1979 İslam Devrimi, İran için bir dönüm noktası oldu. Devrimle birlikte kurulan şeriat yönetimi, özellikle kadınlar açısından umutla değil, baskıyla anıldı. Kadınların devrimden önce elde ettiği pek çok hak bir anda geri alındı.
Oysa 1967 yılında Şah rejimi döneminde kadınlara önemli haklar tanınmıştı: Evlenme yaşının yükseltilmesi, çok eşliliğin yasaklanması ve kadının kendi başına boşanma kararı alabilmesi gibi…
Ancak devrim sonrası şeriat düzeni, kadın hakları açısından ciddi gerilemelere yol açtı. İslami kıyafet kurallarına uymayan kadınların işlerine son verilmesi, yalnızca kocalarının izniyle çalışabilmeleri, doğum kontrolü ve kürtajın yasaklanması, kadınların seyahat etmek, eğitim görmek ya da farklı bir şehirde yaşamak için eş veya erkek akraba iznine tabi tutulması gibi uygulamalar yaygınlaştı.
Yeni rejime karşı ilk büyük protesto tesadüfen değil, özellikle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde düzenlendi. Tepki gösterenler yalnızca kadınlar değildi; liberal, sol görüşlü ve laik erkekler de kadınların yanındaydı. Ne var ki bazı erkekler, “sabırlı olun” diyerek kadınlara saldırdı ve rejim kurulduktan sonra hakların geri verileceği vaadiyle oyalamaya çalıştı.
Derken savaş başladı…
1980’de başlayan ve sekiz yıl süren İran-Irak savaşı yalnızca iki ülkeyi değil, İran’daki reform umutlarını da yok etti, tüm muhalif hareketleri durdurdu ve rejim karşıtı seslerin bastırılmasına neden oldu.
Bu uzun savaş süreci, mollalara iktidarlarını sağlamlaştırma fırsatı sundu. Rejim bu kaos ortamında kök saldı.
Savaş sonrası dönemde, kadınlara yönelik baskılar kısmen gevşedi. Rejim içindeki bazı İslamcılar, toplumsal ihtiyaçlar nedeniyle kadınlara yönelik bazı hakları geri vermeye başladı: Nafaka hakkı, çocukların velayeti, boşanma hakkı ve savaşla birlikte ellerinden alınan bazı mesleklerde çalışma izni.
Ancak 2005-2013 arasında görev yapan Ahmedinejad dönemi, kadın hakları açısından büyük bir gerileme oldu. Kadınların evde vakit geçirmesi teşvik edildi, bazı mesleklerden dışlandılar, akşam saatlerinde çalışmaları yasaklandı.
2013 yılında seçilen Hasan Ruhani ise kadın hakları konusunda daha ılımlı bir çizgi izledi. Kadınlar, Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı sözcülüğü ve Meclis Başkan yardımcılığı gibi üst düzey görevlere getirildiler ama sokaktaki kadın için tablo çok farklı değildi, hayat hâlâ zor ve sınırlayıcıydı.
Buna rağmen kadın hareketleri asla durmadı. 2014’te gazeteci Mesih Alinejad’ın başlattığı “Beyaz Çarşamba” kampanyası, 2016’da sosyal medyada yayılan başörtüsüz fotoğraf protestoları ve nihayet 13 Eylül 2022’de Mahsa Amini’nin “kıyafet kurallarına uymadığı” gerekçesiyle gözaltında hayatını kaybetmesine yol açan baskılar, kadın hareketlerinin hâlâ ne kadar diri olduğunu gösterdi.
Bugün İran bir kez daha savaşın içinde. Bu kez İsrail ile savaş yalnız sınır hattında değil, ülkenin dört bir yanı ateş altında ve şimdilik ateşkes ilan edilse de çatışmaların ne zaman tümüyle sona ereceği bilinmiyor.
Ülke içindeki huzursuzluk yalnızca kadın haklarıyla sınırlı değil. Ekonomik kriz, etnik eşitsizlik, cinsiyet, sınıf, bölgesel ve dini baskılar bir araya gelerek daha geniş bir patlama potansiyeli taşıyor.
Bakalım bu savaş, mollalara şeriat rejimini yeniden tahkim etme fırsatı mı sunacak; yoksa İran, yıllardır biriken tüm bu baskılar altında büyük bir değişimin eşiğine mi gelecek?
İlgili yazılar:
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: