Pazartesi, 13 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
*Serbest Kürsü

İki sessizlik arasında Orta Doğu

Metin Duyar
Son güncelleme: 12 Ekim 2025 16:59
Metin Duyar
Paylaş
Paylaş

Orta Doğu’da güç dengesi yeniden tanımlanıyor. Bu kez değişim, askerî müdahaleler ya da diplomatik manevralar üzerinden değil; ekonomi, teknoloji ve bilgi akışı üzerinden gerçekleşiyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bölgedeki ağırlığı azalırken, Çin sessiz fakat sistematik biçimde etki alanını genişletiyor. Ortaya çıkan tablo, askerî işgallerin yerini dijital ağların, doğrudan sömürünün yerini finansal bağımlılıkların aldığı yeni bir jeopolitik düzeni gösteriyor.

Bu dönüşüm, emperyalizmin yöntem değiştirdiğini ancak özünü koruduğunu ortaya koyuyor. Güç artık toprak işgaliyle değil, veri akışıyla; silah satışlarıyla değil, kredi hatlarıyla ölçülüyor. Orta Doğu, yirmi birinci yüzyılın en sessiz fakat en kalıcı rekabet alanına dönüşmüş durumda. Bu rekabet, bölge halklarının ekonomik bağımsızlık, siyasi istikrar ve teknolojik gelişim arasındaki hassas dengeyi yeniden tanımlıyor.

Washington’un Gölgesi: Çekilişin Sessiz Biçimi

ABD’nin Orta Doğu politikası son yirmi yılda belirgin bir biçim değişikliğine uğradı. “Soğuk Savaş” yıllarında askerî paktlar ve doğrudan müdahalelerle yürütülen bölgesel strateji, günümüzde sınırlı angajman ve dijital kontrol mekanizmalarına dayalı bir modele dönüştü. Foreign Affairs analizlerine göre Washington, artık “seçmeci angajman” stratejisini benimsiyor: yani askerî riskleri azaltarak, politik nüfuzu korumayı amaçlayan kısıtlı bir varlık.

Afganistan’dan çekilme, Irak’taki askerî kapasitenin azaltılması ve Suriye’de yalnızca sembolik bir varlığın sürdürülmesi, bu dönüşümün somut göstergeleri. ABD, enerji kaynaklarını korumaktan çok enerji akışını denetlemeye odaklanıyor. “Asgari müdahale, azami kontrol” ilkesi, mali yükü hafifletirken bölgesel ortaklara daha fazla sorumluluk yüklüyor. İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri bu yeni denklemde “yerel taşıyıcı güçler” olarak tanımlanıyor.

Bu stratejik kayma aynı zamanda Amerikan kamuoyundaki savaş yorgunluğunun bir yansımasıdır. Irak ve Afganistan müdahalelerinin yüksek ekonomik maliyeti, toplumsal düzeyde dış politika isteksizliği yaratmıştır. ABD artık bölgeyi doğrudan yönetmektense, krizleri uzaktan izlemeyi ve müttefikleri aracılığıyla yönlendirmeyi tercih ediyor. Washington’un çekilişi, bir yenilgi değil, küresel önceliklerin Asya-Pasifik eksenine kaymasıyla uyumlu bir stratejik yeniden konumlanmadır.

Pekin’in Yükselişi: Borç, Veri ve Bağlantı İmparatorluğu

Çin’in Orta Doğu’daki varlığı, geleneksel emperyal modellerden farklı biçimde ilerliyor. Pekin’in güç politikası askerî üsler yerine ekonomik ağlar, ideolojik söylemler yerine yatırım ve teknoloji merkezli ilişkiler üzerinden şekilleniyor. The Economist bu yaklaşımı “gürültüsüz hegemonya” olarak nitelendiriyor: savaşsız genişleme, finansal bağımlılıkla derinleşen nüfuz.

Kuşak ve Yol Girişimi, Orta Doğu’nun ana arterlerinde uzanan liman, enerji, ulaştırma ve dijital altyapı projeleriyle bölgeyi Çin sermayesinin doğal uzantısına dönüştürüyor. Körfez limanları, Kızıldeniz ticaret yolları ve Akdeniz bağlantıları, yalnızca ekonomik değil, stratejik bir ağın parçası haline geliyor. Çin’in sağladığı uzun vadeli krediler, birçok ülke için kalkınma fırsatı kadar yapısal bağımlılık anlamına da geliyor.

Bu modelin cazibesi, siyasal koşullardan arındırılmış olmasında yatıyor. Pekin, yatırım karşılığında demokratik reform ya da insan hakları koşulu talep etmiyor. Bu durum, Batı’nın politik baskısından rahatsız olan rejimler için cazip bir alternatif oluşturuyor. Le Monde Diplomatique’in tanımladığı üzere, Çin’in etkisi “yumuşak” değil, “yapısal”dır; çünkü ekonomik ağ kurulduğunda politik alan doğal olarak onun çevresinde yeniden şekillenir.

Çin’in dijital teknolojilerdeki etkinliği de bu yeni bağımlılık biçimini güçlendiriyor. Huawei ve ZTE gibi şirketlerin inşa ettiği 5G altyapıları, bölgedeki veri akışını doğrudan Pekin’e bağlıyor. Ekonomik entegrasyonla birlikte dijital gözetim sistemlerinin ihracı, güvenlik ve mahremiyet arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor. Böylece ekonomik bağımlılık, teknolojik gözetimle birleşiyor ve yeni bir “bağlantısal egemenlik” biçimi ortaya çıkıyor.

Değişmeyen Bağımlılık

Bugün Orta Doğu iki sessizlik arasında kalmış durumda: Biri çekilen bir imparatorluğun, diğeri yükselen bir düzenin sessizliği. ABD’nin stratejik yorgunluğu ile Çin’in sabırlı pragmatizmi birbirini tamamlıyor. İlki geçmişin askerî mirasını taşırken, ikincisi geleceğin ekonomik altyapısını inşa ediyor. Ancak sonuç, bölge ülkeleri açısından benzer: sınırlı manevra alanı ve dışa bağımlı kalkınma modeli.

Washington’un “güvenlik ekseni” politikası yerini Pekin’in “bağlantısallık ekseni” stratejisine bırakmış durumda. Artık üsler değil veri merkezleri, askerler değil algoritmalar üzerinden bir rekabet yürütülüyor.

Emperyalizmin dili değişti fakat amacı aynı kaldı: bölgeyi bağımsız değil, yönetilebilir kılmak. ABD’nin çekilişi bölgeyi özgürleştirmedi; yalnızca denetim biçimini değiştirdi. Ekonomik bağımlılık, askeri bağımlılığın yerini aldı; halklar artık işgallerle değil, borçlarla yönetiliyor.

Bu durum, bölgesel düzenin kırılganlığını artırıyor. Sermaye akışına dayalı kalkınma modelleri, politik bağımsızlığı zayıflatıyor. Her kredi paketi, aynı zamanda bir dış politika uzlaşısı anlamına geliyor. Orta Doğu, askeri işgalden kurtulsa bile finansal kontrolün yeni biçimleriyle karşı karşıya.

Türkiye: Sessizlikler Arasında Denge Arayışı

Bu genel tablo içinde Türkiye, sessizliklerin arasında denge arayan bölgesel bir istisna olarak öne çıkıyor. Washington’la güvenlik, Pekin’le ticaret ekseninde kurulan çoklu ilişki ağı, Ankara’yı hem Batı’nın stratejik ortağı hem de Doğu’nun ekonomik paydaşı haline getiriyor. Türkiye’nin jeopolitik konumu, onu iki sistem arasında geçiş bölgesi yapıyor.

Bu çok yönlülük kısa vadede avantaj sağlasa da, uzun vadede stratejik baskıları artırıyor. ABD’nin çekilişiyle oluşan güç boşluğu Çin sermayesiyle dolarken, Türkiye’nin manevra alanı da daralıyor. NATO üyeliği, Batı güvenlik sistemine bağlılığı sürdürürken; Asya merkezli ekonomik düzenle kurulan ilişkiler, yeni fırsatların yanı sıra belirsizlikler de getiriyor.

Son yıllarda Türkiye’nin Körfez yatırımlarıyla ekonomik bağlarını genişletmesi, Afrika açılımı ve Asya ile ticari ilişkilerini artırması, ülkeyi çok kutuplu düzenin aktif bir aktörüne dönüştürdü. Ancak bu süreç aynı zamanda “stratejik yalnızlık” riskini de beraberinde getiriyor. Çünkü iki sessizlik arasında kalmak, çoğu zaman iki tarafın da güvenini sınırlı düzeyde kazanmak anlamına geliyor.

Orta Doğu’da bağımsız kalmak artık yalnız askerî değil, ekonomik cesaret gerektiriyor. Türkiye bu cesareti gösterebildiği ölçüde bölgesel dengeyi kurabilir; aksi halde yeni sessizliklerin içinde kaybolma riski büyür.

Sonuç

Orta Doğu’daki dönüşüm, güç politikalarının görünür biçimlerinden ziyade yapısal ağlar üzerinden ilerliyor. ABD’nin sessiz çekilişi, Çin’in sistematik yükselişiyle birleşerek bölgeyi ekonomik ve dijital bağımlılık zincirlerinin merkezine yerleştiriyor. Bu süreç, emperyalizmin artık askerî değil teknolojik ve finansal biçimlerde sürdüğünü gösteriyor.

Gerçek dönüşüm, dış aktörlerin sessizliğinde değil; bölge halklarının ekonomik ve kurumsal bağımsızlık inşasında aranmalıdır. Tarih defalarca kanıtladı: büyük güçlerin sessizliği hiçbir zaman barışın sesi olmadı.

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

EtiketlendiJeopolitik
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanMetin Duyar
Takip et:
Orta Doğu siyaseti, insan hakları ve ekonomi-politik alanlarında çalışan akademik bir yazar olarak, toplumsal eşitsizliklerin yapısal nedenlerini irdeleyen metinler kaleme almaktadır. Yazılarında yalnızca güncel gelişmeleri değil, bu gelişmelerin tarihsel ve kuramsal arka planını da analiz eder. Devlet, yurttaşlık ve adalet kavramlarını ele alırken; baskı rejimlerinin ideolojik işleyişini ve insan haklarının nasıl ihlal edildiğini sorgulayan eleştirel bir bakış açısı sunar. Medya Günlüğü’ndeki yazılarında, okuyucuyu gündemin ötesine taşıyan bir düşünsel derinlik ve tutarlı bir perspektif hedeflenmektedir.
Önceki Makale İnsan adaleti mi doğa adaleti mi?
Sonraki Makale Nadir elementler pazarlığı

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

EditörSerbest Kürsü

İnsan adaleti mi doğa adaleti mi?

Tijen Zeybek
12 Ekim 2025
EditörSerbest Kürsü

Erdem, cehalet ve ihtiras

Melek Ay
12 Ekim 2025
Serbest Kürsü

Rusça “karandaş”ın Türkçe kökeni

Halil Ocaklı
11 Ekim 2025
Serbest Kürsü

Bir “anti tüketim” manifestosu…

Adil Gürkan
11 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?