Kimi sanatçının yaşamı felsefe kitabı gibidir. Oku oku bitmez; her satırı, her geçen gün değer kazanır, insanın ufkunu açar. Geçmişte kalan değerler gelecekle harmanlanırsa, hayatın girdili- çıktılı kesitlerinden alınacak dersler gün ışığına çıkar, bilgi sahibi oluruz.
Leonardo da Vinci, “sevgi bilgiden doğar” demiştir.
Bilgi güçtür, bilgi saygınlıktır, bilgi aydınlanmadır, bilgi sevgidir, bilgi, insan olmanın olmazsa olmazı değil midir?
Adı, “Deli-dahi”ye (*) çıkan 37 yaşındaki Hollandalı ressam, 27 Temmuz 1890’da Fransa’nın Auvers-sur-Oise Ovası’nda kendi kendine konuşmaya başlamıştır. Auvers Şatosu’nun yakınında bulunan bir köylü ressamın, “Olamaz, imkansız!” diye bağırdığını duymuştur. Az sonra da cebinden çıkartıp sol göğsü altına dayadığı tabancasını ateşlemiş, olduğu yere yığılıp kalmıştır.
Ne var ki; sıktığı kurşun onu öldürmemiştir.
Hasta döşeğinde yatarken piposundan iki duman çekecek, “Bunu bile başaramadım” diyecektir. Ölüm denen “kavuşma” biraz uzayacak, can bedenden 48 saat sonra ayrılacaktır. İçindeki fırtınayı bir türlü durduramayıp tabancayla intihara teşebbüs eden Hollandalı ressam Vincent van Gogh’tur.
30 Mart 1853’te Hollanda’nın taşrası Zundert’te doğan erkek çocuk, baba Theodorus ile anne Anna Cornelia için umut, hatta “zafer” olmuştur. Bu yüzden 6 kardeşin ilkine verilen isim Türkçede “Zafer” anlamına da gelen “Vincent” olmuştur.
Belçika’da bir dönem din adamlığı da yapan, ancak ilk vaizinde, “Irgatlar, acıklı yaşamınızda çektikleriniz ağırdır. Tanrı sizi kutsayacaktır” şeklindeki konuşması yeterli bulunmadığı için vaizlikten atılmıştır.
Kardeşi Theo’ya der ki:
“Batma dünyanın çamuruna, ışığı ve özgürlüğü ara.”
Vincent, dünyanın çamuruna batmadan ışığı ve özgürlüğü bulamayacağını hissetmiştir. Çünkü; özgürlük ve ışık resimdedir. Çamura batacak, kendini resme verecektir. İstediklerini yapmak için kaçacaktır. Hiç kuşkusuz hastalığının kalıcı olduğunu kolay kolay öğrenemeyecektir.
Brüksel, Londra, Paris’teki ünlü Goupil Galerilerine girecektir. Bir süre oralarda çalışacak, yüzlerce resim yapacaktır. Yine de Londra ve Parisli resim eleştirmenleri hiçbir resmi kayda değer bulmayacaktır. Çünkü o, ressamlığının başında “Millet” gibi bir ressama hayran olmuştur. Ona olan hayranlığıyla “Tohum Eken Adam” tablosunu tam beş kez yapmış başarılı olamamıştır!
Yıllar sonra geçici sandığı hastalığını öğrenir. Tedavi olmayı kabul eder. Aylarca tedavi olur. Hiçbir şeyin değişmediğini görünce yeniden resim yapmaya başlar. Çok geçmeden Theo’ya bir başka mektubunda der ki:
“… Başarı için okumaya verdim kendimi. Kutsal kitap, Heine, Hugo, Zola, Tolstoy, Michelet, ne varsa okuyorum, çünkü onlar sanatın bir parçası.”
Paris’te, 1886-88 senelerinde doğadaki ışık yansımalarını resme yansıtan ’empresyonistler’e (izlenimciler) yakınlık duyar Van Gogh. Tek tek insanları, mekanları, zaman zaman da özel nesneler ile resmini yaptığı her şeyi zengin renklerle belirgin hale getirip “dinsel bir pırıldı” yaratır. Parlak boyayı kalın tabakalar halinde sürer, çizgisel fırça darbelerinden yararlanır.
Fırça darbelerin yoğunluğu, bir şiddet belirtisi olduğu yanılgısına kapılır. Yarattığı kendine özgü fırça darbeleriyle “resimde devrim” i gerçekleştirir. Japon ressamlardan etkilenir. Bağları, bahçeleri, ağaçları ve köprüleri güneşle bütünleştirip “ışığı keşfeden” adam olarak tarihe geçeceğini de bilmez o yıllarda.
Van Gogh için resim, insanlara ve nesnelere karşı duyduğu derin sevgiyi anlatabileceği tek yoldur. Bu düşünce ile ateşli renklerin kuvvetli tonlarını tuvale yansıtır, alev dilleri gibi fırça vuruşlarıyla kendini tanımlar.
Bir dönem, Antonin Artaud gibi, aynanın karşısına oturup yüzünü seyreder ve kendi portresini yapmaya başlar. Amacı kendini sorgulamaktır. Sorguladıkça da yeterli bulmayacak bir başka portresini çizecektir.
Lafın kısası; o bir “deli-dahi” dir Hem de ağrısına dayanamadığı sağ kulağını kesip, aşık olduğu Parisli fahişeye hediye etmeye kalkacak kadar…
Sefalet içinde geçen 37 yıllık kısa ömrüne, o günlerde beş para etmeyen, günümüzde ise en kötüsüne 20-30 milyon dolar paha biçilen 366 renkli, 60 siyah-beyaz tablo sığdırmıştır.
(*) Tırnak içindeki tümceler İngo F. Walter ile Ranier Metzger’in yazdığı “Theo’ya Mektuplar” kitabından alıntıdır.