Türkçede ırkçılık üstüne yayınlanmış en önemli metinlerden biri olan ancak bugün tarihin tozlu raflarında kalmış olan bir broşüre dikkat çekmek istiyoruz.
1943 tarihini taşıyan ‘En Büyük Tehlike’ adlı broşür (1), Atatürk’ün anne tarafından kuzeni olan TKP Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner (1900-1968) tarafından kaleme alınmıştı; ancak dönemin siyasal baskıları nedeniyle Darüşşafakalı ressam Faris Erkman (1915-1950) imzasıyla yayınlanmıştı. O zaman çok ses getiren ve TBMM’de tartışılan metin, aslında bugün de güncel bir metin olarak öne çıkarılmaya değer. (Orijinal metinden alıntı)
“Tarihte ne zaman ırkçılık ortaya atılmışsa orada yabancı milletlerin tahakküm altına alınmak istendiği, ezildiği ve soyulduğunu görürüz. Yüksek ve aşağı ırklar meselesi esaret devrinde esirleri çalıştırabilmek, Orta Çağ’da kilise ve derebeylik hakimiyetini devam ettirebilmek için, Yeni dünyanın keşfiyle geniş ölçüde milletlerarası ticaretin başladığı zaman yabancı milletlerin elindeki serveti tâlân edebilmek ve istilâcılık devrinde de müstemleke ve yarı müstemleke halklarının tazyik ve istismarını mazur göstermek için ortaya atılmıştır. Son zamanlarda Avrupa ve Asya’da bazı memleketlerde yeniden canlanması da muayyen milletlere haksız ve lüzumsuz bir yükseklik izafe ederek diğer zaif ve geri milletleri idareye salâhiyet ve hak iddia etmek suretiyle yeni bir harbin açılması fikriyatını hazırlamak ve nihayet geri milletleri esaret altına almak gayesiyle vukua gelmiştir. Netekim Habeşistan, Çin, Japon ve şimdiki cihan harbi de patladı ve irili ufaklı bir sıra Avrupa milletleri şimdi istilâ ve esaret altında tutulmaktadır.” (s. 21)
“Netekim Meşrutiyet inkılâbından sonra parlamaya başlamış olan pan Türkist cereyanın İkinci Willhelm Almanyası tarafından memleketimize sokulmuş ve körüklenmiş olduğunu bilmeyen yoktur. Yakın ve Orta Şark’taki iktisadî ve siyasî menfaatleri bakımından İngiliz İmparatorluğu ve Rusya Çarlığı ile çarpışma halinde bulunan Alman emperyalizmi Yakın Şarkın ve Asyanın geniş servet kaynaklarından nasibedar olmak için gözünü Türkiye’ye dikmişti; nüfuzu altına aldığı Osmanlı imparatorluğunu rakiplerine karşı harekete geçirmek istiyordu. Böyle bir harekete esas olabilecek fikriyatın da hazırlanması lazımdı. Pan Türkist hareket böyle bir maksat için çok uygun olabilirdi. Çarlık Rusyası’nın Türkiye üzerinde beslediği istilacı emelleri de böyle bir cereyanın yer bulmasına tutunmasına müsait bir zemin vazifesi görüyordu.” (s. 22)
“Bu cereyanın başında bulunanlar, daha doğrusu bu cereyanın memleketimize sokulmasına vasıta ve alet olanlar arasında (…) Tatarlar, Azeriler de vardır. Bu cereyanı asıl körükleyenler de kendi halkları tarafından kovulup yurtlarından atılmış bu adamlardır. Bunlar kendi öz vatanlarından kaçarak buraya gelmiş kimselerdir. Bazıları buraya gelmeden önce uzun seneler Almanyada bulunmuşlar, buraya geldikten sonra da bu devletle ve Japonya ile sıkı temaslarını devam ettirmektedirler. Birinci Cihan harbinden sonra kendi milletlerinin bugünkü idare ve devlet sistemini kabul etmesiyle menfaatleri haleldar olan bu efendiler sırtlarını, hem bizlere, hem de kendi öz memleketleri halkına tamamiyle yabancı olan devletlere dayayarak kendi şahsî menfaatleri hesabına Türkiye’yi tehlikeli bir oyuna sokmak istiyorlar. Bütün o memleket halklarının da Türk olduğunu, bizimle aynı ırktan bulunduğunu ileri sürerek onları kurtarmanın millî bir vazife olduğunu bize telkin etmek istiyorlar. Kendi halkları eğer bugünkü idarelerinden memnun değilse, istiklâl ve hürriyetleri, iddia edildiği gibi zorla ellerinden alınmışsa, bu efendiler neden doğrudan doğruya kendi milletleriyle bu işi yapmıyorlar?” (s. 24)
Broşürde, “Orta Asya Türklerini bayrağımız altında birleştirelim diyorlar, onlar bunu istiyorlar mı diye sormuyorlar” anlamında görüşler ortaya atılır. Kimi ırkçıların kendilerini böyle olmamalarına karşın, yedi göbekten Öztürk diye sunmaları eleştirilir. Sevmediklerini “o zaten aslında Türk değil, şuralı vb.” diyerek ötekileştirirler. Broşürde, ırkçıların kadın-erkek eşitliğine inanmamaları eleştirilir. Bu açıdan Kemalistlerin gerisine düşerler. Kimi Cumhuriyet devrimlerini de benimsemezler. Irkçıların aslında bir dava peşinde koşan samimi idealistler olmadığı, kişisel çıkar peşinde oldukları belirtilir.
Broşürde okuyucuları ikna etmek için sık sık Kemalist düşünceye ve Mustafa Kemal’in sözlerine gönderme yapılır. Elbette en çok anılanlardan biri, “yurtta sulh cihanda sulh” olacaktır. Broşüre göre, savaş karşıtlığı diye genel bir kavram olamaz. Haklı savaş-haksız savaş ayrımı vardır. Bu, tam da antiemperyalist militarizm kavramına karşılık gelecektir. (2)
Savaşın bir sosyal Darwinizm aracı olarak konumlanışına karşı çıkılır. Irkçılara göre savaş, üstün ırkların galip gelip aşağı ırkların yenilgisiyle sonuçlanarak, ‘en uygun olanın sağ kalması’na hizmet edecektir.
“Harbe iştirak eden orduların ezici çoğunluğunu teşkil edenler köy ve şehir çocuklarıdır; halktır; yoksa bu ırkçı efendiler bu halk tabakalarını hakir görüyorlar da ırkın tasfiyesi namına bunların ortadan kaldırılmasını mı istiyorlar?” (s. 35)
“ (…) istilâcılar tarafından yurdumuza yapılacak herhangi bir taarruza karşı milletimizin kahramanca savaşarak aziz yurdumuzu, millî istiklâlimizi korumasını ve böyle bir harpte milli satvetimizi göstermek için şimdiden hazır bulunmaklığımızı can ve gönülden isteriz.” (s. 36)
Bu görüşlerin Lenin’in Nisan Tezleri’nde ortaya attığı ‘devrimci yenilgicilik’ kavramı ekseninde yeniden değerlendirilmesi gerekiyor elbette.
Broşürde Almanya ve faşizm hayranlığı özellikle eleştirilir. Irkçılar savaşta Almanya’yı tutuyorlar. Nazi ordusunun girdiği Sovyet coğrafyalarında kurulacak kukla hükümetlerde bakanlık/vekillik hayalleri kuruyorlar. Peyami Safa ve Yusuf Ziya Ortaç gibi isimler gazetelerde Hitler’den övgüyle söz ediyorlar. Bu tür yazarlar Nazilerin zaferinden emin olduğu için, Türkiye’nin de 2. Paylaşım Savaşı’na Naziler saflarında katılmasını talep ediyorlar.
Bu bağlamda, Osmanlı’nın son döneminde ordunun Alman generallere teslim edilmesi eleştirilir:
“Birinci Cihan Harbinden beri bazılarının ağzından hiç de düşmeyen, sakız gibi mütemadiyen çiğnenen şu Türk-Alman silâh arkadaşlığı… Bunun nasıl bir tuzak olduğunu anlamak için bu silâh arkadaşlığının sonunda Türk milletine hüsran ve mağlubiyetten başka ne verdiğini şöyle bir düşünmek kafidir zannederiz.” (s. 38)
Broşürün Türkiye’de ırkçılık araştırmalarıyla ilgili oldukça önemli bir metin olduğu anlaşılıyor. Bu açıdan, ilerleyen yıllarda da okunabilecek nitelikte.
ulasbasar@gmail.com
1-Erkman, F. (Baraner, R.F.) (1943/2002). TÜSTAV (der.). Kırklı Yıllar-1 içinde, s.10-52. İstanbul: TÜSTAV.
2-Bkz. Gezgin, U.B. (2013). Neden anti-militarist değilim?: Anti-emperyalist militarizm ve barış. Bianet, 17 Nisan http://bianet.org/bianet/diger/145909-neden-anti-militarist-degilim-anti-emperyalist-militarizm-ve-baris
Not: Bu yazı ‘Ötekiler Açısından Tarih’ kitabımdan alınmıştır.