Pazar, 5 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
ManşetSerbest Kürsü

İstanbul’un geleceği için tehlike: Kanal İstanbul

Gürsel Demirok
Son güncelleme: 5 Ekim 2025 17:24
Gürsel Demirok
Paylaş
Paylaş

“Kanal İstanbul’un değerlendirildiği bilirkişi raporu tamamlandı. Raporda, projenin kentin su kaynaklarını yok edeceği, ekosistemi parçalayacağı ve kültürel mirası tehdit edeceği belirtildi. Deprem, tsunami ve heyelan risklerinin göz ardı edildiği vurgulanırken su güvenliğinin riske gireceği kaydedildi.”

Kanal İstanbul davasında Danıştay’a sunulan ve kısa bir süre önce açıklanan 400 sayfalık bilirkişi raporuna ilişkin haftalık Gazete Kadıköy’ün 2 Ekim tarihli haberinden yukarıdaki ifadeler. Haberde, raporda en dikkat çeken başlıklardan birinin İstanbul’un içme suyu güvenliği olduğuna işaret ediliyor.

2020 yılında gündeme gelen ve güncel davada iptali istenen “ÇED Olumlu” kararına karşı açılan iptal davasında sunulan ve bilimsel bir heyetçe hazırlanan raporda, arkeolojik ve kültür varlıkları konusunda ciddi tesbit ve uyarılar yer alıyor.

Aynı rapora geçenlerde T24’te Çiğdem Toker de dikkat çekmişti. “Kanal İstanbul ÇED raporunda neler yok?” başlıklı yazısında araştırmacı yazarlarımızdan Toker, “Kanal İstanbul, birçok araziyi ve yapıyı su altında bırakacak. İptali istenen ÇED Raporu’na göre etki alanı içinde kalan tarım arazileri ile kullanım amaçlı yapıların tesbiti inşaat öncesi yapılacak” demiş, İstanbul’da geri dönüşü olanaksız zarar verecek olmasına karşın, iktidarın Kanal İstanbul projesinde yapımında direttiğini vurgulamış Toker.

Bu yazıları okuyunca CHP Başkanı Özgür Özel’in her çarşamba İstanbul’un çeşitli semtlerinde düzenlendiği yoğun katılımlı mitingler aklıma geldi. “Bu mitinglerde, Kanal İstanbul projesinin yapılması halinde su kaynaklarının zarar göreceği, sismik ve çevresel risklerin yanı sıra, arkeolojik ve kültürel varlıklarla ilgili kaygılar neden dile getirilmiyor, İstanbullular neden uyarılmıyor?” diye kendi kendime sordum. Keza, “Neden İstanbul’un geleceğine ilişkin tehlikelere işaret eden rapor TV kanallarında, yazılı medyada  tartışılmıyor, kamuoyunun dikkatine getirilmiyor?” diye sordum.

Uzmanlar, kentin 20 günlük su ihtiyacını karşılayan Sazlıdere Barajı’nın proje sonrası işlevsiz hale geleceğini belirtiyor. Ayrıca, Terkos Gölü’nün yağmur sularıyla beslenemeyeceği için veriminin düşeceği ve yeni baraj projelerinin gündeme gelmesinin kaçınılmaz olacağı ifade ediliyor. 

Raporda yer alan hususlar ve uyarılar İstanbulluların dikkatine getirilmeli, projede ısrar edilmesi halinde ne tür sıkıntılarla, sorunlarla karşılaşacakları İstanbullulara anlatılmalı.

Örneğin, İstanbul’un içme ve kullanma suyuna olan talebin her geçen yıl arttığı kaydedilirken raporda şu bilgilere yer verilmiş:

 “İstanbul’un günlük su tüketimindeki artışın başlıca nedenlerinden biri nüfus artış hızının yüksek olmasıdır. 2015 yılında 14,6 milyon olan şehir nüfusu son on yılda 1,5 milyondan fazla artış göstererek 2024 yılında 16 milyona yükselmiştir. Bir yandan yaşam standardı ve nüfus artışına bağlı olarak suya olan talebin her geçen yıl artması, öte yandan iklim değişimi nedeniyle yağışlarda görülecek düzensizlik ve yaşanması muhtemel hidrolojik kuraklık nedeniyle önerilen çözümlerin pozitif etkisi olsa da (inşa edilecek barajların) ihtiyacı karşılaması mümkün gözükmemektedir. ÇED Raporu’nda sunulan önlemler kısmen çözüm olsa da yeterli görülmemiştir.”

Rapora göre, Kanal İstanbul’un inşa edilmesi halinde Küçükçekmece Lagünü (Gölü) de geri dönülmez şekilde zarar görecek. “Sazlıdere Barajı’nın ortadan kaldırılması ile lagündeki tuzluluk seviyesi artacak, lagün özelliğini kaybedecek. Bunun sonucunda biyoçeşitlilik zarar görecek, tür çeşitliliği tamamen değişecek, ortaya çıkan yeni ekolojik şartlarda mevcut türlerin önemli bir kısmı yaşama şansı bulamayacak” uyarısı yapılıyor.

Yeraltı suları bakımından da tablo endişe verici. Raporda, Kırklareli kireçtaşı akiferinin (*) tuzlu suyla dolma riski bulunduğu, bu durumun İstanbul için stratejik önemdeki tatlı su rezervlerini kaybetmek anlamına geleceği belirtiliyor. ÇED Raporu’nda bu risklerin görmezden gelindiği ve yeterli hidrojeolojik modelleme yapılmadığı ifade ediliyor. Uzmanlar, “geçirimsizlik sistemi” adı altında öngörülen teknik önlemlerin bilimsel açıdan uygulanabilirliğinin belirsiz olduğunu, en ufak bir sızıntının bile hem Terkos hem de çevredeki akiferler için geri dönüşsüz kayıplara yol açacağını kaydediyorlar.

Bilirkişi raporunda, Kanal İstanbul projesine ilişkin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecini ayrıntılı biçimde mercek altına alınıyor. Raporda, projenin İstanbul’un su kaynakları, ekolojik dengesi, ormanları ve kültürel mirası üzerinde geri dönülmez tahribatlara yol açacağı tespit edilirken; deprem, tsunami ve heyelan risklerinin ÇED Raporu’nda yeterince değerlendirilmediği, maliyet ve kamulaştırma hesaplarının eksik bırakıldığı belirtiliyor. 

Bilirkişi heyeti, tüm bu gerekçelerle 2020 yılında verilen “ÇED olumlu” kararının iptal edilmesi gerektiğini vurguluyor..

ÇED raporunun tarihçesi

Bilirkiş tarafından iptali istenen ÇED Raporu vesilesiyle eski Çevre müsteşarlarından Mülkiye’den sınıf arkadaşım Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış’a ÇED’in tarihçesini sordum. Yaşamış, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) kavramını 1970’lerde Türkiye’ye kendisinin getirdiği sistemlerden biri olduğunu anımsatarak, o tarihlerde üzerinde çalıştıkları çevre kanunu taslağının bazı değişikliklerle 1983’te yasalaştığını ancak uygulama yönetmeliğinin 1993’te yayınlanabildiğini ve ÇED’in başladığını söyledi. Bugüne kadar sayısız  değişikliğe uğrayan ÇED’in ruhunun zamanla kaybolarak bir bürokratik formaliteye dönüştüğünü belirterek şunları vurguladı:

“ÇED çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesi yolunda bugüne kadar geliştirilmiş en etkili çevresel yönetim, planlama ve karar alma sürecidir. ÇED etkili bir süreçtir. Zira, ÇED kararı kirlilikler henüz ortaya çıkmadan, proje tasarım aşamasındayken ve kaynaklar kesin olarak tahsis edilmeden önce alınması gereken karardır. Bu anlamda, ÇED süreci en ekonomik çevre koruma aracıdır. Kirliliklerin arıtılması gibi oldukça pahalı bir yaklaşım yerine, önerilen projenin kirletme gizil (potansiyel) gücünü önceden görerek ve kestirerek kirlenmenin ortaya çıkmasını önleme hedefine yöneliktir. Böyle olmakla birlikte, uygulamada ve bugüne kadar ortaya çıkan biçimiyle, ülkemizde ÇED süreci farklı, yanlış ve sakıncalı algılamalara da konu olabilmektedir.”

ÇED’in etkili olabilmesi açısından temel ölçütlere ve ÇED raporunun taşıması gereken özelliklere de işaret eden Yaşamış, bu ölçütlere ve özelliklere ülkemizde pek itibar edilmediğine işaret ederek  İstanbul Kanalı Projesi’ni örnek gösteriyor. “Çünkü İstanbul Kanalı’nı gerçekleştirecek irade yansız değildir. Çevreyi korumak bu irade için bir endişe kaynağı değildir. Çevre yönetimi gelişmiş ülkelerde sakıncalı durumların ortaya çıkması halinde projeye izin verilmez” diyor. Bu konuda çeşitli ülkelerden örnekler veriyor. Çeyrek asırlık AKP iktidarında pek çok kurum ve kavram için anlam ve önem değişikliğe uğradığı gibi ÇED in anlam ve öneminin değişikliğe uğradığı görülüyor.

Çevreyi korumak mevcut iktidar için bir endişe kaynağı olmayabilir. Çevre iktidarın öncelikli konusu olmayabilir. Kanal İstanbul’un İstanbul’un geleceği için taşıdığı tehlikeleri de mevcut iktidar pek önemsemeyebilir. Bu konular, iktidarın olmasa da muhalefetin öncelikli konuları arasında yer almalı. İstanbul’un geleceği için riskler taşıyan Kanal İstanbul projesi gibi çevresel riskler barındıran her proje konusunda başta CHP, muhalefet partileri toplumu aydınlatmalı, iktidarı uyarmalı. Keza medya ve sivil toplum kuruluşları da bu tür konularda duyarlılık göstermeli.

(*) Akifer: Yeraltının ekonomik olarak uygulanabilir miktarda suyu bir kuyuya veya kaynağa üreten doymuş bölgesi. Örneğin, kum ve çakıl veya çatlaklı temel kaya genellikle iyi akifer malzemeleri oluşturur.

İlgili yazı:

Kanal İstanbul gündemde mi?

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanGürsel Demirok
Takip et:
Emekli diplomat. 1945 yılında doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni 1964 yılında bitirdi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 1969'da Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Türkiye Daimi Temsilciliğinde görevli olduğu yıllarda (1974-1977) BM Genel Kurulu 4, Komite (Decolonisation Committee) Raportörlüğüne seçildi. Kuveyt”in, Irak tarafından işgal edildiği tarihlerde, Kuveyt Büyükelçiliğimiz Müsteşarı idi. 1993-1997 yılları arasında Mainz Başkonsolosu olarak görev yaptı. Bu görevde iken girişimlerde bulunarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 1917’de Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya’ya yaptığı ziyaret anısına Türk heyetinin kaldığı görev bölgesindeki Bad Kreuznach Park Hotel‘de 23 Nisan 1997 de Atatürk Salonu açılmasını ve ziyaret anısına otelin girişine bir yazıt konulmasını sağladı. Açılış görkemli bir törenle gerçekleştirildi. Otel bugün Türklerin etkinlikler düzenledikleri bir mekâna dönüştü. 1997 yılında Dışişleri Bakanlığı müşaviri olarak atandı. Bakanlık müşaviri iken, Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Sekreterya Başkanı oldu. 57. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti döneminde hazırladığı ilerici insan hakları raporu AB Kopenhag Kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalarda referans belgesi olarak kullanıldı ve “Demirok Raporu “olarak anıldı. 2000-2004 yılları arasında Zürih Başkonsolosu olarak görev yaptı. Zürih Başkonsolosluğu binasında Park Hotel’deki Atatürk Salonuna benzer bir Atatürk Salonu açtı. Salonda Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ilişkin belge ve fotoğraflar yer almakta. Bu salonda da Türkleri buluşturan etkinlikler düzenlenmekte. Mainz ve Zürih‘te Başkonsolos iken vatandaşlarımızla birlikte olmaya, derneklerinin düzenledikleri etkinliklere katılmaya, çocuklarımızı okullarında ziyaret etmeğe, gençlerin sportif müsabakalarına katılmaya büyük önem verdi. 2004 yılında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'ın başdanışmanı oldu, 2005 yılında MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanı olarak atandı ve bu görevindeyken 2010 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı'na atanmış ilk sivil görevlidir. Atatürk’ün Almanya gezisi ve Avrupa’daki Türkler üzerine kitapları var. Emekli olduktan sonra medyada köşe yazıları kaleme almaya başladı .
Önceki Makale Irak: Kendi gölgesini arayan ülke

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

Irak: Kendi gölgesini arayan ülke

Metin Duyar
5 Ekim 2025
ManşetSerbest Kürsü

Çin küresel dengeleri değiştiriyor

Yıldırım Aktuğan
5 Ekim 2025

Mehmet Şüküroğlu çiziyor

Mehmet Şüküroğlu
5 Ekim 2025
GünlükManşet

Beyaz Saray’da kim masum?

Medya Günlüğü
5 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?