1980’li yıllarında ortalarında Moskova… (*)
Türk Büyükelçiliği’nde görevli Ali’nin (**) arabasını çalıştırırken tek düşüncesi bir an önce eve gidip karnını doyurmaktı; yoğun işleri nedeniyle bütün gün yemek yiyememişti, oldukça da yorulmuştu.
Moskova için olağan bir ocak ayıydı: Isı eksi 20 dereceye kadar düşmüş, kent kar-buz-çamur karışımı bir örtüyle kaplanmıştı.
Ali eski arabasını zorlukla çalıştırdı, buzda kaymaktan korkarak yavaş yavaş sürmeye başladı; elçilikte şoför olarak çalışıyor ve iki yıldır Moskova’nın yollarında nasıl araba sürmesi gerektiğini artık çok iyi biliyordu.
Vadkovski Sokağı’ndaki elçilik binasından ayrılalı fazla olmamıştı ki, yolun kenarında elini kaldırmış bekleyen bir adam gördü. Aç ve yorgundu ama dışarıdaki dondurucu soğuğu anımsayınca elini kaldırmış durmasını isteyen adama acıdı.
“Yolumun üzerinde bir yere gidiyorsa alırım” diye düşünerek adamın önünde durdu. Aslında, bekleyen kişinin erkek olduğuna uzun boyu, iri vücudu nedeniyle karar vermişti, yoksa palto, kalpak ve atkıdan vücudunun hiçbir yeri görünmüyordu.
-Lenin Caddesi’ne gidecektim…
-Buyurun, ben de oraya gidiyorum.
Koltuğa oturur oturmaz derin bir soluk almasından uzun süredir beklediği anlaşılıyordu. Ali, bozuk Rusçasıyla sordu:
-Çok mu beklediniz?
-Neredeyse bir saat olacak, kimse durmuyor.
Sarı, kıvırcığa yakın dalgalı saçlı, mavi gözlüydü. 35-40 yaşlarında olmalıydı. İyice ısınınca keyfi yerine gelmişti:
-Yabancısınız galiba? Arabanızın plakasını gördüm de…
Moskova’da yaşayan yabancılara ait arabaların plakasına bakarak o kişinin hangi ülkeden olduğunu ve ne iş yaptığını anlamak çok kolaydı. Her ülkeye bir numara veriliyordu: Türkiye 015, ABD 004, İsveç 073, Çin 090 gibi… Plakanın en başındaki harf de, o kişinin yaptığı işi gösteriyordu.. Diplomatlar için “D”, diğer elçilik görevlileri için “T”, gazeteciler için “K”, iş adamları için “M” harfleri kullanılıyordu.
Ali, “yabancısınız galiba” sorusunu duyunca gülümsedi; iki yıldır Moskova’daydı ve artık derdini anlatabilecek duruma gelmişti ama aksanını bir türlü düzeltememişti.
-Evet, Türk’üm.
-Ne! Hadi canım!
Ali şaşkınlık içinde adamın yüzüne baktı: Arabasına aldığı adam kendisiyle Türkçe konuşuyordu.
-Türkçe biliyor musunuz?
-Bilmez olur muyum. Türkoloji okudum. Türkiye’de de çalıştım. Ama siz gerçekten Türk müsünüz? Hiç benzemiyorsunuz da… Ali’nin sarı saçlarını, mavi gözlerini inceliyordu.
İki yıldır böyle tepkilere çok alışmıştı: Türk olduğunu duyan hiç kimse inanmak istemiyor, onu daha çok Rus’a benzetiyordu.
Yollar buz tuttuğu için arabalar ağır ilerliyordu. Sohbete devam ettiler.
-Benim adım Vladimir. Sizin?
-Ali. Memnun oldum. Ne kadar güzel Türkçe konuşuyorsunuz…
-Söyledim ya, Türkoloji okudum. 10-15 yıl önce Türkiye’de staja gittim. Bandırma, İskenderun falan çalıştım.
Vladimir zaman zaman kelime sonuna gelen ekleri unutuyor ya da karıştırıyordu ama yine de Türkçeyi çok iyi konuştuğu söylenebilirdi. Bir de , “filan”ı çok kullanıyordu.
-Ne zamandır Türkçe konuşmuyordum İyi ki sizinle tanıştım. Ben Türkiye’yi, Türkleri çok severim.
Aniden karşısına çıkan bu adam neşeli hali, sempatik Türkçesiyle Ali’nin hoşuna gitmişti. Arabadan inerken samimi bir şekilde elini sıktı ve sordu:
-Size ara sıra telefon edebilirim? Yıllardır Türkçe bir gazete bile görmedim. Türkiye’yi Türkçeyi o kadar özledim ki. Hem sohbet ederiz hem de eski de olsa bana bir iki gazete filan verirsiniz belki…
-Tabii. Elçiliğin numarası 972 65 00. Bu kartım.
Vladimir sevinç içinde kartı aldı: Paka (görüşürüz).
Ali, elçiliğin telefon numarasını bilinçli olarak vermişti. Türkçe bilse, Türkleri sevdiğini söylese de, yeni tanıştığı bir kişiye hemen evinin telefonunu vermenin uygun olmadığını düşünmüştü. Türk Büyükelçiliği, çalışanlarının Sovyet vatandaşlarıyla doğrudan ilişki kurmasını yasaklamıyor ama dikkatli olunmasını öğütlüyordu…
Vladimir telefon etmek için uzun süre beklemedi ve ilk karşılaşmalarının üzerinden bir hafta geçmeden Ali’yi aradı; bir süre sohbet ettiler, havadan sudan konuştular. Daha sonra düzenli olarak buluşmaya başladılar. Vladimir bir buluşmalarında Türkiye’de staj yaptığı dönemde Moskova ve Puşkin’le ilgili rozetler dağıttığını, polisin sakalları nedeniyle onu Marx’a benzettiği için gözaltına alındığını ama bırakıldığını anlattı.
Ali eve döndüğünde bu olay aklına takıldı. Yurt dışına görevli gönderilen Sovyet vatandaşlarının çoğunun KGB ajanı olduğunu duymuştu. Bir an Vladimir’i ajan olarak düşündü: Girişken, insanlarla iletişim kurabilen, sempatik, birkaç yabancı dil bilen bir adam. Genel tanımlara uyuyordu…
Bir sonraki buluşmalarında Vladimir’in elinde bir mektup vardı.
-Ali, bu mektubu gönderebilir misin? Sizin elçilikten Türkiye’ye giden birisine verirsin.
-Türkiye’de tanıdıkların olduğunu bilmiyordum?
-Tanıdık yok. Bir şirkete yazdım. Ticaret falan yaparız belki.
Ali başka soru sormadan mektubu aldı ama Vladimir’den iyice kuşkulanmıştı. Sovyetler Birliği gibi özel girişimciliğin olmadığı bir yerde hiç kimse tek başına yabancı bir ülkeyle ticaret yapamazdı. Vladimir ya yasadışı bir işler karıştırıyordu ya da söylemediği başka bir düşüncesi vardı. Eve döndüğünde hiç okumadan mektubu yırttı attı. Bu olaydan sonra Vladimir’e tavrı biraz daha değişmeye başladı. Bir sonraki buluşmalarında yeni bir mektup vermesi, bu arada elçilikte kaç kişinin çalıştığını sorması onu iyice huzursuz etmişti. Elçilikte kaç kişinin çalıştığı elbette giz değildi ama Ali bunu diğer soruların izleyeceğini hissetmiş, konuyu hemen kapatmıştı. Artık görüşmemeye karar verdi.
***
Üç gün sonra aradığında kararını önce telefonda söylemek istedi ama Vladimir acelesi var gibi hızlı hızlı konuşuyordu:
-Bak, sana çok güzel bir sürprizim var. Akşam metro çıkışında buluşalım. Çok şaşıracaksın!
Ali’nin yanıt vermesine olanak bırakmadan telefonu kapattı.
Ali, Vladimir’le buluşup kararını yüzüne söylemenin daha doğru olacağını düşündü. Öyle ya, kuşkularında haksız olabilir ve Türkiye’yi, Türkleri çok seven birini kırabilirdi.
Yine de huzursuzdu, buluşma saatini iple çekti.
Metro önüne geldiğinde Vladimir’i yanında iki kişiyle beklerken buldu. Ali gözlerine inanamadı: Ne kadar zamandır Moskova’da yaşıyordu ama bu kadar güzel kızları belki de ilk kez görüyordu.
-Selam Vladimir. Bak sana ne söyle…
-Boş ver şimdi. Sana arkadaş getirdim. Şöyle güzelce bir lokantaya gider, eğlenir, keyfimize bakarız. Nasıl, güzel kızlar değil mi?
Ali’nin yüz ifadesini yanlış yorumlayarak kızlardan hangisini seçeceğini bilemediği sonucunu çıkarmıştı:
-Ayıp ediyorsun, ikisi de senin!
Ali’nin kafası yıldırım gibi çalışmaya başlamıştı: “Kız arkadaşlar” KGB’nin en çok bilinen, aynı zamanda en etkili silahıydı. Üstelik Vladimir dört arkadaş gibi bir lokantaya gitmekten söz etmiyor, kızları kendisine “hediye edeceğini” anlatıyordu. Bu tuzağa düşmeyecekti.
-Vladimir kusura bakma gelemem. Hem, seninle artık görüşmek istemediğimi söylemek için buluşmayı kabul etmiştim.
Başka hiçbir açıklama yapmadan, şaşkınlık içindeki Vladimir’in ağzını açmasına olanak vermeden oradan ayrıldı.
Bu, Ali’nin Vladimir Jirinovski’yi son görüşü oldu…
(*) Son Çar Jirinovski-Rusya’da Bir Çılgın. Cenk Başlamış, Milliyet Yayınları, İstanbul 1994
(**) Gerçek adı değil.
Not: Bu yazı Vladimir Jirinovski’nin 1. ölüm yıl dönümü nedeniyle yeniden yayınlanmıştır.