Benim gençliğimde marifet insanın kafasını karıştırabilmekti…
Öyleydi çünkü insanlar -genellikle- kendi bildiklerinin ya da inandıklarının doğruluğundan kolay kolay kuşku duymazlardı. Ya da bir şeylere inanıyor ama bu inancı sarsacak bilgiyle karşılaşmıyorlardı. Böylece huzurlu, rahat, tutarlı bir hayat yaşıyorlardı dersek çok da yanlış olmaz. Kendi kişisel çabalarıyla değiştiremeyecekleri şeyleri ilahlara, tanrılara, doğa üstü güçlere giderek tüm evrene hâkim tek bir tanrıya havale ediyorlar ve sabrediyorlardı.
Bir gün annemle Girne’ye gidiyorduk. Kıbrıs’ta yazın hep olduğu üzere feci bir sıcak vardı ve 93 büyük yangınından sonraydı. Klimalı arabamda rahat rahat gidiyor olmamız gerekirken ben etrafa bakındıkça kederleniyordum. Yangın bölgeleri hâlâ çöl gibiydi ve yeni ağaçlandırılan yerlerdeki fidanlar da büyük ölçüde kurumuştu.
Ortalık sarı sıcak bir havanın kavurduğu, amansız bir çölden hallice görünüyordu gözüme. Dayanamadım: Anne, dedim. Etrafa baksana. Şu ağaçlara baksana. Nasıl da perişanlar. Bana öyle geliyor ki acı çekiyorlar.
Annem anlayışla yüzüme baktı, Bunlar senin, benim harcım değil. Bırak da bunları da Allah’ımız düşünsün annem. Yaradan o, dedi.
Birden içime su serpildi. Nasıl da rahatlatıcı bir düşünme biçimiydi bu. Annem netti. Evindeki, bahçesindeki, tarlasındaki her bir canlı için çabalıyor ama haddini ve sınırlarını da biliyordu. Gücünün neye yetip yetmeyeceğini de. Biz çocukken anne babamızın alamayacağı şeyleri istemeyi aklımızın ucundan bile geçirmezdik. Alınamazdı çünkü paramız yoktu ya da yetmezdi. O kadar. Bu doğruydu.
Şimdi herkesin kafası karışık. Tanrıya inananların da evrime inananların da, devrime inananların da. Çünkü bu alanlar artık birbirine karışmış durumda. Bilim inanca, inanç bilime, tesadüf kadere, kader devrime, devrim tarihe, tarih ise iyi saatte olsunlara karıştı desem yeridir. Bunu mümkün kılan şey internet teknolojisidir. Bu alanlar insanların kafasında karman çorman oldu. Sıradan insanın olduğu kadar bilimcinin, tarihçinin, din adamının, sekülerin, devrimcinin de imgelemi sürrealist bir resim gibi. Siyaset erbabı dersen kafasının karışık olduğundan bile haberdar olmayanlar en çok bu gruptan çıkıyor.
Al Biden. Koskoca ABD başkanı! Çoğu zaman nerede ve kim olduğu konusunda bizi dahi şüpheye düşürüyor. Al CHP başkanı Özgür Özel. Mavi, kareli ceket giydi. Farkında olduğunu düşünmekten ar ederim. Her gün isminin önünde dr., doç. vs. olan insanlar sosyal medyadan bilgilerini, hararetli bir şekilde paylaşıyorlar. Biri diyor ki sakın, sakınnn arıtma su içmeyin, fare zehiri içmekle aynı şeydir. Damacana su için. Öteki diyor ki, aman ha damacana sudan uzak durun, arıtma iyidir. Bir başkası çıkıyor ve buyuruyor ki ne o ne de öteki, şebeke suyunu için.
Derken Hz. Ayşe’nin evlenme yaşı gündeme geliyor. Sonra Japon bilim adamı 7 ve üzerinde deprem beklediğini muştuluyor. Sonra koro halinde 3. Dünya Savaşı’nın kapıya dayandığı konusunda tartışmalar kafamıza boca ediliyor. Gezegen ısınıyor, sular bitiyor, hava kirliliği öldürüyor, sebzeler zehirli, etler hormonlu. Anladık. Aynı anda, ünlüler ve ünsüz ama paralıların yüz gerdirme operasyonlarını seyrettiriyorlar bize. Fasıl fasıl hem de.
Araya kadın katliamı ve tecavüz haberleri giriyor. Hayat pahalı, yandık bittik mahvolduk faslından sonra hep beraber futbol maçı izliyor, milyonlarcamız deliler gibi kutlar eğlenirken, diğer milyonlarcamız sinirden kuduruyor, nefret saçıyor. Arada Gazze için ağlıyoruz. Bir kafede otururken beş on çapulcu mekanı basıyor ve “Allahu ekber” diye kükrüyor. İçerdekiler serçeler gibi ürkek, elleri de armut bile toplamıyor herhalde, alelacele kalkıp tabanları yağlıyorlar. Yahu kimse de çıkıp ‘’Höööööst!’’ demeyecek mi. Yook. E hepiniz kareli mavi ceketlerinizi giyip oturun yerinize o zaman.
Kafası karışıklara yakışır. Çook hem de.