedi bir kaç gün sonra yine geldi. Birbirini özlemiş iki arkadaş gibiydik. Kaşımalar, burun sürtmeler, göbek açmalar. Yine hızla yiyip gittiği bir yemek ikramı.
Bir süre sonra ziyaretler sıklaştı. Artık her gün geliyordu. Ben de bekliyordum aslında gelsin diye. Yavaş yavaş eve girip, divanın üzerine uzanmaya, akşamları benimle geçirmeye başlamıştı. Onunla beraber televizyonun karşısına kurulup günün stresini atıveriyordum. Yatmaya giderken onu dışarıya bırakmama da aldırmıyordu.
Bir iki ay sonra kedinin artık özel bir kedi yastığı, yemek ve su kabı vardı. İşe gittiğimde üzerimdeki tüylerini fark ettiğimde akşam olunca onu tekrar göreceğimi düşünüp keyifleniyordum.
Kedinin fotoğraflarını sosyal medyadan paylaşmaya da başlamıştım. İş arkadaşlarım “kedin nasıl?” diye soruyorlardı. Fakat ne zaman kedinin yeni bir resmini koysam bir arkadaşım ısrarla “O SENİN KEDİN DEĞİL” diye uyarıyordu.
İnternette hızlıca bir arama yaptığımda karşıma çıkan #benimkedimdeğil (#NotMyCat) etiketiyle, ilk kez benim durumumda bir çok insan bulunduğunu fark ettim. Bir kedinin bütün nimetlerinden faydalanan ama onun sorumluluğunu taşımayanlar. Sosyal medya birbirine ait olmayan insanlar ve kedilerin mutlu ve parlak kaçamak fotoğraflarıyla doluydu.
Kedi davranışı uzmanı Celia Haddon “Kediler kendi kurallarıyla yaşıyor. ‘Girip şu insanı kandırayım’ gibi kararlar vermiyorlar. Bir yerde sıcaklık, yiyecek ve dostluk kuracak bir insan bulduklarında orada kalmak istiyorlar” diyor.
“Kedilerin genel bir özelliği inanılmaz ısrarlı olmaları. Bir fare deliğinin önünde saatlerce bekleyebilen bir hayvan, evinize yerleşmeyi istiyorsa kapınızda da saatlerce bekleyebiliyor” diye sürdürüyor.
Çok daha sonra bu konuda bir kitap buldum.
1990’da basılan “Six Dinner Sid” adlı çocuk kitabında Aristotle Sokak 1 numarada yaşayan Sid adlı bir kedinin hikayesi anlatılıyor. Sid, 1 numaranın kedisi aslında ama sokaktaki bütün diğer evlerde yaşayanlar onu kendi kedileri sanıyor. Hepsinde ayrı ayrı yemek yiyor ve keyif sürüyor.
Celia Haddon’un tarif ettiği gerçek kedilerden farklı olarak Sid ne yaptığının gayet iyi farkında ama bir gün hastalanıp da, komşuların hepsi onun oyununa geldiklerini anladıklarında, foyası meydana çıkıyor.
Kitabın yazarı Inga Moore, Londra’nın kuzeyinde yaşadığı sırada tanıdığı Ziggy adlı bir kara kediden ilham aldığını anlattı.
“Birisinin onu Sid’e benzer bir isimle çağırdığını duydum. Benim yaşadığım 4 numaranın kedi kapısı vardı, oradan girip evin içinde rahatça dolaşırdı. Asıl evi sanıyorum 6 numaraydı. Kitaptaki Sid gerçek hayattakine çok benziyor” diyor.
“Yıllar boyunca evime çok sayıda kedi gelip gitti ve bundan hep çok keyif aldım. Sanıyorum insanlarla, diğer kedilerle kuramadıkları türden, farklı bir ilişki geliştirme yetenekleri var. Bizden, ısrar ve sevimlilikler yaparak istediklerini alabilmenin yöntemlerini geliştirmişler. Kendilerini sevdirmeyi biliyorlar ve onları çok özel kılan da bu özellikleri” diye devam ediyor.
‘İri gözlerin rolü’
İngiltere’nin en büyük kedi koruma vakfı Cat’s Protection’dan Joanna Lodge, bilim insanlarının kedilerin kocaman gözlerinin bebek gözlerini andırmasının insanların kalbini kazanmasında rolü olabileceği tezine dikkat çekiyor.
Bu bir çok şeyi açıklıyor gerçekten. Kediyle konuşurken çocuk dili kullanma, onu besleme ve koruma güdümüz başka nasıl açıklanabilir?
Benim de evime gelen kediyle ilişkimde annelik iç güdülerimin çağlaması bundan olmalı. Fakat ilk karşılaşmamızın üzerinden aylar geçtikçe giderek bir suçluluk hissetmeye başladım. İnternetten, mahalledeki kayıp kedi ilanlarını kontrol etmeye başladım ama hiç bir şey bulamadım.
Ama doğrusunu söylemek gerekirse şikayetçi değildim.
Ta ki ilişkimiz aniden sona erinceye kadar. Kedi birden ortadan yok oldu.
Günler ve gecelerce bahçemizin hüzünlü boşluğunda onu çağırdım. Çaresiz ve terkedilmiş hissettim ve yine internet aramalarına daldım.
Gelmemesinin tek sebebi ezilmiş olması olabilirdi diye düşündüm. Ölmüş ve bir yerlerde kalmış olmalıydı. Fakat hiç bir haber yoktu. Kedi yastığına, mama kabına, giysilerimde kalan tüylerine acıyla bakıyordum.
Derken ilkbaharda, koronavirüs nedeniyle ilan edilen kapatmanın ilk haftalarında bahçe çiti üzerinden komşumla konuşma fırsatı buldum.
Kasıtlı olarak ama pek önemsemiyormuşçasına kediden bahsettim. Komşum kedinin sahiplerinin taşındığını söyledi. Sahipleri vardı! Aslında şaşırmamam gerekiyordu ama hissettiğim rahatlama kısa sürede ihanete uğramışlık duygusuna dönüştü.
Hayatımın kedisini nasıl benden koparırlardı? Çıkıp, bir zamanlar kedinin asıl evi olan eve baktım uzun uzun. Bomboştu.
‘Sevin ama beslemeyin!’
Mücadele etmeye karar verdim. Bana büyük mutluluk veren kedi uzaklarda bir yerde yeni bir yerde bensiz eskisi gibi mutlu olamazdı. Evle ilgilenen emlakçı üzerinden kedinin sahiplerine bir e-mektup yollayarak kediyle ilişkimizi, birlikte ne kadar çok vakit geçirdiğimizi izah ettim. Yeni taşındıkları yerde mutlu olamamışsa, kediye yeni bir ev bulmayı düşünürlerse onun yeni sahibi olmaya gönüllü olduğumu söyledim.
Birbirimize ait olduğumuzu ve ilişkimizin, bizlerin rızası alınmadan hunharca koparıldığını hissediyordum.
Kedinin sahibinden yanıt geldi.
Adı David’di. İki kedisi olduğunu söylüyordu. Biri Henry adındaki kahverengili tekir, diğeri ise çoğu günlerini “dışarda” geçiren gümüşi tekir Eddie.
120 kilometre uzakta Lincolnshire’a taşınmışlardı ve kediler Londra’ya göre yarı kırsal bir bölge olan bu yeni evde o kadar mutlu olmuşlardı ki artık hiç yanlarından ayrılmıyorlardı. Doğal olarak onlar da kedilerinden ayrılmayı hiç istemiyordu.
David, bana kendime ait bir kedi edinmemi tavsiye ediyordu.
“Bizimkiler kısa tüylü Britanya kedileri. Eminim onlar gibi minik ve çok tatlı yavrular bulabilirsiniz” diyordu.
Başka bir kedi fikrini düşünemedim bile önce. Eddie beni seçmişti. Başkaydı.
David’e bir daha yazdım Ona Eddie’nin Londra’daki evde, günlerce ortadan kayboluşlarından benim sorumlu olduğumu itiraf ettim. Pişmanlık içindeydim.
David, Eddie ortadan her kaybolduğunda çok büyük endişeye kapıldıklarını, çalındığından ya da yanlışlıkla girdiği bir yerde kilitli kaldığından korktuklarını anlattı.
“Eddie’nin bazen 24 saatten fazla ortadan kaybolduğunu biliyorduk. Özellikle bizim evde olmadığımız ve arkadaşlarımızın kedileri beslemek için geldiği dönemlerde kaybolurdu. Fakat her seferinde onu yeniden görüp göremeyeceğimizi bilemeyerek korkardık. Öyle ki artık tatile gitmemeye başlamıştık bu yüzden” diyordu.
Ortadan kaybolan kedinin yarattığı endişeyi tamamen anlamıştım. Suçluluk içinde onunla ilgili sosyal medya paylaşımlarımın tümünü sildim.
David’e onlarla irtibata geçmemden rahatsız olup olmadığını sordum.
Beni anladıklarını ve hayatıma girip önemli olmuş bir kediyi kaybetmiş hissetmeme üzüldüklerini söyledi. Bir yandan da kedilerinin kaybolduğu zamanlarda ne yaptığını öğrenmiş olmak onlaarı rahatlatmıştı.
Ama aynı zamanda bana bahçenize gelen bir kediyi sevmek ile onu beslemenin farklı olduğunu anlattı ve bunu yapmamam gerektiğini söyledi.
“Görüşebilsek aramızda sözleşirdik ve biz bir yere gittiğimizde gelip bizim evimizde onu besleyebilirdin. Ama bir kediyi evinden uzak kalmaya teşvik etmemelisin. Sahipleri için bu çok endişe verici bir şey” dedi.
‘Hoş geldin Horace!’
Tabii sayıları çok az olmakla birlikte İngiltere’de de sahipli olmayan kediler var. Kedi koruma vakfından Joanna Lodge “Bunlar insanları kendilerine pek yaklaştırmaz, ürkek olurlar. Eğer bir kedi insana çekinmeden yaklaşıyorsa bu en azından bir dönem ya da halen ev kedisi olduğunu gösterir” diyor.
Lodge, kapıya gelen bir kedinin sahibi olup olmadığını çek etmenin bir yolunun da üzerinde “Sizin kediniz miyim?” yazılı bir tasma takmak olabileceğini, böylece bir sahibi varsa onun bu durumun farkına varacağını söylüyor.
Yaygın bir uygulama kedilere veterinerde mikroçip takılması. Bu, kaybolan ya da kaybolmuş görünen kedilerin sahiplerini bulunmasına imkan sağlıyor. Kedi sahiplerinin bunu mutlaka yaptırması tavsiye ediliyor. Çipten sahibi olduğu anlaşılan bir kedinin de mutlaka sahibine iade edilmesi gerekiyor.
Uzun sözün kısası, bu yıl kış ayları gelip günler iyice kısalmaya başlarken, David’in tavsiyeleri kafamda daha bir kuvvetle dönmeye başladı. Bu zorlu belirsizlik günlerinde ve uzun gecelerde kucağıma kurulup guruldayacak bir canlının vereceği desteğe ne kadar ihtiyacım olduğunu anladım.
Bir kaç hafta önce gidip üç aylık bir yavru sahiplendim. Sütlü kahve renginde ve adı da Horace.
Horace’ı kimseyle paylaşmaya niyetim yok aslında ama bunun tamamen benim kararım olamayacağını da biliyorum. O yüzden Horace adını duyunca bakan sütlü kahve bir kedi kapınıza dayanırsa, ne yapacağınızı biliyorsunuz.
Horace The Cat hesabını Instagram’dan izleyebilirsiniz.
(BBC Türkçe)