İgor’la bir iş toplantısından çıkmışız, dönüyoruz.
Bakışlarından yine bana kızgın olduğunu anlıyorum.
Sebebini biliyorum; yine yarım yamalak Rusçamla olur olmaz her konunun üstüne atlamıştım. Tam her şeyi berbat edecekken İgor devreye girip Rusların şaşkın bakışları altında zor bela toparlamıştı.
Konuşsam bir türlü, konuşmasam bir türlü…
İgor’a “Yahu, Rusçamda hiç mi ilerleme olmadı?” diye soruyorum.
Biraz yumuşuyor; gülüyor, “Teyzemin papağanından biraz daha iyisin” diye cevap veriyor.
Yıkılıyorum.
***
Rusça oldukça zor bir dil. İyi bir eğitim görmezseniz, temeliniz sağlam değilse işiniz kolay değil.
Zaman geçtikçe gündelik hayatta idare edecek kadar öğreniyorsunuz, ama bunun kesinlikle yeterli olmadığını sonradan görüyorsunuz.
Yani eğitim şart.
Rusların bir yabancı dili az bilenlerinin kullandığı yaygın bir ifade var. Örneğin bizim İgor’a birileri “Türkçe biliyor musun?” diye sorduğunda “Kak sabaka! (Köpek gibi),” yani “köpekler gibi biraz anlıyorum ama konuşamıyorum” diye cevap veriyor.
Yaaa, İgorcuk, bu işler senin için de öyle kolay değil işte…
Böyle olmasına rağmen, yine de bizim ofiste Serkan’la benim Rusçamız başından beri İgor’a eğlence.
Biz ağzımızı açtıkça, daha bir iki kelime söylemeden İgor’u bir gülme alıyor.
Serkan’la birbirimize bakıp, susa kalıyoruz.
Serkan, “Belki de mahsus, bizi ifrit etmek için yapıyor bunu” diyor.
“Kim bilir?” diyorum.
Neyse zamanla İgor’un bu işi biraz da şaka için yaptığını anladık da rahatladık. Ama işin hakkını gerçekten vermek için daha kırk fırın ekmek yememiz lazım.
İgor’a göre ne kadar iyi öğrenmiş olursa olsun, bir yabancı daha “Privyet, kak dela?”(Merhaba, nasılsınız?) der demez Rus olmadığını ele veriyor.
“Yok artık” diye isyan ediyorum.
Defalarca “Privyet, kak dela?” diye, iyice dikkatimi toplayıp tekrarlıyorum. Sonra, her defasında İgor’a bakıyorum; o yine olmadı anlamında kaşını yukarı kaldırıyor.
İgor, kibarca anlatıyor. Bu telaffuz ve lehçe işi belki de ömür boyu düzeltilemeyecek bir konu.
Haklı olabilir.
Bazen ben, karşılaştırabilecek durumda olmadığım için, İgor’a ortak tanıdığımız burada eğitim görmüş, iyi Rusça konuşan bazı Türk arkadaşlarımın Rusçasını soruyorum.
“Gramer tamam, padejleri filan kusursuz kullanıyor ama telaffuzunda yine bir sırıtma var” diye cevap veriyor.
İyice ümitsizleşiyorum.
İgor’a Serkan’la beni kaç senedir tanıdığı için “Rusçamızda gerçekten hiç mi ilerleme olmadı?” diye bir daha soruyorum.
Bu sorumu cevaplamaktan bıkmış olmalı, ama gülüyor; yine “Teyzemin papağanından biraz daha iyisiniz” diye cevap veriyor.
Yine yıkılıyorum.
***
İgor’un teyzesi Nadejda Konstantinovna’nın çok sevdiği, artık hepimizin tanıdığı bir papağanı var.
Benim bu kuşla ilgili duygularım biraz karışık. İgor’un dalga geçip bizi bu papağanla kıyaslaması nedeniyle kızıyorum, ama yine de çok sevimli buluyorum bu kuşu.
Teyzenin papağanla ilişkisi muhteşem… Elleriyle en taze yeşilliklerle besliyor. Bir sevgi, bir muhabbet ki evlat kıskandırır. Zaten kadının kedisi de papağan eve geldikten bir ay sonra evden kaçmış ve bir daha dönmemiş.
Serkan, “Kesin kıskanmıştır” diye yorum yapıyor.
Kadıncağız senelerce uğraşmış, papağana birkaç kelime konuşmayı öğretmiş.
Mesela Nadejda babuşka, sabah kalkar kalmaz gece yersiz yere konuşmasın, uyusun diye papağanın kafesinin üzerine örttüğü örtüyü kaldırınca papağan hemen gözlerini açıyor ve “Dobre utra!” (Günaydın!) diyor.
Dedim ya, İgor’un teyzesi her gece yatarken papağanının kafesinin üstünü örtüyle kapatıyor. Kafesin örtüsü kapanınca papağan hemen uyuma pozisyonuna geçiyor ve “Spakoyniy noçi” (İyi geceler!) diyor.
Geçenlerde bir sabah Nadejda Konstantinovna, erkenden kalkmış, kafesin örtüsünü açmış.
Papağan, hemen “Dobre utra” demiş.
İgor’un teyzesi banyoya gitmiş; tuvaletini yapmış, elini yüzünü yıkamış, geri dönmüş. Ancak gece uykusunu iyi alamadığı için sabah mahmurluğu hala üzerindeymiş.
Uykulu gözlerle bir müddet dolanmış, sonra yapacak önemli bir işi olmadığı için biraz daha uyumaya karar vermiş. Yatarken de yine kafesin örtüsünü örtmüş.
Zavallı papağancık günün çok kısa sürdüğünü, hemencecik akşam olduğunu sanmış olacak ki biraz da isyankar bir sesle bağırarak “Spakoyniy noçi” (İyi geceler) demiş.
Nadejda babuşkanın papağanının kelime haznesinin bu kadarla sınırlı olduğunu zannetmeyin. Bizim Serkan kadar olmasa bile birkaç Rusça sözcük daha biliyor. Bir de çok hızlı yeni sözcükler öğrenme yeteneği var. Birkaç defa tekrar etmeniz yeterli.
Papağanın bu konuşma yeteneği anlattığım gibi bazen matrak olaylara sebebiyet veriyor. Mesela papağanın bir tamirciyle ilgili macerası var ki anlatınca eminim gülmekten yerlere yatacaksınız.
***
Hep söylerim, Rusya’da en zor işlerden biri sıradan hizmet temini. Bu, çok eski zamandan beri bilinen, Rus toplumunun zaaflarından biri.
Halbuki Türkiye’de evde tamirat işi gerektiren bir şey olduğunda sorun bile olmaz. Çamaşır makineniz, televizyonunuz mu bozuldu veya musluğunuz su mu damlatıyor? Ya ilgili aletin, makinenin bir servisi vardır telefon edersiniz ya da oturduğunuz sokakta bu tür hizmetleri veren bir tamirci dükkanı vardır onu çağırırsınız.
Kendinizin illa bu işlerden anlamanız, eğer kadınsanız becerikli bir kocanız olması gerekmez.
Dediğim gibi, Rusya’da bu tür hizmet gereksiniminiz olduğunda temininde güçlük çekersiniz. Bu yüzden de Ruslar, özellikle de Sovyet döneminde her işten anlamaya mecbur kalmışlar, becerebildikleri kadarıyla sorunlarını kendileri halleder olmuşlar.
Araba onarımını, musluk tamirini, elektrik işlerini, ufak tefek her şeyi…
Şimdilerdeyse bu işleri yapan telefonla veya internetten ulaşılan şirketler kurulmuş. Örneğin “Muj na ças” (yani bir saatliğine koca) gibi.
İsmine bakıp yanlış anlamayın; bu, bir saatliğine evinize gelip, yerinde onarılabilecek şeyleri tamir eden usta servisiyle ilgili bir şirket adı.
Eskiden mahallelerde elinden iş gelen uyanık insanlar ufak ücretler karşılığında bu hizmetleri vermeye başlamışlar. Cep harçlığından hallice para da kazanırlarmış. Mahalle aralarında tamir işlerine yardımcı olan bu ustalardan hala var.
Valodya da onlardan biri.
Benim de bir gün işim düşmüştü, bizim eve de gelmişti. Oradan tanıyorum.
Adamın ismi Vladimir, samimi iseniz Valodya diyebilirsiniz.
Ancak bizim Valodya’nın bir kusuru var; “v”leri söyleyemiyor “b” diyor, hatta kendi ismini bile “Baloda” diye telaffuz ediyor.
Bu yüzden ismi “Baloda”ya çıkmış.
Anlayacağınız Valodya’nın dili peltek.
Üstelik kulakları da iyi işitmiyor.
“Eta banya?” (Bu banyo mu?) diye soruyorsunuz.
“Nyet, Vanya niyeto, ya Valoda” (Hayır, Vanya yok, ben Valodya’yım) diye cevap veriyor.
İyi duymayıp, “Banya”(Banyo)yı “Vanya” anlayıp, İvan’ı yani Vanya’yı soruyorlar sanıp, kendi ismine yani Valodya’ya da “Baloda” diyor.
Zavallı adamcağız kendi ismini bile doğru söyleyemiyor; ama hem dürüst, iyi bir adam, hem de becerikli bir usta.
***
Neyse, “bu kadar kusur kadı oğlunda bile olur” deyip biz İgor’un teyzesinin papağanının “Baloda” usta ile ilgili macerasına geçelim.
Evler eski ya, sık sık tamirata gerek duyuluyor. Nadejda Konstantinovna da banyosundaki musluğu, lavaboyu, duş armatürlerini değiştirmeye karar vermiş.
Nadejda babuşka, Valodya’yı bulmuş; banyoda yapılacak tadilatı görmesi için bir gün kararlaştırmışlar.
Valodya, geleceği sabah biraz gecikmiş. Nadejda Konstantinovna, biraz beklemiş; sonra bari bu arada, kısa süreliğine markete gidip evin ihtiyaçlarını alıp döneyim deyip dışarı çıkmış.
Tamirci belki biraz daha gecikecektir, gelse bile artık on dakika kapının önünde bekler diye düşünüyormuş.
Aksilik bu ya, daha Nadejda babuşkanın dışarı çıkmasının hemen ardından, beş dakika sonra Valodya gelmiş.
Kapının zilini çalmış.
İçeriden:
“Kto vı? (Kimsiniz?)” diye soran bir ses gelmiş.
Valodya:
“Baloda” diye cevap vermiş.
Tamirci, kapı açılacak diye beklemiş ama açılmamış.
Yine kapının zilini çalmış.
Yine içeriden:
“Kto vı? (Kimsiniz?)” diye soran bir ses.
Valodya, yine:
“Baloda” diye cevap vermiş.
Meğer “Kto vı? (Kimsiniz?)” diye soran bizim geveze papağanmış. Nadejda babuşka, her kapı çaldığında hep böyle sorarmış, papağan da oradan öğrenmiş.
Bu böyle, belki on kez, belki daha fazla; yirmi dakika kadar devam etmiş.
Sonunda zavallı Valodya, bitap halde, kapının önünde yere düşüp bayılmış.
Zaten sabahın erken saatlerinden beri oradan oraya koşturmaktan, çalışmaktan yorgun düşmüşmüş.
Biraz sonra Nadejda Konstantinovka, elinde market torbalarıyla dönüp, kapının önünde yatan Valodya’yı görünce şaşırmış, yüzü dönük olmadığı için de tanıyamamış.
Adamcağızın omuzunu dürtüp:
“Kto vı? (Kimsiniz?)” diye sormuş.
İçeriden bir ses yani bizim geveze papağan:
“Baloda” diye bağırmış!