Doğu Akdeniz çanağı tarihin her döneminde zenginlik ve refahın kaynağı olmuştur.
Bu bölge Orta Doğu’nun buğday başta olmak üzere, zenginliklerinin ticaret yoluyla Avrupa’ya ve Anadolu’ya aktarıldığı çok önemli bir coğrafyadır. Bereketli Nil’in son bulduğu Doğu Akdeniz, aynı zamanda Mezopotamya’nın Avrupa ile bütünleşmesini sağlamıştır.
Ticaretin kontrolu sürekli el değiştirmekle birlikte, bölgenin siyasi, sosyokültürel ve dini profili uzun yıllar değişmemiştir. Yirminci yüzyılın başlarından itibaren kabile ve aşiret yapısı, devlete dönüşmekle beraber, farklı dini ve etnik kökene sahip topluluklar barış içinde yaşamayı başarmışlardır. Petrolün bol olduğu bu coğrafya, petrol yüzünden dış güçlerin mücadele alanına dönüşünce bu sakin dönem de sona ermiştir.
İlk Kırılma: 1948’de İsrail devletinin kurulması ile başladı. Bu durum, bölgede siyasi ve dini bir şok yarattı. Bu şok ile İsrail’e karşı bir düşmanlık ve ittifak oluştu. İsrail’in Kudüs ve diğer kutsal yerleri işgal etmesi bu kırılmayı iyice derinleştirdi. Arap dünyasının İsrail karşıtlığı, “Soğuk Savaş”ın askeri ve siyasi dengeleri nedeniyle etkili olamadı.
İkinci Kırılma: 1967 ve 1973 Arap-İsrail Savaşları ve sonrasında başlayan petrol ambargosu idi. ABD açısından bu iki yönlü tehditti. Birincisi küresel ekonomik istikrarı bozan yeni bir ambargo olasılığı, ikincisi petrol fiyatlarının mutlaka kontrol altına alınması gerekliliği idi. Bu maksatla;
1979-1989 Arasında İran-Irak Savaşı
1990-1991 Körfez Savaşı
2003- 2011 Irak’ın işgali düzenlendi.
Üçüncü Kırılma: İki binli yılların başında Doğu Akdeniz çanağında petrol araştırmaları ile başladı. ABD Irak’ı işgal ederken bölgedeki potansiyel enerji kaynakları (hidokarbon) da yavaş yavaş belirleniyordu. 2008 Ekim ayında Türk Dz. Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç anlamlı bir açıklamada bulundu:
“Yakın zamanda büyük önem kazanacak olan Doğu Akdeniz bölgesinin gerginliklerin ve çatışmaların odağı olacağını düşünüyorum. Bu bölge petrol nedeniyle ikinci bir Körfez’e dönüşecek. Türkiye uyanık olmalı ve tepki göstermelidir.”
2009 yılına gelindiğinde İsrail’in kuzey sahili açıklarında Dalit ve Tamar olarak adlandırılan alanlarda trilyon metre küplük doğal gaz yatakları keşfedildi. 2010’da ise Leviathan diye adlandırılan alanda da yüksek miktarda doğal gaz ve petrol bulundu. Aynı dönemde Kıbrıs’ın etrafındaki deniz alanlarında da petrol ve doğal gaz yatakları tespit edildi. Bu bağlamda bölgede Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) olarak Deniz Hukuku Sözleşmesine giren ve 200 deniz miline kadar genişleyebilen deniz alanları tartışma ve anlaşmazlık konusu haline geldi. İsrail’in Lübnan ile deniz sınırı anlaşmazlığı var.
KKTC’nin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile anlaşmazlıkları var. Bu alanlar çok değerli. Tüm Avrupa’nın petrol ve doğal gaz gereksinimlerini karşılayabilecek bir potansiyelin doğu Akdeniz çanağında olduğu anlaşılmıştır. Bu gelişmelerin ışığında 40 kilometrelik kıyı şeridine sahip Gazze’nin ne kadar stratejik ve değerli olduğu ve İsrail’in Gazze’den neden vazgeçmediği daha kolay anlaşılabilir. Suriye de aynı pozisyondadır.
Dördüncü Kırılma: Basra Körfezi’nin alternatifsiz tek çıkış yolu olan Hürmüz Boğazı’nın kapanma olasılığının ortaya çıkmasıdır. ABD-İran-İsrail ilişkilerinin giderek gerginleşmesi bu olasılığın gerçekleşmesini her an beklenebilir hale sokmuştur. Bölgedeki ABD ve müttefikleri ile İran’ın askeri yığınaklanması artmaktadır. Bu olasılık, doğu Akdeniz çanağını endirekt olarak etkilemektedir. Hürmüz Boğazı’nın petrol trafiğine kapanma olasılığı bundan 9 yıl öncesinde ilk defa ciddiye alınmış ve alternatif çözümler devreye sokulmuştur.
Bu bağlamda 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali ile birlikte S. Arabistan’dan Akdeniz’e ulaşan İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma Trans-Arabistan Petrol Boru Hattının (TAP) onarımı başlatılmıştır. Bu hattın onarımı tamamlanmak üzeredir. Böylece, Hürmüz Boğazı baypas edilerek Katar, Kuveyt, BAE, Bahreyn ve S. Arabistan petrolü İsrail’in Hayfa Limanı’na akıtılacaktır. Ayrıca Kerkük ve Musul petrolleri mevcut boru hatları tadil edilerek aynı limana taşınacaktır. Hayfa doğu Akdeniz’in Rotterdam’ı olacaktır. Petrol, buradan Aşkelon üzerinden Akabe Körfezi’ndeki Eliat Limanı’na ulaştırılacak ve Uzak Doğu’ya ihraç edilebilecektir.
Böylece Batı’nın Asya’daki en önemli müttefiki ve % 70 oranında bölgeye bağımlı Japonya ile %10 oranında Orta Doğu petrollerine bağımlı olan Çin’in petrol tedariki daha güvenli bir güzergaha kavuşturulmuş olacaktır. Bu projeye Samsun-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Ceyhan güzergahının da ilave edilmesi mümkündür. Bu durumda Rus ve Azeri petrolleri de kolaylıkla Uzak Doğu ve Avrupa’ya ihraç edilebilecektir. Bütün bu gelişmeler sonrasında doğu Akdeniz çanağı artık çok uluslu bir enerji merkezi haline gelecek ve yeni bir Basra Körfezi olacaktır. Petrol ve doğal gaza dayalı bu yeni jeostratejik oluşum ile birlikte Akdeniz ve Karadeniz yeniden emperyal güçlerin mücadele alanı haline gelecektir. Bunun öncü gelişmeleri kuzey Afrika’dan başlamıştır. Şimdi Mısır ve Suriye’de devam etmektedir. Lübnan ve Gazze uzun yıllardır bu mücadelenin deneme alanları olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Doğu Akdeniz kıyısındaki her karış toprak denize uzantısı nedeniyle, geleceğe yönelik çok önemli kaynak anlamına gelmektedir. Bölgenin şu andaki en önemli sorunu, siyasi istikrarsızlık nedeniyle deniz alanlarının hukuki anlamda paylaşılmasını sağlayacak MEB anlaşmalarının yapılamamasıdır.
Suriye’deki iç karışıklıklar, Rusya donanmasının Suriye limanlarını kullanması ve verdiği siyasi destek, Lübnan-İsrail anlaşmazlığı, İsrail-Filistin anlaşmazlığı ve Gazze’nin statüsü, Mısır ve Irak’taki siyasi belirsizlikler, KKTC-GKRY anlaşmazlığı, İran faktörü gibi çok karmaşık ve çok uluslu faktörler bölgedeki kaynakların paylaşımını ve üretimini engellemektedir.
(Dr. Nejat Tarakçı, tasam.org)
Makalenin tamamını okumak için tıklayın