2025″e merhaba dediğimiz şu günlerde herkese önce sağlık, bol şans ve hayallerinin gerçekleşmesini dilerim. Ülkem ve dünya adına isteyeceğim tek dilek ise, savaşların bir an önce bitmesi, halkların barış ve kardeşlik içinde yaşaması olacaktır.
Her yeni yıl geleceğe umutla bakıp planlar yaparken bazen de geçmişin muhasebesini ve değerlendirmesini yaparız. Geçmiş ve anılarımız, bizim belleğimizin en temel parçalarıdır. Bu satırları yazmayı planlarken bir an geçmiş yıllar gözümde canlandı, her şey siyah beyaz bir film şeridi gibi akıp geçti.
Paranın ve varlığın az, dostluğun, arkadaşlığın, vefanın ve saflığın daha çok olduğu yıllardı. Kimse kimsenin dinini, inancını, yaşam tarzını, kökenini sorgulamaz sadece insan olduğu için değer verirdi. Ne Ramazanlarda tutulan oruçlar sorgulanır ne de camiye giden/gitmeyenler takip edilirdi. Yılbaşı-Noel tartışmaları bilinmez herkes gücü oranında yılbaşını çoluk çocuğuyla kutlardı. Karşılıksız yardım, komşuluk, zor durumda kalana el uzatmak yaygındı. Kimse gösteriş nedir bilmezdi. İbadet de gizliydi, kabahat da…
Kavgalar, küslükler, dargınlıklar olsa da araya giren büyüklerin ve bayramların hürmetine bunlar unutulur giderdi. Teknolojinin çok fazla gelişmediği, insanların birbirleri ile daha çok iletişim kurduğu, sanal ve global dünyalar yerine, küçük ama mutlu dünyalarımızın olduğu zamanlardı.
Bayramlarda aile büyükleri mutlaka ziyaret edilir, eller öpülür, çocuklar harçlık, anne babalar büyüklerin hayır dualarını alırdı. Henüz mektup ve simli/pullu tebrik kartları tarihin tozlu raflarında yerini almamış, cep telefonu, bilgisayar, tablet gibi araçlar icat edilmemişti.
Yaz sebze ve meyvelerini yazın, kış sebze ve meyvelerini de kışın yediğimiz zamanlardı… Nüfusun bu kadar çok, seracılığın ve ithalatın bu kadar yaygın olmadığı yıllardı. Ne fast food beslenme bilinirdi ne de üzerinde adınızın yazdığı plastik bardaklarda çeşit çeşit kahvelerin satıldığı cafeler vardı…Hazır yemekler, serpme kahvaltılar, pizzalar ve sepetlerden eve yemek getirmeler henüz icat edilmemişti.
Köylü köyünde, tarlasında ekip biçer, hayvanını beslerdi. Tüm tavuklar özgürdü ve diledikleri gibi gezerdi. Bahçedeki ve tarladaki ürünler hormonsuz ve ilaçsız doğal olarak yetiştirilirdi. O zamanlar köylerin çoğunda elektrik su bulunmaz, aydınlanmak için gaz lambası ve her türlü iş için su kuyuları kullanılırdı. Traktörün olmadığı yerlerde at, eşek öküz gibi hayvanlar ihtiyaçları görürdü.
Kentlerde yaşayanların çoğunluğu kıt kanaat geçinir, kendi işinde gücünde çoluk çocuğuyla yaşamaya çalışırdı. Bir yandan ev işleri, öte yandan çocukları ile uğraşan annelerin işleri hiç bitmezdi. Çamaşırlar makine yerine gaz ocağı üstündeki kazanlarda kaynatılır ve leğenlerde elle yıkanırdı. Bulaşık, temizlik, ütü, yemek, alışveriş gibi aklınıza gelecek tüm ev işleri, hiç yorulmak ve yakınmak bilmeyen fedakar annelerimiz sayesinde tamamlanırdı.
Kimse kışın domates, sivri biber, patlıcan yok diye hayıflanmaz, yazdan kuruttukları sebzeler ve yaptıkları salçalarla idare ederdi. Yazın ailecek açık hava sinemalarında gidilir, kışın kömür sobaları üstüne kestane kebap yapılırken radyo tiyatrosu dinlenirdi. Komşuluk, akrabalık gibiydi, bazen evlerde kalmayan soğan, patates veya bir fincan kahve en yakın komşudan istenir, komşu çocukları kendi çocuğu gibi bakkala gönderilirdi.
Büyük AVM’ler yerine semt pazarları ve mahalle bakkalları, plastik kartlar yerine veresiye defterleri kullanılır, temel bazı ihtiyaçlar ise herkesin köyündeki yakın akrabalarından temin edilirdi.
Sokaklarda oynamaktan dizleri, dirsekleri yara bere içinde olan çocuklar yamalı pantolon, yamalı çorap ve aşınmış yakaları ters yüz edilmiş gömlek giymekten hiç utanmazdı. Evde anne babadan, okulda öğretmenlerden yenen dayaklar ve işitilen azarlar ile kimse hiperaktive ve dikkat sorunu yaşamaz, okuyan okur, okumayanlar çıraklığa gönderilirdi. Öğretmenlerin vurduğu yerde gül biter, kimse öğretmenleri bir yerlere şikayet etmezdi.
Evlerin baş köşelerinde yerini alan televizyonlar her türlü değişim ve dönüşümün ilk habercileri olurken, o zamanlar kimse bunun geleceği nasıl değiştireceğini tahmin bile edemezdi. Önce komşuluk ilişkileri azaldı, sonra herkes yavaş yavaş kendi evine kapandı ve o küçük kutunun esiri oldu.
Her yönüyle zor yıllardı. Siyasetten ekonomiye, teknolojiden sosyal yaşama kadar her şey bugünkünden çok farklıydı. Ne küresel dünyadan ne de şimdiki gibi anında her şeyi öğrenebildiğimiz sosyal medyadan haberimiz vardı.
Yoksul ve küçük dünyalarımızda belki birçok şey eksikti ama gözlerde ışık, yüreklerde umut vardı. Yaşama sevinci, küçük mutluluklar, yarınlardan ve gelecekten beklentiler hep yüksekti. Sokaklar yorgun olsa bile yüzleri gülen ve birbirini tanımasa da selamlaşan insanlarla doluydu. Büyüğe saygı, küçüğe sevgi göstermeyenler ayıplanır, asık suratlı kavgacı insanlar pek sevilmezdi.
O günlere dair yaşananları ve neler yitirdiğimizi sadece yaşayanlar bilir, yaşamayanlara anlatmak inanın çok zor…
Ne dersiniz, kışın domates, biber, patlıcan bulamadığımız o yıllar mı daha güzeldi? Yoksa şimdi yılın 12 ayı her şeyi bulabildiğimiz, her türlü teknolojik olanaklara sahip olduğumuz günümüz mü?
Her şeye rağmen yüzünüzde gülümseme ve gözlerinizdeki ışık hiç sönmesin, 2025’te bütün işleriniz yolunda gitsin…
İlgili yazılar: