“Casusluk” suçundan başlatılan soruşturmada İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu bu kez “siyasal casusluk” suçundan tutuklandı.
Bu gelişme beni birkaç yıl öncesine götürdü. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde potansiyel rakibi görülen İmamoğlu’nun yargı kıskacına alınmaya başladığı tarihlere.
Bir karikatür görmüştüm sosyal medyada. Gecenin bir saati. Belki de sabaha karşı. Evin kapısında pijama terlik yarı uykulu, şaşkın İmamoğlu. Kolunun altında dosyalarla bir savcı, arkasında da bir polis. Savcı İmamoğlu’na “Hakkınızda ihbar var! Babanız imam değilmiş” diyor. Karikatürün üstünde de “İmamoğlu’na soruşturma üzerine üstüne soruşturma açılıyor” yazıyor. Karikatürde anlatılmak istenen gerçeğin ta kendisi. Açılan soruşturmalardan sonuncusu “casusluk” suçlaması.
İleride “babasının imam olmadığına” dair de dava açılır mı bilemem!
Necati Özkan ve Tele1’den Merdan Yanardağ da aynı suçtan tutuklu. TELE1’e de kayyım atandı. Gelişmelere tepki yoğun. Kamu vicdanı rahatsız. Bir yurttaş tepkisini şöyle dile getirmiş:
“Artık, anlamlı sözün bittiği yerdeyiz. Bu iktidar ne yazılardan ne gösterilerden ne de kararlara karşı gösterilen haklı tepkilerden sonuç çıkarıyor, verdiği kararları akıl sürecinden geçiriyor.”
Bir yurttaş ise şu uyarılarda bulunmuş:
“Söz konusu gelişme rejimin medya üzerindeki baskısını bir adım daha ileri götürerek, ‘yayınlara bir süre ara verme’ yerine TV’ye toptan el koyma’ aşamasına geçtiğini göstermektedir. Zira kayyum konulan bir kurum, artık bir türlü bu yönetimden kurtulamamaktadır. Böyle bir yol açıldığında, sıranın mevcut diğer iki bağımsız kanal olan Halk ve Sözcü TV’lere de gelmesi ve artık izlenebilecek tek kanal kalmaması tehlikesi vardır. Tabii bu şekilde CHP’nin de sesi kesilecek ve milyonlarca takipçisi olan mitingler izlenemeyecektir.”
Bir başka yurttaş da, “Hukuk tanımayan bir rejimin bu baskı dozunu artırmasına yandaşlaşan yargı dahil, hiçbir engel bulunmamaktadır. AB ve Batı dünyası bu gelişmelere kayıtsızdır. ABD’den de gerekli ‘meşruiyet’ alındı. Her gün bir önceki günden daha kötü oluyor” diyerek umutsuzluğunu dile getirmiş.
Profesör Dr. Firuz Demir Yaşamış, 1 Ağustos tarihli yazımızda belirtildiği üzere, İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınmasını, ardından tutuklanmasını “yargısal darbe” olarak nitelendirmişti. Prof. Yaşamış, TELE1’e kayyım atanmasını ve üst yönetimin gözaltına alınmasını da “yargısal darbe” olarak nitelendiriyor ve şunları söylüyor
“Yargısal darbe yalnızca yargı organlarının hukuk dışı karar üretmesi anlamına gelmez. Aynı zamanda otoriterleşme sürecinin kurumsal bir aracı olarak işlev gördüğünü ortaya koyar. Elde edilen bulgular, TELE1 olayının meşru kamu yararıyla açıklanamayacağını, ölçülülük ilkesinin ihlal ettiğini ve temel hak ve özgürlükleri yargı kararıyla ortadan kaldırdığını göstermektedir.”
Yaşamış, TELE1 olayını Türkiye’de yargının siyasal araçsallaştırılması yoluyla demokrasinin kurumsal temellerinin aşındırıldığı yargısal otoriterleşme evresinin somut bir örneği olarak değerlendiriyor.
Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ilkelerinden vs. ciddi bir şekilde uzaklaştığı uluslararası düşünce kuruluşlarının yıllık raporlarına da yansıyor. Örneğin, kısa bir süre önce yayınlanan 2025 Hukukun Üstünlüğü Endeksi de Türkiye’de hukuk devletinin aşındığını gösteriyor.
“World Justice Project” ‘in 2025 Hukukun Üstünlüğü Endeksi sonuçları, Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve demokratik normların ciddi bir gerileme içinde olduğunu göstermekte. Türkiye’nin hukukun üstünlüğünde çeşitli kategorilerde sınıfta kaldığı, düşük performans sergilediği gözleniyor. Türkiye, 143 ülke arasında 118. sırada yer alıyor. Özellikle “hükümet gücüne getirilen sınırlamalar” (0,28; 136. sıra) ve “temel haklar” (0,30; 134. sıra) kategorilerindeki düşük performans, yürütme erkinin kurumsal denetim mekanizmalarından büyük ölçüde bağımsızlaştığını ortaya koymakta. Adeta söz dinlemez, nasihat dinlemez “haylaz” bir öğrenci konumunda.
Buna karşın “düzen ve güvenlik” göstergesindeki görece yüksek skor (0,71; 79. sıra), otoriter rejimlerde sıkça görülen biçimde, hukukun üstünlüğü zayıflarken kamusal düzenin yönetsel baskı araçlarıyla sürdürüldüğüne işaret etmekte.
Türkiye’nin 2024–2025 döneminde yüzde 1,9’luk düşüşle “hukukun üstünlüğü en fazla gerileyen ülkeler” arasında yer alması, otoriter popülizmin kurumsal yansımalarının hukuk devleti ilkesini sistemli biçimde aşındırdığını gösteriyor.
Yaşamış, 2025 verilerini şöyle değerlendiriyor:
“Endeks verileri Türkiye’nin hukukun üstünlüğü alanında sistemli bir çözülme süreci yaşadığını ortaya koymakta. Türkiye’nin son derece düşük skoru, kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığını, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yürütme gücünü kurumsal denetimden bağımsızlaştırdığını göstermekte. Özellikle Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, yargı mensuplarının görevden alınması veya sürgün edilmesi gibi olaylar bu düşüklüğün arka planını oluşturmakta.”
Yaşamış’ın belirttiği gibi, 2025 verileri Türkiye’de hukuk devletinin biçimsel varlığını sürdürmek ile birlikte işlevsel olarak büyük ölçüde aşındığını göstermekte. Kurumsal denge-denetim mekanizmalarının etkisizleşmesi, yürütme gücünün yoğunlaşması ve temel hakların sınırlanması Türkiye’yi otoriter rejim kategorisine yaklaştırmakta. Veriler, Türkiye’de hukuk devleti ilkesinin yalnızca zayıflamakla kalmadığını, aynı zamanda yapısal bir dönüşüm geçirerek otoriter-popülist bir yönetişim modeline uyumlu duruma geldiğini gösteriyor.
26 Şubat 2024 tarihli bir yazımda, 2024 yılı “Küresel Demokrasi Raporunda Türkiye’nin “hibrit demokrasi” ülkeleri arasında görüldüğünü yazmıştım.”Seçim süreci”,”işlevsel bir hükümet”, “siyasi kültür”, “sivil özgürlükler” ve “iç çatışmalar” değerlendirilerek hazırlanan raporda, Türkiye, 167 ülke arasında 102. olarak hibrit rejim kategorisinin alt sıralarda yer alıyordu. Hibrit rejim genellikle, otoriter özelliklerle, demokratik özelliklerin bir kombinasyonu karma bir siyasi sistem olarak niteleniyor.
Görüleceği üzere Avrupa ülkeleri ve ABD Türkiye’deki gelişmelere kayıtsız gibi izlenim verseler de, bu ülkelerdeki demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile ilgilenen düşünce kuruluşları, diğer ülkeler gibi Türkiye’yi de bu açılardan değerlendiriyorlar. Beğenelim, beğenmeyelim her yıl yayınladıkları raporlar, bu alanlardaki ülkemiz karnesi hakkında fikir veriyor.
AKP iktidarının politikasında ciddi, anlamlı bir değişiklik olmadıkça, bu karne notlarında düzelme, iyileşme beklenmemeli.
İlgili yazılar:
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
 
					 
							
 
			
 
			