Avusturyalı ünlü iktisatçı Schumpeter, kapitalizmin gelişme dinamiğini açıkladığı ve adına; “yaratıcı yıkım” dediği ünlü teorisinde, girişimciliğin getireceği iktisadi yeniliklerin (inovasyon) zamanla eski uygulamaları yıkarak onların yerini alacağını ve işte bu döngünün kapitalist ekonomik sistemin temel mantığı olduğunu söylemişti.
Schumpeter’in yaratıcılık ve yıkım gibi iki zıt anlamlı sözcüğü bir arada kullanarak oluşturduğu söz konusu bu çarpıcı teori ve öngördüğü temel önerme olan yaratıcı yıkım mantığı, zamanla ekonomi alanından taşarak, sosyoloji ve siyaset bilimi alanlarında da kullanılır olmuş ve literatürdeki yerini almıştır. Nietzsche’nin; “Yaratıcı yıkım yaşam gücünün ortaya çıkmasıdır, yaşam sürekli bir kaos halidir” sözlerinin de etkisiyle bu kuramın çekiciliği ve popülaritesi artmıştır.
Türkiye’nin bugünkü ahvalini sosyoloji ve siyaset biliminin ilkeleri ve yaratıcı yıkım teorisinin temel mantığı açısından değerlendirmek anlamlı olacaktır kanımca. Bu çerçevede ülkemizin günümüzdeki manzarasını şöyle betimleyebiliriz sanırım:
Büyük ölçüde tıkanmış ve ağırlaşmış ve kronikleşmiş birçok soruna çözüm üretemeyen bir siyasi yapı, siyasete çok fazla ilişiklenmiş sorunlu işleyen ve topluma güven telkin etmeyen bir hukuk sistemi, istikrarsızlaşmış sürdürülebilir bir biçimde büyüyemeyen ve toplumun tüm kesimlerinde karamsarlık yaratan bir ekonomik bünye. İnsanların beklentilerine cevap veremeyen, sistemle ilgili sürekli bir kararsızlık halinin egemen olduğu, toplumun ve çağın gerisinde kalmış bir eğitim yapısıyla yaşamaya çalışan kocaman bir ülke.
Bireysel olarak, bütün bu manzarayı şaşkınlıkla karışık bir tedirginlik içinde seyreden ve düzelmesini uman tek tek insanlar. Bu ülkenin bireyleri olarak, modern yaşam kalıplarını benimsemiş, uzun süredir iktidarda olan muhafazakar bir siyasi partinin kimi uygulamalarından rahatsızlık duyan ve yaşam biçimi kaygısı taşıyan koca bir kitle. Öte yanda gene bu ülkenin bireyleri olarak, kendi yaşam felsefelerine uygun bir siyasal iktidarın bulunmasının getirdiği psikolojik üstünlük içerisinde bulunan ancak, kapitalizmin ve bu sistemin öngördüğü paranın belirleyici rolünün ve tüketim toplumu kalıplarının ağır baskısı altında, çok önemsediği geleneksel ve dini değerlerinin hızla aşındığını görmenin şaşkınlığı içerisinde bulunan kocaman bir kitle olarak muhafazakar bireyler.
İster toplumsal çerçeveden ve isterse bireysel çerçeveden bakılsın, bir kaos görüntüsü veren ve kendini yeniden üreten bu sosyal, siyasal ve bireysel durum salt bir karmaşa mı yoksa, yaratıcı bir yıkım mı acaba?
Kimilerine göre her açıdan bir dibe vurmanın yaşandığı mevcut bu durum, toplumun yapısından ve toplumsal yapının yansıması olan siyaset kurumunun yetersizliğinden kaynaklandığı ve dolayısıyla yapısal olduğu içindir ki, ıslahı çok çok zor olan bir anomalidir.
Bana göre ise; ülkemizin devletiyle, toplumuyla ve bireyleriyle yaşadığı bugünkü bunalım hali ve karmaşa Türkiye’nin tarihsel arka planının, dolayısıyla siyasal ve sosyal geçmişinin doğrudan bir sonucudur ve aslında devam eden bir süreçtir. Bu süreçte bizler deneyimlemekte, öğrenmekte, içselleştirmekte ve sonuçlar çıkarmaktayız aslında. Mesela modernizmi savunan bireyler, modern bir devlet ve toplum yapısının o kadar da çabuk oturmadığını, bunun bir süreç ve deneyimleme olduğunu, birçok yeniliğin bizlere yukarıdan ve altın tepside sunulduğu ve dolayısıyla bütün bu kazanımların bedelini de ödememiş olduğumuz içindir ki, bugün tam oturmamış olduklarını şaşırarak görmekte ve deneyimlemektedirler. Öte yandan geleneksel yaşam formlarını savunan ve bu şekilde yaşamaya çalışan bireyler de, dünyanın ve ülkemizin şu andaki değişim hızıyla ve bu arada aynı hızla ve yer yer çarpık bir biçimde de olsa kapitalistleşen toplumsal yapımız içinde, geleneği sürdürebilmenin o kadar da kolay olmadığını, değişimin ve aşınmanın zorunlu olduğunu, muhafazakar tutumların da çoğu kez şekilcilikten ibaret kaldıklarını sarsılarak görmektedirler.
O zaman bütün bunlar bizlere; kimsenin tercihlerinin mutlak doğru olmadığını, hiçbirimizin böyle bir gücünün bulunmadığını ve değişimin esas olduğunu söylemektedir sanırım.
Bugünkü bunalımlı ortamda hepimize düşen, toplumsal barışın ve uzlaşmanın geliştirilebilmesi için, insanımızın hoşgörü kültürünün ve engin ferasetinin de yardımıyla, farklılıklara saygının esas olduğu, hepimizi kapsayan ve kucaklayan yani hepimizin kendimizi ifade edebileceğimiz bir siyasal, hukuksal ve sosyal yapının oluşturulabilmesi için çaba harcamaktır kanımca. Ancak o zaman bütün bu sancıların sonucunda demokratik, çoğulcu ve hepimizi rahatlatan bir yapı ortaya çıkacak ve bütün bu yıkımdan yeni ve istikrarlı bir sosyal yapı vücuda gelecektir, yani yaşadığımız tüm bu süreç yaratıcı bir yıkım olacaktır.
Kaynak: Kapitalizm Sosyalizm ve Demokrasi, JOSEPH A. SCHUMPETER.