Cenk Başlamış
Pazar günü çıkan Karar gazetesinde Ahmet Taşgetiren’in yazısının bir bölümünde Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi’nin soru sorma üslubunu eleştiren satırlar vardı.
Çok önemli ama son zamanlarda neredeyse hiç konuşulmayan bir sorun.
Önce Taşgetiren’in ne yazdığına bakalım:
Azerbaycan’dan dönerken sayın Cumhurbaşkanına sormuş Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi.
Şöyle sormuş:
“Mehmet Ali Çelebi’nin AK Parti’ye katılım töreninde çok çocuk tavsiyesinde bulundunuz. Buradaki bir ifadeniz üzerinden HDP, CHP, Gelecek, Deva gibi partiler bunu istismar ettiler, ‘Kürtlere yönelik söyledi’ dediler. Kürtleri mi orada kastettiniz?”
Bu soruda ne eksik ne fazla?
Fazla olan “istismar ettiler” ifadesi. Gazeteci öyle yargı yüklü sormaz soruyu.
***
Türkiye’de erozyona uğramış, liyakatin kalmadığı sektörlerin arasında hatta belki de ilk sıralarda medya bulunuyor.
“Timsah gözyaşları dökmenin” anlamı yok, elbette Türkiye’de medya hiçbir zaman ideal değildi ama en azından mesleğe yeni başlayanların Abdi İpekçi’den Uğur Mumcu’ya ekol oluşturmuş, örnek alabilecekleri gazeteciler bulunuyordu. Liyakat zinciri kırılmadığı için eskiler yeni gelenleri-kimi zaman hoyratça da olsa- eğitir, usta-çırak ilişkisi mesleği ayakta tutardı.
Artık ortada liyakat zinciri kalmadığı, gazeteciliğin özü olan muhabirlik de küçümsenen bir iş haline dönüştüğü için yeni başlayanlara doğrusunu gösterecek, gerektiğinde uyaracak hemen hemen kimse kalmadı. Doğal olarak bu koşullarda meydan, bir bölümü iyi niyetli de olsa soru bile sormasını bilmeyenlere kaldı.
-Soru sormak başlık atmaya benzer: Kısa, öz ve vurucu olmalıdır.
-Gazeteci soru sorarken yorum yapmaz, muhatabını övmez, yermez, küçümsediğini gösteren bir ifade kullanamaz. Falanca konuda kişisel olarak ne düşündüğünün hiçbir önemi yoktur. İdeolojisini, düşüncesini, yorumunu kendine saklamak zorundadır.
-“Destan” yazar gibi soru sorulmaz, mümkün olan en kısa, en somut ve muhatabına “kaçma olanağı vermeyecek” şekilde sorulur.
-En kötü soru biçimlerinden biri, “…ne düşünüyorsunuz” diye biten cümle kurmaktır.
“Ne düşünüyorsunuz…” diye sormak muhataba istediği gibi “çalıp söyleme” olanağı verir.
Biri yanlış, diğeri doğru iki örnek:
-Muhalefetin istifanızı istemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Muhalefet istifanızı istiyor. İstifa edecek misiniz?
Birinci örnekte sorunun yöneltildiği kişi hiçbir somut şey söylemeden dakikalarca konuşabilir.
İkinci örnekte ise hareket alanı artık daralmıştır, soruya somut yanıt vermek zorundadır, vermese bile cevaptan “kaçtığı”nı herkes görecektir. Kaldı ki, sorunun yöneltildiği kişinin “kaçma” niyeti yoksa bile soru somut olmadığı için somut yanıt vermekte zorlanacaktır.
-Benzer şekilde, “Sizin görüşünüz ne”, “Bu konuda ne söylemek isterdiniz” gazetecinin kaçınması gereken soru türlerinden.
-Futbol maçlarının tamamlanmasının ardından yayıncı kuruluş teknik direktör ve futbolcularla konuşuyor. Hemen hemen her yayında muhabirler, “Bugünkü karşılaşma için yorumunuz ne”, “Maçı nasıl değerlendiriyorsunuz” ya da “Neler söylemek isterseniz” türünden aslında doğrudan soru içermeyen cümleler kuruyor. Bir de yine özellikle spor muhabirlerinin, “Çok zor bir karşılaşma oldu…” cümlesiyle sözü muhatabına bırakması var ki o zaten tam bir facia…
-Gazeteci sorusuna, muhatabına üstünlük duygusu verecek, psikolojik eşitliği bozacak “efendim” gibi bir ifadeyle başlamaz. Karşısında bir bakan, üst düzey bir bürokrat ya da büyük bir şirketin CEO’su varsa gazeteci de o anda kamuoyu adına soru soran kişidir, üstelik bir medya kurumunu temsilen oradadır. ”Efendim” dememek saygısızlık değildir!
Özellikle Türkiye gibi ülkelerde sorusuna “efendim”le başlayan her muhabir kendisine “sen” diye hitap edilmesine hazır olmalıdır, zaten bunu hak etmiştir.
-Korkarak, çekinerek, muhatabını kızdırmaktan ürktüğünü belli edecek şekilde soru sorulmaz.
-Gazeteci soruyu yönelttiği kişiyle tartışmaya girmez ya da söylediklerini desteklediğini gösteren ifadeler kullanamaz.