ABD’nin 2003 yılında “özgürlük” ve “demokrasi” vaatleriyle başlattığı Irak işgali, geride sadece yıkılmış şehirler, parçalanmış toplumsal dokular ve kontrolü hâlâ tartışmalı bir devlet bıraktı.
Yirmi yılı aşkın bir süredir dış güçlerin gölgesinde var olmaya çalışan Irak, bugün hâlâ kendi kaderini belirleyememiş ülkeler listesinin başında yer alıyor. Ancak bu defa tablo biraz farklı: Washington’un etkisi azalıyor, bölgesel ve küresel yeni aktörlerin ağırlığı artıyor. Bir zamanlar ABD’nin tek söz sahibi olduğu Irak, bugün İran, Türkiye, Körfez ülkeleri ve Çin arasında giderek karmaşıklaşan çok kutuplu bir denge sahasına dönüşmüş durumda.
Irak’ta yaşanan bu dönüşüm, aslında Orta Doğu’daki güç ilişkilerinin yeniden tanımlandığı bir dönemin izdüşümü. ABD’nin askeri üstünlüğü artık sahada belirleyici değil; yerine ekonomik yaptırımlar, finansal denetimler ve diplomatik baskılar geçti. Buna karşılık İran’ın silahlı milis ağları, Türkiye’nin enerji ve ticaret koridorları, Körfez ülkelerinin sermaye politikaları ve Çin’in uzun vadeli yatırımları Irak’ın iç siyasetini şekillendiren yeni parametreler haline geldi.
Tarihsel Arka Plan: Manda Yıllarından İşgal Dönemine
Irak’ın bugün içinde bulunduğu siyasi ve toplumsal karmaşa, bir günde ortaya çıkmadı. Coğrafyanın her parçasında olduğu gibi burada da geçmiş, bugünün en güçlü açıklamasıdır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla, bölgenin “medeniyet inşası” kisvesi altında yeniden şekillendirilmesi İngiltere’nin kontrolüne geçti. 1920’de kurulan İngiliz mandası, modern Irak devletinin temellerini attı ama bu temeller halkın iradesi üzerine değil, emperyal çıkarların hesapları üzerine kuruldu. İngiliz yönetimi; Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasındaki dengeleri kontrol altında tutmak için kullandı, bu da Irak’ta merkezi otoritenin zayıf, kimlik çatışmalarının ise kalıcı olmasına yol açtı.
1958’de General Abdülkerim Kasım’ın monarşiyi devirip cumhuriyeti ilan etmesi, bağımsızlık arayışının bir sembolüydü. Ancak her bağımsızlık adımı, dış müdahalenin yeni biçimleriyle karşılaştı. “Soğuk Savaş” yıllarında ABD ile Sovyetler Birliği’nin rekabeti, Irak’ı jeopolitik bir satranç tahtasına çevirdi. 1968’de iktidara gelen Baas Partisi ve onun güçlü figürü Saddam Hüseyin, bir yandan modernleşme ve petrol gelirleriyle refah yaratmaya çalıştı, diğer yandan ülkeyi askeri baskı ve korku üzerine kurulu bir yapıya dönüştürdü.
Saddam döneminin sonuna gelindiğinde Irak, İran’la sekiz yıl süren yıpratıcı bir savaşın, ardından Kuveyt’in işgaliyle patlak veren 1991 Körfez Savaşı’nın ve on yılı aşkın süren ağır yaptırımların yorgunluğu içindeydi. Halkın yoksullaştığı, devlet kurumlarının çürüdüğü bu dönemde ABD’nin “kurtarıcı” olarak geri döneceği 2003 işgali, aslında yeni bir bağımlılık sürecinin başlangıcını işaret ediyordu.
Washington yönetimi, Irak’a demokrasi götürdüğünü söylerken ülkenin bütün siyasal ve etnik dokusunu paramparça etti. Ordunun dağıtılması, devlet kadrolarının tasfiyesi ve mezhep temelli yeni bir yönetim sistemi, ülkenin omurgasını kırdı. 2006’da El Kaide’nin Irak kolunun ortaya çıkışı, ardından IŞİD’in yükselişi, bu boşluğun doğal bir sonucu oldu. Irak, ABD’nin askeri olarak kazandığı ama politik olarak kaybettiği bir ülkeye dönüştü.
Geçiş: Zaferin Küllerinde Kaybolan Hegemonya
ABD 2003’te Bağdat’a girdiğinde dünyaya “demokrasi ve özgürlük” taşıdığını söylüyordu, fakat ardında bıraktığı şey yıkılmış şehirler, işsizlik, mezhep çatışmaları ve devlet otoritesinden geriye kalan boşluktu. 2011’de çekilme başladığında Washington aslında sahada değil, masada kaybettiğini anlamıştı.
Irak’ta demokrasi sandıkla değil, mezhep kotasıyla ölçülür hale gelmişti. Amerikan ordusu çekildikçe, yerine yabancı özel güvenlik şirketleri ve ekonomik bağımlılıklar kaldı. Finansal sistemin Washington’a bağlı kalması, dolar transferlerinin tek merkezden onaylanması, ABD’nin silahsız bir işgal yöntemine dönüşmüştü.
Ne var ki, bu yeni “görünmez işgal” uzun sürmedi. Halk yoksulluk ve yolsuzluk karşısında isyan ederken, İran destekli milis ağları hızla genişledi. Aynı dönemde Türkiye kuzeydeki Kürt Bölgesel Yönetimi ile ekonomik ve enerji ilişkilerini derinleştirdi; Körfez ülkeleri yeniden inşa projelerine sermaye aktardı; Çin, Basra’dan Bağdat’a uzanan petrol anlaşmalarıyla kalıcı bir hat kurdu.
Irak artık tek bir gücün değil, birçok gücün aynı anda çekiştiği bir laboratuvara dönmüştü. ABD’nin bıraktığı boşluk, sadece yeni aktörlerin doğuşuna değil, Irak’ın kendi kimliğini yeniden tanımlama arayışına da zemin hazırladı. Bugün sokaktaki Iraklı için soru basit ama yakıcıdır: “Kendi ülkemiz üzerindeki kararları ne zaman kendimiz vereceğiz?”
ABD’nin Azalan Etkisi: Çekilen Askerler, Kalan Vesayet
Irak’ta ABD’nin etkisinin azaldığı sıkça dile getiriliyor, ancak bu azalma bir anda gerçekleşmedi. Önce asker sayısı azaldı, sonra üsler kapandı, ardından Washington’un Bağdat üzerindeki baskı biçim değiştirdi.
2007’de yüz elli bini aşan Amerikan askeri gücü, 2011 itibarıyla birkaç bin danışmana indirilmişti. Fakat bu görünür çekilme, perde arkasında “yeni bir varlık biçimi”nin başlangıcıydı: dolar üzerinden kontrol. Irak Merkez Bankası’nın dış ticaret ve ithalat işlemleri hâlâ Amerikan Hazine Bakanlığı’nın onay mekanizmasına bağlı. Bu da ABD’ye, asker bulundurmadan bile ekonomiyi dizginleme imkânı sağlıyor.
Irak halkı için bu, “işgalin gölgesinde yaşamak” anlamına geliyor. Çünkü ABD sahada geri çekilmiş olsa da, Washington’un çizdiği finansal sınırların dışına çıkmak neredeyse imkânsız.
Buna rağmen Irak hükümetleri, giderek artan şekilde kendi alanlarını genişletmeye çalışıyor. 2024’te koalisyon güçlerinin resmen sona erdirilmesi ve askerlerin büyük kısmının çekilmesi yönündeki plan, Bağdat’ın “Irakileşme” stratejisinin bir parçası. Fakat bu süreç sancısız değil.
ABD’nin çekildiği her alanda yeni bir güç doğdu: İran destekli Haşdi Şabi milisleri güvenlikte, Türkiye ticarette, Çin enerji altyapısında, Körfez ülkeleri finansal yatırımlarda boşluğu doldurdu.
Washington bu tabloyu uzaktan izlemek zorunda kaldı. Çünkü her müdahalesi, Irak halkında “yeni bir vesayet dönemi mi başlıyor?” korkusunu tetikliyordu.
Bugün ABD’nin Irak’taki etkisi hâlâ güçlü, ama artık belirleyici değil. Savaş meydanındaki zaferin yerini, diplomatik ve ekonomik tükenmişlik aldı.
Yeni Güçlerin Yükselişi: İran’ın Gölgesi, Türkiye’nin Koridoru, Çin’in Sessizliği
ABD’nin çekilmesi Irak’ta boşluk yaratmadı; aksine, sahayı paylaşmaya hazır çok sayıda aktör vardı. Her biri kendi yöntemleriyle nüfuz alanını genişletti ve ülkenin kaderinde söz sahibi olmaya başladı.
İran, bu denklemde en hızlı ve en agresif hareket eden aktör oldu. Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü, 2014’te IŞİD’in yükselişiyle birlikte Haşdi Şabi adlı milis yapısını destekleyerek Irak’ın güvenlik mimarisine yerleşti. Bugün bu milisler, sadece askeri değil, ekonomik ve siyasal karar mekanizmalarında da söz sahibi. İran’ın etkisi, “ortak tehdit” söylemiyle meşrulaştırıldı; ancak gerçekte Tahran, Irak devletinin damarlarına kadar sızmış durumda. Bağdat’taki birçok bürokratın, kararını önce milis liderleriyle istişare etmeden verememesi bu etkinin boyutunu gösteriyor.
Buna karşın Türkiye, Irak’a doğrudan askeri değil, ekonomik ve lojistik kanallardan yaklaştı. “Kalkınma Yolu” projesi ile Basra’dan Türkiye sınırına uzanan demir yolu, kara yolu ve enerji hattı koridoru, ülkeyi kuzeyden güneye bağlayan stratejik bir eksen oluşturdu. Bu koridor, Irak’ın Körfez üzerinden Avrupa’ya açılan yeni ticaret kapısı olacak potansiyele sahip. Türkiye aynı zamanda Musul ve Kerkük hattında güvenlik ve ticaret dengesini kurmaya çalışıyor. Iraklılar için Türk varlığı, çoğu zaman İran’ın gölgesine göre daha pragmatik ve ekonomik getirisi yüksek bir ilişki olarak görülüyor.
Körfez ülkeleri, özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, uzun süre Irak’a mesafeli durduktan sonra yeniden yatırım stratejisine döndüler. Enerji, tarım ve altyapı projelerine sermaye aktararak hem İran etkisini dengelemek hem de bölgesel yumuşama sürecinde pozitif bir rol oynamak istiyorlar.
Son olarak Çin, sessiz ama derin bir strateji izliyor. “Bir Kuşak Bir Yol” projesi kapsamında Irak’a milyarlarca dolarlık altyapı, enerji ve inşaat yatırımı yapıyor. Çinli şirketler Basra ve Amara’daki petrol sahalarında kalıcı hale geldi. Tıpkı Afrika’da olduğu gibi, Çin burada da askeri üs kurmadan ekonomik ağ kuruyor.
Bugün Irak’ta haritayı anlamak için askeri birliklerin değil, enerji hatlarının ve yatırım haritalarının izini sürmek gerekiyor. Çünkü yeni savaşlar tanklarla değil, boru hatları ve sözleşme metinleriyle yapılıyor.
Sonuç: Kendi Kimliğini Arayan Bir Ülke
Irak bugün ne tam bağımsız ne de bütünüyle işgal altında. O, modern çağın en belirgin “ara ülkesi”: büyük güçlerin çıkarlarıyla halkın umutları arasında sıkışmış bir coğrafya. Yıllardır kendi gölgesini değil, artık kendi kimliğini arayan bir ülke.
ABD’nin gölgesi hâlâ Irak’ın sokaklarından, bankalarından ve siyasî kararlarından çekilmiş değil; fakat o gölgenin artık eskisi kadar belirleyici olmadığı da açık. İran’ın nüfuzu derin, Türkiye’nin ekonomik adımları istikrarlı, Çin’in ilgisi kalıcı, Körfez’in sermayesi temkinli ama kararlı. Her biri Irak’ta bir taş daha oynatıyor, ancak hiçbirinin tek başına hâkimiyet kuramayacağı da giderek netleşiyor.
Bu tablo Irak için bir tehlike kadar bir fırsat da barındırıyor. Çünkü çok kutuplu denge, aynı zamanda tek bir merkeze bağımlı olmadan nefes alabilme ihtimalini de doğuruyor. Eğer Irak, bu karmaşık denge içinde kendi kimliğini koruyabilir, kurumlarını güçlendirebilir ve halkın iradesini siyasetin merkezine yerleştirebilirse, belki de ilk kez “Iraklılık” duygusu yabancı gölgelerden daha güçlü bir aidiyet haline gelebilir.
Tarih, emperyalist güçlerin Irak topraklarında defalarca kurduğu oyunları gördü. İngiliz mandasından Amerikan işgaline, İran nüfuzundan Körfez rekabetine kadar her dış etki, ülkenin ruhunda yeni bir yara açtı. Ama aynı tarih bize bir gerçeği daha gösteriyor: hiçbir dış güç, bir halkın kendi toprağında sonsuza dek hüküm süremiyor.
Irak’ın bugünkü sınavı, başkalarının çizdiği gelecek senaryolarına değil, kendi tarihine tutunarak var olabilme mücadelesidir. Bu mücadelenin başarıya ulaşıp ulaşmayacağını ise sadece büyük güçlerin masaları değil, halkın kendi iradesi belirleyecek.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: