İnsanlar kendilerini farklı ifade etme ya da sorunlara farklı yaklaşma eğiliminde oluyor.
Belli düşünceler üzerinden birbirleriyle bağ kuruyorlar. Böylece yalnızlıklarını atıp birbirlerinden güç almaya başlıyorlar. Fakat tuhaf olan şu ki birbirlerinden güç alınca aşırılıkları ortaya çıkıyor ve korkutucu oluyorlar.
İdeolojiler belirli bir düşünce sistemine göre hareket edilmesine ya da gerçeğin bu yolla açıklanmasına dayanıyor. Siyasi, hukuki, felsefi, ahlaki, dini temelleri oluyor elbette. Fakat ideolojiler hiçbir zaman mutlak doğruyu ya da yanlışı ifade etmiyor. Çünkü insan, toplum ve ihtiyaçlar sürekli değişiyor.
Doğa bilimlerinde olduğu gibi kesin bir takım yasalara sahip değiliz. Yine de yüzyıllardır sürüp gidiyor ideolojiler. Demek ki önemli bir işlevi yerine getiriyorlar. Althusser’e göre ideoloji, bireylerin yaşama dair kurdukları hayali düşünceler ve bir hayat pratiğini ifade ediyor. Sally Haslanger ise şaşırtıcı şekilde ideolojilerin işlevini, maskeleme veya yanılsama yoluyla egemenliği istikrara kavuşturma olarak açıklamış.
Bugün ayrım noktaları hayli karmaşık hâle gelse de dünyanın her yerinde kendilerini sağ ya da sol diye niteleyen hareketler önemini koruyor. Geleneksel olarak “sol” sosyal devleti, işçileri ve sendikaları, “sağ” ise devletin daha az müdahalesini, orta sınıfı ve iş kesimlerinin çıkarlarını gözeten ideolojiler.
Ancak dünya gündemini yoğun olarak meşgul eden, salgınlar, şiddetli doğa olayları ve çevre sorunları, küresel ısınma, küreselleşmeye duyulan inançtaki azalma, artan göç trafiği, yükselen milliyetçilik, sosyal eşitsizlik, kadın haklarının artan önemi gibi konular dikkate alındığında sağ ve sol kavramları ne ifade ediyor? Günümüz toplumunun ihtiyaç ve hedeflerini karşılamada tatmin edici ideolojiler mi? Biri diğerine üstünlük kuruyor mu?
İdeolojiler halen önemli mi ve nasıl şekillenecek? Aslında 1960’larda Daniel Bell ideolojilerin artık sona ermekte olduğu yönünde bir tez atmıştı ortaya. Bu tezin en önemli nedenlerinden biri özellikle Batı Avrupa ülkelerindeki hızlı refah artışı ve sosyal sınıflar arasındaki farkların azalmasıydı. Bell’in bir diğer gerekçesi ise modern toplumun gittikçe artan şekilde sekülerleşmesiydi. Bununla birlikte Bell gelişen dünyada etnisite, din ve milliyetçiliğin politik tavırlar açısından önemini koruduğunu söylüyordu.
Batı Avrupa ülkelerinde sosyal modernleşme ile dinin politik hayata etkisi azalsa da daha farklı durumda olan ülkeler ve bölgeler söz konusuydu. Neticede ana trendler göz önüne alındığında ideolojiler arasındaki farkların azalmakta olduğunu söylüyordu Bell. Fakat ona karşı çıkanlar da vardı ve daha sonra yapılan bazı çalışmalar Bell’i doğrulamadı.
Örneğin California Üniversitesinden Russell J. Dalton’a göre ideolojinin dünyanın herhangi bir bölgesinde sona erdiğini iddia etmek için erken. Birçok toplumda geniş kitleler kendilerini sağ ve sol diye tanımlamaya devam ediyor. Ancak sosyal modernleşme, ideolojik kutuplaşmanın içeriğini ve bölünmenin derecesini değiştiriyor elbette.
Görünüşe göre günümüzde artan kamuculuk ihtiyacı, modern ve etkili devlete olan ihtiyaç, eğitim ve fırsat eşitliğinin daha fazla desteklenmesi gereği, küreselleşmeye olan inanç azalsa da küresel iş birliğinin artan önemi, göç hareketleri, ulusalcı refleks, kadın hakları, çevre gibi konular bütün siyasi hareketlerin dikkate alması gereken önemli konular. Bu açıdan bakınca da ideolojilerin ortak noktalarda buluşma ihtiyacı söz konusu.
Yine de insanlar kendilerini bir takım kalıplar içinde tanımlamaya devam ediyor. Buna ilaveten siyasi kurumların varlığını sürdürmesi için kalıplar ve ayrımlar bir çerçeve oluşturuyor. Fakat eskiye ait bir takım argümanlarla toplumun kutuplara ayrılmaya çalışılması gerçekliğe uymadığı gibi toplumu yapay bir şekilde bölmekten öte bir işe de yaramıyor. Yapılması gereken insanlığın bugüne kadarki ortak deneyimleri ve ortaya çıkan yeni eğilim ve gelişmelerin esas alınarak, insanı, temel ihtiyaçlarını ve özgürlüğünü temel alan bir pozisyon geliştirmek.
İnsanlığa yönelik tehditlere karşı ortak bir mücadele ve iş birliği de önemli. Türkiye’de ise çoğunlukla kimlikler üzerinden yürüyen bir tartışma ve bölünme söz konusu. Ancak ne bu bölünmenin ne de bu yöndeki tartışmaların toplumu götüreceği bir yer var. Aykırı bir ses olarak Dalay Lama ise şöyle diyor:
“Bir ideolojiye inanmaya ihtiyacımız yok aslında. Her birimiz için gerekli olan tek şey, iyi insani niteliklerimizi geliştirmek. Evrensel sorumluluk duygusuna duyulan ihtiyaç, modern yaşamın her yönünü etkiliyor.”
Sonuç olarak, insanları tercih ettikleri kalıplar içinde tutan ideolojilerin sona ereceğini söylemek kolay değil. Ancak her şeyi çok açık bir değişime uğratan günümüzün olağanüstü koşulları nedeniyle kalıpların ters yüz olma ihtimali de görmezden gelinemez. Şunu asla unutmamak gerekiyor: İnsanoğlu her türlü ideolojiden öncedir ve hepsinin üstündedir.
Not: Samih Güven’in bu yazısı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.