Amerika kıtasının keşfini anlatan Cennetin Fethi 1492 filminin bir sahnesinde Kristof Kolomb yeni keşif yolculuklarına maddi kaynak sağlamak amacıyla İspanya Kraliçesi’ne gider ama önce onun danışmanı ile buluşur.
Ona anlatır muhtemel yeni bir kıtanın keşfinin neler getireceğini. Altınlardan bahseder, zenginliklerden, yeni topraklardan fakat kraliçenin danışmanı fikri beğenmez ve ona “Sen bir hayalperestsin, hayal görüyorsun” der.
Kolomb onu kolundan tutar pencerenin kenarına götürür ve ne gördüğünü sorar. Cevap olarak, “Yelkenli gemiler görüyorum, kilise görüyorum saray görüyorum, medeniyet görüyorum” der danışman. Kolomb’un cevabı ise; “İşte onların hepsini benim gibi hayalperestler yaptı” olur.
İnsan ile ilgili olarak gerek felsefede gerek siyasette kısa çarpıcı tanımlar yapılmıştır. Mesela, “İnsan politik bir hayvandır” ya da “İnsan düşünen hayvandır” gibi. Bence insan hayal kurabilen bir hayvandır. Harrari’nin Sapiens kitabındaki ana önermesini de temellendirdiği gibi, insan önce hayal kurmuştur sonra bu hayalleri hikâyeleştirmiş, bireyden bireye aktarımını sağlamış ve en sonunda da bunu herkes tarafından paylaşılan ortak bir değer haline getirmiştir. İnsanın diğer canlılardan farklılaşıp daha gelişmiş bir tür olarak yaşamını sürdürmesi ve tüm gezegene hâkim olmasının kaynağını bu temele dayandırır.
İnsansı atalarımızın diğer canlılardan henüz çok da farklılaşmadığı dönemlerde muhtemelen kendi aralarında bir iletişim şekli vardı ve gördükleri somut nesneleri tanımlıyorlardı. Nehir, ağaç, mamut, meyve, dağ vb. Muhtemelen bir gün aralarından bir dağa baktı ve dedi ki, “Acaba şu dağın ardında ne var?” Merak etti o bilinmezi ve hayal kurmaya başladı. Belki şimşekleri yaratan bir adam oturuyor ve yağmur yağdırıp onları fırlatıyordu yeryüzüne, o kadar büyüktü ki ayağını vurduğunda gök gürlüyordu. Denize baktı hayal kurdu, dağda varsa denizde de olmalı böyle birisi diye düşündü. Bu hayal hikâyeleşti, yayıldı yayıldı ve günün birinde birisi dağdakine Zeus, denizdekine ise Poseidon dedi. Ve sonra bu hikâyenin çevresinde birleşti bir sürü insan.
Harrari diyor ki, “Herkes aynı hayal ürününe inandığı sürece herkes aynı kurallara uyar ve itaat eder.”
Peki herkes aynı hayal ürününe inanıp aynı kurallara uymaya başladığında hayallerimiz nasıl şekilleniyor? Var olmayanı hayal etme insanın en önemli zihinsel yeteneğidir. Var olmayanı hayal etmeye çalışırken yaşamımızda var olan normların ve kuralların sınırlarına takılıyor muyuz? Başka bir deyişle hayallerimizde ne kadar özgürüz? Yetişkinliğimizde çevremizdeki toplumsal normları ve düzeni anlamaya ve ona göre yol almaya başladığımızda çoğumuz çocukken kurduğumuz hayalleri maalesef kuramıyoruz. Bir sınıfta öğretmen serbest bir konu üzerine tüm çocuklara resim çizmesini söylemiş ve sıra aralarında dolaşmaya başlamış. Bir çocuğa ne çizdiğini sormuş. Çocuk, “Tanrıyı çiziyorum” demiş. Öğretmen, “Ama kimse bilmiyor ki tanrının nasıl göründüğünü” dediğinde çocuk, “Resmim bittiğinde birazdan görecekler” diye cevap vermiş.
Türkiye’de 2016 yılında ilk kez yapılan ve araştırma şirketi Future Bright ile gerçekleştirilen çalışmaya göre insanların yüzde 49’u çocukken hayal kurmaya başlıyor ve hayal kurma, yaş ilerledikçe dramatik şekilde azalıyor. Yetişkinlerin sadece yüzde 14’ü hayal kurduğunu belirtiyor. Her 10 katılımcıdan 5’inin ise en büyük hayali “sadece bir meslek sahibi olmak.”
Hayal kurmak demek, sınırları zorlamak demektir. Aslında hepimiz hayallerimizin sınırları kadar özgürüz, hayallerimizin sınırı kadarız. O sınırın nerede olacağı ise bizim elimizde. Ama sadece elimizde bulunanlara odaklanırsak, sadece onların yarattığı seçeneklere göre hayal kurmaya başlarız. Şunu da unutmamak lazım ki hayal gücüyle sadece algılarımız, ruh halimiz tutkularımız, motivasyonumuz ve belki belirli oranda fizyolojimiz üzerinde etkiler yaratabiliriz. Maalesef hayallerimizin henüz var olan gerçekliği değiştirmeye gücü yok.
Gonçarov’un kahramanıyla aynı ismi taşıyan Oblomov adlı romanında bu karakteri ile ilgili şöyle bir söz geçer:
“En çok korktuğu şey hayaldi. Bu iki yüzlü yol arkadaşı, bir bakıma dost bir bakıma düşmandı. İnanmadığın zaman dost, tatlı akışına kapılıp gittiğin zaman düşman..”
Ve ekler Ivan Gonçarov, “Batı’da hayaller gerçekleştirmek için kurulur, Doğu’da gerçeklerden kaçmak için…” Bu sözün ne kadar doğru olduğunu anlamanın yolu belki de en son hangi hayali kurduk ona bakmak.