Ayaklarımın isyanına aldırmamaya çalışarak ha bire adımlıyordum. Günlük 25 bin adımın altına düşmeden 6 gün boyunca yürüdüm. Florida’nın yolda yürünmez ikliminden sonra New York caddelerini arşınlamak benim çok hoşuma gittiyse de ayak damarlarım bana çok kızdılar…
New York’tan Florida’ya dönüşümün ertesi günü, yukarı kaldırıp uzatarak ayaklarımın gönlünü almaya çalışırken Youtube’da zaplıyordum. Bir de ne göreyim, benim dün gezdiğim yerleri tıpkı benim gibi geziyor bir kamera. Meğerse değişik şehirlerde yürüyerek gezip kameraya kaydetmek şeklinde yapılmış bir dizi video varmış. Ziyaretimin hemen sonrasındaki gün çıka çıka karşıma New York çıkmasını da gel de rastlantıya ver şimdi…
Bu rastlantıyla kendi dolandığım yerleri bir de başkasının gözünden izledim. Sonra Dubai, Tahran gibi hiç gitmediğim başka şehirleri de izledim. Oturduğum yerden yürüyerek gezmek çok hoşuma gitti. Size de öneririm.
Oturarak gezinmek hem kafamı dağıttı hem de ayaklarıma inen karasuları. Baktım bu güzel iş, bir de 1960 senesinin Los Angeles şehrinde gezintiye çıktım. Geçmişte gezinti yapmak daha da hoşuma gitti. İzlerken de aklım hep İstanbul yürüyüşlerime gitti. Hem en işlek caddelerinde hem de en izbe sokaklarında 50 sene boyunca her gün yürüyünce, ilk aklıma gelenin İstanbul olması çok normal elbette. Bu yüzden 1960’ların Los Angeles’ı ile 1960’ların İstanbul’unu kıyasladım. Yollarda giden arabaların sayısı bizde daha azsa da modelleri aynıydı. En çok hatırladığımsa Dodge’lar.
1960’lar bizim Amerikanlaşmaya başladığımız ilk yıllar. Bravo (!) Menderes’e, demek sayesinde yüzümüzü Amerika’ya dönmemiz çok hızlı olmuş, diye düşündüm… Ancak İstanbul’da Vatan ve Millet caddeleri inşaatı henüz başlamaktayken Los Angeles merkezinde çok katlı binalar çoktan yükselmiş. Şehrin azıcık dışına çıkınca ise binalar arasındaki fark daha da belirginleşiyor. Los Angeles kırsalında da tek katlı binalar var ama yol kenarları benzinci, tamirci, market, eczane vb. iş yerleri ile dopdolu. Oysa aynı zaman diliminde Kadıköy’den on dakikalık mesafede bırak eczaneyi fırın bile bulunmazdı…
Amerika-Türkiye kıyaslaması pek gereksiz oldu farkındayım ama serbest çağrışımlarımı hoş görün. Ya da hoş görmeyin, bu videoları bir de siz görün. Bakalım size neler anımsatacaklar. Los Angeles…
Geçmişi ve bugünü art arda izlerken benim en çok dikkatimi çekense giysiler oldu. 1960’ların Amerika’sında kadınların etek boyları bileğin epeyce üzerinde, kol boyları da kısalmış hatta hiç kolsuzlar da başlamış. Ancak hâkim kadın giysisi elbise ve hırka.
Günümüz videolarında ise genç kadınların çoğu pantolonlu, elbise neredeyse yok olmuş.
Gene gittim kendi geçmişimize. Bizim kuşak 60’larda değil ama yetmişlerde mini eteğe geçtiğinde kızılca kıyamet kopmuştu. Şehirli cesur kızlar hemen miniye geçmişti ama ailelerin çoğu bunu çıplak gezmek olarak algılamıştı. 1900’lerin en başında, yerleri süpüren kadın etekleri dize doğru yavaş yavaş yükselmeye başladığında da aynısı olmuştur sanırım. Gözü pek kadınlar eteklerini kısalttıkça önceki kuşak kıyameti kopartmıştır. O dönemde yaşamadım ama kadının bedenini aşama aşama açması büyük mücadelelerle olmuştur mutlaka…
Şimdiki zamanın sokaklarında kadınların üzerinde etek, elbise pek yok. İş kadınlarında pantolon yaygın ama sokakta asıl hâkimiyet şortta. Şort da mininin de minisi. Bluzlar da öyle, varla yok arası. Şimdi de ben önceki kuşak olaraktan tutucular kervanındayım. “Yahu don-sütyen geziyor bu kızlar” diye fitne fesat üretmekteyim.
Don-sütyen meselesi de ayrı mesele. Eskiden bir kısa don üstüne bir de uzun don giyilirmiş. O zamana denk gelmediysem de bütün kalçayı ve karnı örterek bele kadar çıkan kilotları ben de giydim. Sonra aşama aşama paçalar sıyrıldı, bel aşağı indi derken, tanga manga, don bitti.
Üst taraftaysa sütyen üstüne fanila onun üzerine de kombinezon giyilirdi. Önce kombinezon gitti. Sonra fanila giymek de ihtiyar işi olunca gömlek yakasından görünen büstiyere terfi edildi. Sonra gömlek çıkarıldı büstiyer kaldı, sonra o da tümüyle sütyene dönüştü. Sonunda memelerin içine silikon doldurma âdeti yerleşince, sütyenin de devri bitti.
Kadın açıldıkça saçıldı. İzlediğim sokak videolarından anladığım kadarıyla kadınlar artık korkmuyorlar, ne vücutlarını göstermekten ne de erkeklerin baskısından ve de saldırısından. Kadınlar özgürleşince “canım ne isterse giyerim, canım ne isterse yaparım” diyorlar. Sadece demiyor, yapıyorlar da.
Kadın sadece giysilerini değiştirerek özgürleşmedi. Cinsel seçim hakkını ele geçirerek de özgürleşti. Zaten ikisi aynı şey demek. Din fanatiklerinin çocuk gelin tercihine bir de bu açıdan bakmak lazım. Henüz ne olup bittiğini bile fark edemeyen kız çocuklarını koyunlarına sokuyorlar ki kaliteli bir seks ile tanışmadan önce köle seksine alışsın ve razı olsunlar. Böylece iktidar sorununu aşmayı beceremeyenlerin beceriksizlikleri açık edilmeden hasır ardı edilebilsin…
Bir gün nörolog arkadaşım demişti ki “bu dünyada tek bir sorun var, o da iktidarsızlık sorunu”. Konu ne olursa olsun dönüp dolaşıp kilitlendiği yer hep bacak arası olunca, oldukça da haklı görünüyor. Bacaklarımızın arasından kafayı bir kaldırabilsek, kollarımızın üstünde yükselen ile neler yapabileceğimizi anlayacağız ama şimdilik don-sütyen meselesiyle oyalanmaya devam…
Bu arada erkek kıyafetlerinin değişimi de çok çarpıcı. Eskinin en havalı giysisi olan takım elbise şimdilerde nerdeyse sadece gökdelen kapıcılarının üstünde kalakalmış gibi. Genç erkekler kendilerini olduğundan daha geniş omuzlu (güçlü) gösteren yeleği de tek ceketi de çoktan terk etmişler. Pantolonlarının üzerine takım elbiseden kalma uzun kollu gömlekleri hâlâ giyiyorlar ama. Spor salonlarında kaslarını şişirenler ise kısa kollu penyeler ve şortlar giymeyi özellikle tercih ediyor. Erkeklerde en çok ilgimi çekense eskiden sağ elde taşınarak prestij gösteren evrak çantalarının yerini sırt çantalarının almış olması. Sanırım telefon yüzünden elde çanta taşımıyor artık erkekler de kadınlar da…
Bu arada eklemesem olmaz, 60 sene öncesinin Los Angeles şehri kadar bugünün Tahran şehrinden de çok etkilendim. İslamcıların kadınların başörtülerini kafalarına çiviledikleri dönemlerin hafiften geçmeye başladığını, feministlerin bunun için verdikleri büyük mücadeleyi biliyordum elbette ama durumu kendim görmüş değildim. Güncel Tahran videosunda pek çok kadının sokaklarda başının açık oluşuna çok şaşırdım. Gerçi hemen hepsinin boynunda şal vardı. Sanırım bir müdahale olduğunda derhal kafalarına koymak üzere o şalları boyunlarında hazır bekletiyorlar. Özellikle pahalı Batılı markaların dükkânlarıyla dolu olan bir alışveriş merkezinde, sokaktakilerden daha da fazla başı açık kadın vardı. Tek tük kara çarşaflı olanlar hariç, başı kapalı olanların da saçları görünüyordu. O sayede anladım ki nerdeyse hepsinin saçı boyalıydı…
İranlı bazı tanıdıklarım var. Hepsinin ortak söylemi, İran kadınlarının göründüğünden çok daha hâkim karakterli olduğu yolunda. Geçenlerde kafalarını sımsıkı örtmüş bir grup İranlı kadın, ülkelerindeki kadınlara yönelik baskılara dikkat çekmek için Paris’in ortasında çırılçıplak koştular. Böyle bir eylemi yapabilecek cesareti gösteren kadınlardan korkulmaz mı?
Aslında bu eylemin de çok net gösterdiği gibi kadının başını kapatmaya çalışan erkek milleti, aslında kadının bütün bedenini kapatmaya çalışıyor. Aslen kadını olağan yaşamdan kopartıp dört duvar arasına kapatmaya, yani kendine (cinselliğine) köle yapmaya çalışıyor. Çünkü erkek iktidarı, kadın cinselliğinden korkuyor. Kadının cinsel gücü, erkeğin cinsel gücü ile kıyaslanamayacak kadar güçlü çünkü. Konu sadece ve sadece iktidar meselesi yani.
Erkeğin kadın karşısındaki iktidar, daha doğrusu iktidarsızlık korkusu, dinlerin zeminini oluştururken toplumları da cinsiyet sorununa prangalıyor. Smaçı güçlü milli kadınlara gösterilen tepkiyi biraz da böyle okumak lazım…
İster gerçeği olsun ister kameraların gösterdiği, dünyanın farklı şehirlerinde yürüyüşe çıkmak, insana pek çok şeyi apaçık kılıyor. Sevgili arkadaşımın sözünü ettiği “iktidarsızlık sorunu” en çok da yabancı sokaklarda dolanırken insanın gözüne batıyor. Çünkü bir ülkenin gelişkinlik düzeyi nasıl kaldırımlarından anlaşılırsa, insanlarının cinsel özgürlükleri de giysilerinden anlaşılıyor.
Sizce daha iyi bir gösterge var mı?
calisal01@yahoo.com